|
Gönderen | Mesaj |
|
17 Temmuz 2008 Perşembe
12:24:50
|
|
|
BEYAZ GÜVERCİN
Süzülüp mavi göklerden yere doğru Omuzuma bir beyaz güvercin kondu Aldım elime,usul usul okşadım Sevdim,gençliğimi yeniden yaşadım Bembeyazdı tüyleri,öyle parlaktı Açsam ellerimi birden uçacaktı Eğildim kulağına;dur,gitme dedim Hareli gözlerinden öpmek istedim Duydum;avuçlarında sıcaklığını Duydum;benden yıllarca uzaklığını Çırpınan kalbini dinledim bir süre Ve uçmak istedim onunla göklere Ak güvercinin iri gözleri vardı Güzelliğinden fışkıran bir pınardı Soğuk sularından içtim,serinledim Çağlayan bir nehrin sesini dinledim Belki buydu sevmek hayat belki buydu Işıl ışıldım,gözlerim dopdoluydu Bir nağme yükseldi sevinçten ve hazdan Bir nağme yükseldi,güzelden beyazdan Uzattı sevgiyle pembe gagasını Birden öğrendim hayatın manasını Kaderde sevgiyi sende bulmak varmış Seninle bir çift güvercin olmak varm
|
|
|
18 Temmuz 2008 Cuma
01:23:02
|
|
|
IŞIKLARI DA SÖNDÜRMÜŞTÜ
Keşke hiç uykum gelmeseee...Uyumasam, biriktirsem yalnızlıklarımı...Acıyan yanlarımı en koyu karanlıklarına saklasam gecenin.Saklamak nereye kadar bir yerde beni sıkıştırmayacaklar mı sanki ...Körelsinler zamanın akışkan gövdesinde...En iyisi bu olur herhalde...Canım sıkılıyor..Canım acıyor biraz da, ben sevdiğim zaman benden uzaklaşıyor aşk..O da beni sevmiyor. Aşk yok mu..Yokluk mu yoksa...Ben mi yalnızım..Yalnızca ben miyim yoksa aşkı anlamayan. Aşk ve ben iki ayrı dilin sözcükleri gibi, birbirine yabancı...Ben biraz daha kayboluşundayım belki dilin dilsizliği, köksüzlüğü içindeyim..kimbilir...Uykum var azıcık.Kahve içmiştim oysa...Dilimde o kekremsi tat, dudaklarım hala çatlak...Kanayan bir ben değil işte...Parmaklarım kanıyor yazarken..Yüreğim var parmaklarımın ucunda ...
Uçan kuşlardan sana selam göndersem, sevgimi göndersem.. Esen rüzgalarla öpücük göndersem... Ve bütün yüreğimle seni ne kadar çok sevdiğimi söylesem kızarmısın? Ya da bir dilenci olsam, gelsem gönül kapına senden birazcık sevgi dilensem... Ben olduğumu görüp de kovarmısın? Ya da bir gül bulsan yerde... Atılan o gülü benim sana attığımı görsen tutup da yapraklarını yolarmısın? Ya da bir gün öldüğümü duysan ... Garip mezarımın başına gelir de ağlarmısın?
|
|
|
18 Temmuz 2008 Cuma
01:40:24
|
|
|

Saçlarını okşayan hangi elim Kollarımda o yarin kendisi mi

Çöl olsa asar dağ olsa yıkarım Bizi ayıran kalın duvarları Bu acı gerçeğe sonradan vardım Gök çoktan yeşildir, dal çoktan sari Bir define var gitsem bulur muyum Öpüştüğümüz ağaçlar altında Sevmek devam eden en güzel huyum İnsan bir kere sever hayatında

Ben değilim söz açan gelecekten Var mı yok mu alemde bir o aksam Hiçbir şey istemiyorum felekten Bir daha seninle beraber olsam Cahit Sıtkı Tarancı
|
|
|
18 Temmuz 2008 Cuma
01:42:58
|
|
|
Nasıl başlayacağını bilmiyorum. Daha doğrusu nasıl başlanıldığını. Hayatın çeperlerine çarpıp durmuşken, isli ve karanlık damarlarında gezinirken, korkunun hakimiyetinin ne kadar süreceğini tahmin etmek de zor. Sorulardan değil de cevaplardan kaçmak gerekli gibi bir his var içimde. Oysa cevapsız sorular daha ürkütücü değil mi?
“Kimsin, “nereden geldin”, “neden geldin”, “nasıl geldin” gibi soruların yöneltildiği davetsiz misafirin sessiz kalması ne kadar sinir bozucu oysa. Nasıl güvenebiliriz ki tanımadığımız birine? Kimlere neler yaptığını, kimlerle konuştuğunu, dostlarını düşmanlarını bilmeden nasıl buyur edebiliriz ki, zihnimizin kapısından içeri. Önyargılarımızın bekçiliğini yaptığı yüksek duvarları nasıl aşmasını bekleyebiliriz ki biz izin vermeden.
Yıkmayız yüksek duvarlarını önyargılarımızın. Taviz vermeyiz öz değerlerimizden. “Hayır” deriz. “Önce cevapla sorularımı, anlat bana kendini, belki sonra kabul ederim senin zihnimin içinde dolanmana” diye gözdağı veririz belki de. Kimi zaman korkar karşımızdaki açılır yavaş yavaş, cevaplar sorularımızı; kimi zaman da ”bir sen yoksun bu dünyada!” der uzaklaşır yanımızdan… Kaçar soruların cevaplarından… Aslında kaçar kendinden…
Oysa ne kadar tanıyoruz ki kendimizi… Kaçımız adam akıllı oturdu düşündü, “kimim ben, nereden geliyorum ve neden geldim…” Kaçımız her gece yatağa koyduğunda başını gün içinde yaptıklarını sorguladı, ”Neden bunu yaptım, niçin buna kızdım, nasıl oldu da adam gibi duramadım karşısında onun” diye…
Korkuyoruz biz de… Sorulardan değil de, alacağımız cevaplardan korkuyoruz. Haksız gelmekten, zihnimizdeki yüksek duvarları yıkmaktan korkuyoruz. Olur da bir gün biri gelip zayıf noktamızdan bizi vurur diye korkuyla yaşıyoruz hayatı. Gün boyu tetikte, etraftakileri izleyerek savunma durumunda bekliyoruz. Hep yüksek duvarların ardından iletişim kuruyoruz insanlarla. Aynı durumda olan başkasını görünce önyargılı etiketini yapıştırıyoruz çekinmeden, lakin bakmıyoruz sisli dünyamızdaki aynalara…
İşte o yüzden en uygun zaman “Gecenin üçüdür”… Kimbilir belki de uykumuza varmadan doymuş oluruz o saatