|
Gönderen | Mesaj |
|
Yemliha (gülbahçeli)
5437
|
|
16 Nisan 2008 Çarşamba
03:42:50
|
|
|
|
|
|
16 Nisan 2008 Çarşamba
04:00:45
|
|
|
İSLİ Bir daha doğurun beni
Annemin sesinden… Evine dön yalnızlığım, narın
Çatlayan sabahından tuttum
Eğildim suya bir yaz, boynundan
Toplumun toplama kampları sis
Kaygıdan kaygıya geçerken arkasız
Bir mahallede yalınayak çingene
Duyuşumsun ruhumun kökü, gerisi is Yara burcuyum, iç sözümde susar göz
Bebeklerin yurdu kalbin, tuz telâş
Yanar sobada, mask gerili onca yüz
Sünmüş mutluluk, sesli ağlıyorum
Emsin dirimi sessizlik Yalnızlığım dışarı çık..!
Kent uçuşuyor başımda, değiniyorum
Dudaklarına, nergis açmış tülbent izi
Ellerim, çaylak çingene neyleyim
Kırmızı rengini kana sunmuş
Doğmam bir daha!
Ama bir daha doğurun beni
Annemin sesinden
TANER CİNDORUK
|
|
|
Yemliha (gülbahçeli)
5437
|
|
16 Nisan 2008 Çarşamba
21:29:08
|
|
|
|
|
|
18 Nisan 2008 Cuma
01:18:24
|
|
|

Kuşlara benzer kelimeler, odana dolarlar bir akşam.
Nereden gelirler bilinmez.
Kah çığlık çığlığadırlar, kah sesleri işitilmez.
Cemil Meriç
|
|
|
18 Nisan 2008 Cuma
01:24:55
|
|
|

Sana ne diyeceğim?... .Makbul olduğunda, kalbime düştün… Reddetme lüksüm yoktu aforizmalarda… Burnuma gelen yanık kokusu! ... Ciğerimdenmiş meğer…
Bir bildik düştün ki, sen... Parmak basmaya kalktım... Tavusun teleklerine... Yangını ben çıkardım…Zevahiri ben yaktım…
Yenik düştüm… Surlarını savunurken kalenin… Kahraman olmayan askerlerine… Kutlama merasimlerinde yokum… Sultanin sarayında şenlik ola… Bütün azalarım bir araya geldiğinde… Ben zaten, kendi kendime çoğum… İki gözüm var! Sahibinden ödünç alınmış… Bağışlanacaktı belki yüreğin başı üstüne… Gel gör ki, bütün denemelerde zemin kaygan… Anlayacağın ahbabım., İçtima zorda… Hayat okulunda sınıfta kaldım…
Rastlarsam bir makasta… Sana ne diyeceğim? … …
06.06.2006 .Mehmet Sani Özel
|
|
|
18 Nisan 2008 Cuma
01:27:46
|
|
|
Haberin Olmaz...
Bir gece ansızın rüyana girip Bir ömür yaşarım haberin olmaz Seninle bir güne,bir ömür verip Sevdana koşarım,haberin olmaz
Yağmurum; güneşin ardından gelen Ferhat`ım uğruna dağları delen Belki bir mendilim yaşını silen Derdine düşerim haberin olmaz
Bir şarkı olurum senin dilinde Dikensiz bir gülüm belki elinde Belki bir yağmurum bahar yelinde Saçını okşarım haberin olmaz
Yavuz Doğan
|
|
|
18 Nisan 2008 Cuma
01:47:46
|
|
|
|
|
|
3 Mayıs 2008 Cumartesi
03:39:32
|
|
|
MUTLULUK GÜZEL KOKAR....
Dostum birden soruverdi: - Bir insanın mutlu olduğu nasıl anlaşılır? Şöyle düşünmüş olmalıyım: Bilmem gözlerinin parlaklığından, neşesinden, belki yüzüne vuran iç aydınlığından. Dostum hepsini Kabul eden ama yeterli bulmayan bir el işareti yaptı: - Bunlar doğrudur. Mutluluk saklanamaz. Mutluluk insanın içinden sızar, bir yerlere girer, orayı değiştirir. Bir de kokusu vardır. Bilir misin mutluluk kokar. - Mutluluğun kokusu mu? Doğrusu duymamıştım. Dostum anlayışla baktı: - Doğrudur, duymamışsındır. İnsanlar pek farketmezler. Oysa, her ruh halinin kendine özgü bir kokusu vardır. Eğer insanlar koku duygularını kaybetmeselerdi, bunları da bilirlerdi. Ama bir çok şey gibi bunu da kaybettiler. - Yani, önceden biliyorlar mıydı? - Elbette, biliyorlardı. Bak hayvanların birbirleriyle iletişim kurmalarında koku nasıl önemli bir rol oynar… - Evet ama konuşamadıkları için… Dostum biraz sabırsız, sözümü kesti: - İnsanlar konuştukları için artık kokuya gerek duymuyorlar değil mi? Şimdi sen bana insanların konuştuklarını mı söylüyorsun? Artık yanıt vermiyordum. Dinlemeyi sürdürdüm. Dostum: - Sen de biliyorsun ki insanlar gerçekte konuşmuyorlar. Konuşur gibi yapıyorlar. Öğrendikleri sözcükler var. Birbirlerine onları söylüyorlar. Gerçekte çok azı, çok az zaman için konuşuyor. Onlara da dikkat et, duygu sözcükleri yoktur. Birbirlerine söylemeleri gereken sözleri söylerler. Onun için de çoğunlukla birbirlerini dinlemezler. Gerçekte konuşmayan, gerçekte dinlemeyen insanlar iki önemli iletişim aracını da kaybettikleri için artık anlaşamıyorlar. Koku ve dokunma. İşte gerçek iletişimin iki yolu. İnsanlar ikisini de unuttu. Onu biraz kışkırtmayı denedim. - Şimdi insanların birbirlerini koklamalarını mı söylüyorsun? Umutsuz ve kırgın bir bakışla baktı: - Keşke ne dediğimi anlasalardı da söyleseydim. Koklamak, öyle incelikli bir duygudur ki, bugünün insanına öğretilmesi gerekir. Zavallı koku alma duygumuz. Öylesine kötü kokularla bozuldu ki, yeniden eğitilmesi gerekiyor. Biliyor musun, insanlar insan kokusunu bile alamıyor. Bir kadının kokusu. Bir erkeğin kokusu. Çocuğun kokusu. Yaşlı insanın kokusu. Umudun kokusu. Bezginliğin kokusu. Hayata kırılmanın kokusu. Mutluluğun kokusu. İnsanlar bütün bunları unuttular. Dokunma da öyle insanlar bunu da unuttu. Bir elin el üstüne konması. Bir omuzun omuza dayanması. Bir sırtın sırta dayanması. Ayakların birbirine sarılması. Bedensel dokunma. Unuttuğumuz ne çok şey var… Günümüz insanını savunmak istedim: - Ama sözcükler var, yazı var. Belki o yüzden unutmuşuzdur. Dostum biraz dalgınlaştı: Evet yalanların aracı sözler, yalanların aracı yazılar. Bir türlü içimizden geleni söylemeyi, yazmayı bilemediğimiz için yalanlarımızın aracı olanlar. Beden yalan söylemez, dokunuşun yalan söylemez. Bunlar gerçekleri iletir. Sadece gerçekleri…
|
|
|
8 Mayıs 2008 Perşembe
05:47:42
|
|
|
Niçin dostluklar bitmez, ama aşklar biter?
Çünkü aşkta mülkiyet vardır. Hep onun yanında olmak, onu gözlemek, ona sahip çıkmak vardır. Paylaşılamayacak zevkleri paylaşmak, kontrol altında tutmak, müdahale etmek vardır.
Sting, “her nefes alışında - her hareketinde - her adımında seni izliyor olacağım” şarkısını umarım sevgilisine uygulamamıştır. Uyguladı ise, büyük ihtimalle o aşkın ölüm tutanağına; `boğularak ölme` notu düşülmüştür.
Aslında aşkın ölmesi bir nefs-i müdafadır. Yitirilen özgürlüğe, sevme, sevilme hakkına, ambargolara, bundan sonra uyulacak kuralların çerçevesine, ufka konan sınırlara bir isyandır. Bu fobidir ki, biten aşkların arkasından, gelmez dostluk, arkadaşlık.
Gerçek dostluklarda, onaltı sene görüşmesen de olur. Onaltı sene sonraki beraberlikte değişen tek şey, saatli maarif takvimindeki rakamlar, gözdeki kırışıklıklar, göbekteki yağ hücreleri, çalan cep telefonundaki çocuk sesidir. Hesaplaşma yoktur. Yine çok mutlu olursun dostunun ufkundan, onun keyfinden, nefes nefese aşkını anlatmasından, küt küt çarpan yüreğinden. O hala senin için, Migros’taki alış veriş listesi, tatil köyü partneri, Anayasa Mahkemesi Başkanı değildir.
Sıcacıktır yüreği, “vay be” diye dinler, senin motosiklet aşkını, Güney Amerika’nın en boktan yerlerini trenin üzerinde gezme hayalini. Üfler seni kanatlarının altından ve çeker gider, seni seninle, düşlerinle özgürlüğünle başbaşa bırakarak, on altı saat ya da sene sonra görüşmek üzere, aynı kalp çarpışı ile, üzerinden by-pass geçse bile.
Aşk bu yaşamın en baş döndüren çiçeğidir. Kavuşamamalar, yalnızlıklar, hayaller; suyu, güneşi, gübresidir aşkın, fazlasının da öldürdüğü.
Herşey senin içinde başlar, senin içinde biter. İnsan ölünceye kadar güler, ağlar, sever, nefret eder, ishal olur, acıkır, üşür. Bunların bir daha olmayacağını, noter huzurunda da imzalayabilir, ama bunlar olur, yarın yağmur da yağar, Hindistan’da deprem de olur.
Düş hekimi Yalçın der ki; “boşver 9 numaralı komşuyu, posta kutusundaki sarı zarfı, yarını, dünü. Şimdi, şu anda, sevebiliyor musun? Ayakkabılarını giyip geceyarısına kadar yürüyebiliyor musun? Dönerken altın dişli garsona `bir tuzlama- damardan` diyebiliyor musun? Kavuşup, ayrı da kalabiliyor musun? Yağmurla, karla, güneşle randevuların var mı? Bekliyor musun ümitle, diktiğin ayva ağacının çiçeğini, televizyonda, feleğin çarkı görüntülerinden daha çok?
Biliyor musun ki, her şeye, ama herşeye yeniden başlayabilirsin, hem de önceden hiç olmamış bir biçimde ve herşeye rağmen, tahlil sonuçların çöp sepetinde. Brüt yaşam sürendeki kesintilerden arınmış, heyecanla. Çekiyor musun gözlerinle hayatın fotoğrafını, kalbinde yaparak banyosunu? Selamlıyor musun, kılmasan da, bayram namazından çıkanları? Hala özlüyor musun o gitar çalan ve bu dünyadan da sıkılıp, çekip giden Bülent’i?
Sen galiba gerçekten yaşıyorsun, ya da en azından ölünceye kadar yaşadın...
dostlukların bitmemesi, göz göre göre bitirilmemesi dileğimle...
Düş Hekimi Yalçın Ergir
|
|
|
10 Mayıs 2008 Cumartesi
21:53:58
|
|
|
javascript:;
|
|
|
17 Mayıs 2008 Cumartesi
22:04:36
|
|
|
Gerçek bir dost... (uzun deyip geçmeyin.)
Umarım herkesin böyle gerçek dostları vardır veya en kısa zamanda olur...
Gerçek bir dost` unuz var mı?
"Bir dost, bir post yeter bana..." Ne de güzel bir söz bu ya...
Dünya malı, dünyada kalıyor. Her şey fani! Yani... Hani, diyorum da, insanin gerçekten mükemmel bir dostu olsa...
"O nu", şöyle, içine sindire-sindire, öpe koklaya, kocaman bir sarılsa... Uff!.. Ne iyi olur değil mi?
Dostunuz! "Can" dostunuz var mı? Kadın ya da erkek... Hiç farketmez. Gerçek dostun cinsiyeti olmaz. Paylaştığınız birileri var mi? Var ise mesele yok. Yok ise, gidin bulun hemen!
Sırlarınızı paylaştığınız. Özlediğinizi çık yüreklilikle söylediğiniz.
Telefonda bile saatlerce konuştuğunuz, sıcacık biri...
"O" nu görmediğinizde yüreğinizin "pıt-pıt" attığını hissettiğiniz, bir dostunuz var mı? Dert ortağı, sohbetlerinizi paylaştığınız, yalnızlığınızı anlattığınız, sevincinizi hisseden biri...
Yalnız kaldığınızı düşündüğünüzde, birilerine öfkelendiğinizde, sevdiklerinizi özlediğinizde, hayal kurduğunuzda yanınızda o var mı? Sizi hiç yalnız bırakmayan biri... Arayan, soran,"Seni özlüyorum" diyen biri.
Böyle bir canlı ile her şeyi konuşabilir, paylaşabilirsiniz.
Yanıltmaz!
Anlayışla karsılar her şeyi... Hataları, günahları-sevapları, her bir şeyi konuşabilirsiniz onunla... Hiç yalnız kalmazsınız...
Böyle bir dost bulmak için fazla bir arayış içinde olmanıza gerek yoktur. O kendiliğinden çıka gelir zaten. (Elektrik olayı yani...)
Bir gün bir bakarsınız karşınızda...
Önce "Hadi lan! Kim bu" denir. Ardından, ısınmaya başlarsınız. Sonrasında bir bakmışsınız sıcacık sohbetler, derin konular, sırlar, paylaşımlar... Kimseye söyleyemediğinizi, en yakınınıza anlatamadığınızı, geçmişteki izleri, geleceğe dairlerinizi,sadece ona anlatır olursunuz.
Bir dost bulun!
Ama gerçek olsun.
Aradığında iİşinizi değil, aşınızı soran...
Kötü gününüzde ev sahibi, iyi ününüzde kiracınız olsun. Anlatsın, konuşsun, açık-seçik, korkmadan yaşasın.
Güvensin!
Cinsiyeti olmasın! Bir kartal kadar haşin, bir maymun kadar şaklaban, bir ceylan kadar narin olsun. Doğruları söylesin.
Gerçekci olsun.
Yanıltmasın, kandırmasın! İçten, sevecen, sempatik, sevdaları, özlemleri anlayabilen biri olsun.
Anlasın!
Ağzıyla değil, gözleriyle konuşsun.
Yaşasın!
Doya-doya yaşasın doya-doya yaşatsın. Beyninden değil, yüreğinden versin.
"Olsun varsın! Paylaşırım." desin. Bir dostunuz olsun. Sizi ve benliğinizdekileri paylaşsın... Dost olsun!
AMA... GERÇEK BİR DOST
|
|
|
17 Mayıs 2008 Cumartesi
22:16:45
|
|
|
ETMEYİN Emanete ihanet etmeyin.. Halinizden Şikayet etmeyin.. Büyüğünüze emretmeyin.. Boş şeylerde ısrar etmeyin.. Cahillerle sohbet etmeyin.. Nefesinizi boşa tüketmeyin.. İnsanları bekletmeyin.. Etrafınızı kirletmeyin.. Kimseye lanet etmeyin.. İmanınızdan şüphe etmeyin.. İnsanları katletmeyin.. Hayatınızı mahvetmeyin.. Kimseye minnet etmeyin. İnsanları yüzüne karşı methetmeyin.. Kimseye küfretmeyin.. Kötülüğe meyil etmeyin.. Malınızı boşa sarf etmeyin.. Kimseye beddua etmeyin.. Sırrınızı açık etmeyin.. Her şeyi merak etmeyin.. Suçunuzu inkar etmeyin.. Şerefinizi kaybetmeyin.. Vatanınızı terk etmeyin..
EDİN İyiliğe niyet edin.. Büyüklere hürmet edin.. Sıkıntıya sabredin.. Aza kanaat edin.. Sözünüzde sebat edin.. Bildiğinizle amel edin.. Hatanızı kabul edin.. Daima ibadet edin.. Yaramaz ise def edin.. Varken tasarruf edin.. Alimlerle sohbet edin.. Nefsinizle inat edin.. Sofranıza davet edin.. Zararlıysa men edin.. Seviyorsanız ifade edin.. Kalpleri fethedin.. Misafire ikram edin.. Muhtaca yardım edin.. Bilseniz de istişare edin.. Tehlikeye dikkat edin.. Hakkı teslim edin.. Unutacaksanız kaydedin.. Esirgemeyin lütfedin.. Gariplere merhamet edin.. Kazanmaya gayret edin.. Müminlere dua edin.. Çalışanı takdir edin.. Başarıyı tebrik edin.. Mazereti kabul edin.. Her an tevekkül edin.. Hastaları ziyaret edin.. Çocuğunuzu terbiye edin.. Herkese tebessüm edin.. Güvenseniz de kontrol edin.. İnanmayana ispat edin.. Fakirleri gözetin.. Hayır için sarf edin..
|
|
|
Yemliha (ts836668986)
1305
|
|
23 Mayıs 2008 Cuma
00:55:08
|
|
|
SENİ SEVİYORUM
Yaşamın en acı en uzun gecesi Konuşabileceğim ne bir dost ne bir sevgilim var Birtanem Elimde yalnızca bir kağıt var. Bu gece seni anlatıp seni yazacağım Birtanem Önce o güzel gözlerini hayalime getirip saatlerce gözlerine bakacağım . Her gecenin bir sabahı, her kışın bir yazı, sonsuz denen göklerin sonu varsa sensiz geçen günlerinde sonu gelecek. Karanlık gecelerime kilit vuracağım. Ellerin ellerimden , gözlerin gözlerimden kopmasın diye zincir vuracağım. Konuşmamı tüm dünyaya ve sana haykıracağım . Ne diyeceğim biliyormusun Birtanem Yüzlerce kez, Binlerce kez hatta ve hatta bir ömür boyu Seni Seviyorum, Seni seni seviyorum diyeceğim Bebeğim.
|
|
|
23 Mayıs 2008 Cuma
01:44:17
|
|
|
Dost Meclisi
Sevgili dostlar,
Muhabbetten uzak kaldım
Bu aralar...
Var mısın?
Bir dost meclisi kuralım.
Sazlı
Sözlü
Çiğköfteli
Sıra geceleri
Kıskansın...
Gün bitip te
Siyahın hakimiyeti başlayınca
Davet edelim yıldızları...
Kızarmış ekmek
Peynir, zeytin,
Kırmızı domates
Bolca yeşillik te hazır.
Çay da tam deminde.
Halil İbrahim bereketi soframızda.
Koca çınarın gölgesi
Masa olmuş.
Bir el etmiştim
Mor menekşeye
Yanında getirmiş
Kokulu karanfille
Akşam sefasını.
Mavi masmavi
Bir okyanusta
Zıp zıp zıplayan
Bir yunus davet bekliyor.
Binsin sihirli seccadeye
O da, katılsın meclisimize.
Ay’da gelsin
Katılsın muhabbete.
Zaten söz verdi,
Kılavuz olacak
Gece perisi.
Hazırlığını yapmış
Bir şiir de rüzgar okuyacak.
Bilge baykuş
Şimdiden yerini almış,
Kurulmuş tahtına,
Onun da söyleyecek sözü var anlaşılan.
Bir ateş böceği geçti yanımdan
Onu da çağırdım meclisimize.
Geceyi güzelleştirmek elimizde
Kapımız herkese açık.
Ne olur gel.
Gel katıl
Sen de bu muhabbete.
http://www.ortanokta.com/on/siir/siirkolikler.asp?id=1372
|
|
|
23 Mayıs 2008 Cuma
01:58:57
|
|
|
Bir dost için ölmek önemli değil,önemli olan uğruna ölünebilcek dost bulabilmek demiş biri.Ne de doğru söylemiş
Gerçekten dostum diyebileceğiniz biri varsa zenginsiniz,iki kişi varsa milyoner,üç kişi varsa dünyanın sayılı zenginlerindensiniz
|
|
|
23 Mayıs 2008 Cuma
02:01:22
|
|
|
Dostlar Irmak Gibidir
Dostlar ırmak gibidir
Kiminin suyu az, kiminin çok
Kiminde elleriniz ıslanır yalnızca
Kiminde ruhunuz yıkanır boydan boya
Insanlar vardır; üstü nilüferlerle kaplı,
Bulanık bir göl gibi...
Ne kadar ugrassanız görünmez dibi.
Uzaktan görünüsü çekici, aldatıcı
İçine daldıgınızda ne kadar yanıltıcı....
Ne zaman ne gelecegini bilemezsiniz;
Sokulmaktan korkarsınız, güvenemezsiniz!
Insanlar vardır; derin bır okyanus...
İlk anda ürkütür, korkutur sizi.
Derinliklerinde saklıdır gizi,
Daldıkça anlarsınız, daldıkça tanırsınız;
Yanında kendinizi içi bos sanırsınız.
İnsanlar vardır, coskun bir akarsu...
Yaklasmaya gelmez, alır surukler.
Tutunacak yer gostermez beyaz kopukler!
Ne zaman nerede bırakacagı belli olmaz;
Bu tip insanla bir omur dolmaz.
İnsanlar vardır; sakin akan bir dere...
İnsanı rahatlatır, huzur verir gönüllere.
Yanında olmak baslı basına bır mutluluk.
Sesinde, görüntüsünde tatlı bir durgunluk.
Insanlar vardır; çesit çesit, tip tip.
Her biri baska bir karaktere sahip.
Görmeli, incelemeli, dogruyu bulmalı.
Her seyden önemlisi insan, insan olmalı...
İnsanlar vardır; berrak, pırıl pırıl bir deniz.
Bosa gitmez ne kadar güvenseniz.
Dibini görürsünüz her sey meydanda.
Korkmadan dalarsınız, sizi sarar bir anda.
İçi dısı birdir cekinme ondan.
Her sözü içtendir, her davranısı candan...
|
|
|
23 Mayıs 2008 Cuma
02:23:45
|
|
|
Rüya
Dün rüyamda ne gördüm biliyor musun? Bir balıkçı teknesinde sen ve ben, Sonsuz maviliğe açılmış, Yeni umutlara gidiyoruz, Hiçbir şey almadan yanımıza, Sadece ikimiz… Zaten gerek yok, Senin için ben her şeysem, Benim için ise sen dünyalara bedelsin, Ne gerek var başka şeye, Beraberken dünyalar bizim… İnan ki bu rüyadan, Hiç ana hiç uyanasım gelmedi, Ta ki gerçekte de senin, Olduğunu anımsayana dek… Dünyamda sen olmasaydın, Senle olmak, Seni yaşamak uğruna, Rüyalarıma dönerdim…
http://www.ortanokta.com/on/siir/siirkolikler.asp?id=918
|
|
|
23 Mayıs 2008 Cuma
04:25:41
|
|
|

SONRA SEN GELDİN `Anlamak` kelimesini sözlüklerden çıkartıp elimle dokunacağım kadar somut hale getirdiğin ve yüreğime yerleştirmeme yârdim ettiğin için...
`Anlamak` ve `anlaşılmanın` en güzel denilen sevişmeleri kıskandırdığını bildiğin ve bana da öğrettiğin için... Durum ne olursa olsun, dilinde bu kadar güzel bir `özgürlük` şarkısıyla yaşayabildiğin için...
Senin için...
.....................
Bu, insanin içinde yaşatıp zamanla sevdiği ve kendisine çok acı verse de, neredeyse bedenine bir organ gibi eklediği, hüzün doğuran tüm uzun soluklu duyguları yerle bir eden, kısacık bir hikâyedir!
Sonra sen geldin.
Yaşayıp gidiyordum... `Yaşayıp gitmek! ` Ne saçma! Bu fiili nedense, hayatimizin sıkıcı olduğunu, bir günün diğerinden farklı geçmediğini düşündüğümüzde kullanırız. Oysa tam tersi olması gerekmez mi? `Yasamak ve gitmek...` ` Yaşıyorum, gidiyorum, yol alıyorum.` O halde söyle demeliyim: `Yaşıyordum ama gitmiyordum.` veya `Gidiyordum akıp zaman içinde, kaybolmuş vaziyette, ancak yaşamıyordum.`
Bir aşk hikâyesine boyanmıştı bütün mevsimlerim
Tuhaflığı yoktu yazın kazak giyip de
Kışın denize girişimin
Kazağımda da aşk kokusu vardı
Acıma dokunan ve
Nasıl kokacağını şaşıran
Yosunlarda da
Sonra sen geldin.
"Hadi gel, hayatı anlayalım ve anlatalım.` dedin. Çok konuştuk bu konuda, çok... Hem her duygunun tarifini almak istedin hem de hepsi hakkında, bildiğin ne varsa bana vermek. Seninle konuştukça, kendime dair son derece basit ama yine de hiç üzerinde durmadığım bir şeyler olduğunu görmek beni nasıl da şaşırtıyordu.
`Acı` konusunda çok konakladık...
Kanattıkça beni böyle acı
Ve sohbetler yetmeyince nefes almaya
Ağlardım
Yaralarımdan şiir yapardım
Acı bir annedir, durmadan hüzün doğuran. Ahh, ben o hüzünlerle boğuşmak, azıcık nefes alabilmek için kaç kitap okudum, kaç film izledim, kaç hayat belledim, bir bilseniz. Yooo! Dostlarıma haksızlık edemem şimdi. Turuncuya boyalı güney akşamlarından, fesleğen kokulu batı ikindilerinden, kuzeyin gri sabahlarına kadar kaç sohbet vardır yüreğimde daima saklayacağım. Ahh, benim kelimelerle beyinlerinde tepindiğim dostlarım... Nasıl da isterlerdi gözlerimden yanaklarıma dökemediğim gülüşleri görmeyi. Bence, dostlar daima `gülmek` ve `gülümsemek` arasındaki farkı bilirler, bu nedenle onlara arkadaş değil de `dost` deriz zaten. Her sohbette yüreğimi yatırıp masaya, son derece dikkatli ve zarif hareketlerle, acı ve hüzün doğuran parçalarıma ulaşır, üzerini örterlerdi. İyi hissederdim bir sure. Apartmanların üzerinde uçuşan martıları fark ederdim en azından. Ancak sonra yine hüzün... Yüzsüz hüzün... Baktığım yerlerde gözlerim
Bazen öyle uzun kalırdı
İnanmazsınız ama
Baktığım yerler sıkılırdı
Sonra sen geldin. Geldin ve: "Hele şu yükünün birazını bana ver." dedin. Şaşırdım çünkü görünüşe göre senin yükünün benimkinden fazlası vardı ama eksiği yoktu. Sen anlatırken fark ettim ki içinde bir yerlerde bu yüklerle başa çıkmak için özel eğitimli bir parçan vardı. Bu parça, yükün niteliğini ya da niceliğini, yürekte en hafif duracak hale getirebiliyordu gerçekten. Konuşurken bir yandan da yüreğimin en tozlanmış ve uzun suredir de yanına hiç uğranmamış parçasını koydun masaya. "Bak," dedin `bunlar hayat dostu parçalar. Simdi bunları öyle güzel temizleyeceğiz ki bir daha canın içindeki parçalara dokunmak istediğinde ve hüzne giderken, bunların ışıltısına takılacaksın. Takılacaksın ki hüzün doğuran acı parçaları koyuvereceksin yerinde tozlanmaya. Böylece de zamanla ağırlıkları, olması gerektiği kadar olacak. Oysa sen ha bire parlatıp parlatıp durmadan onlara bakıyordun önceden ve bu da onları olduğundan ağır hale getiriyordu. Oysa tam tersini de yapabiliriz hepimiz. Işıldayan parça daima daha ağırdır. Gel, hayat dostu parçaları ışıldatalım durmadan."
Sen geldin
Kelimelerini şekere batırarak
Sen geldin
Baktığın yerlerde çiçekler bırakarak
Acıya ve hüzne gereğinden çok yüz vermemeli insan. Ben artık hüznü içimde şişmanlatmamayı, başarıyorum galiba. Gecen gün ne gördüm dersiniz? Meğer ne kadar yakışıyormuş martılar denizin üzerine! Hikâye bu kadar...
Merak edeceksiniz belki, bu değişiklikleri sağlayan dostum kimdi? Diyelim ki, kırk yaşını geçmiş veya otuzuna gelmemiş bir adamdı, seksen yaşında bir ihtiyar, hep otuzunda yaşayan bir kadındı ya da dört yaşında bir çocuk; hem hepsiydi, hem hiçbiri değildi. Ne fark eder ki?
Bir can’dı.
Canımın içi değil
İçimin canı olup da
Sen
Geldin
Üstelik
Aşk da
Değildin ..............................
Hoş geldin
|
|
|
Yemliha (ts836668986)
1305
|
|
24 Mayıs 2008 Cumartesi
23:14:57
|
|
|
|
|
|
25 Mayıs 2008 Pazar
02:18:40
|
|
|
Bir Yerlerde bir yerlerde büyük bir buluşma büyük bir kavuşma
buralarda kavuşacaklar var bir yerlerde çok sevdiklerimiz
çok sevildiklerimiz bizi bekleyenler
buralarda gün sayanlar var... düş hekimi yalçın ergir
|
|
Mesaja cevap yazmak için gruba üye olmanız gerekmektedir.
|
|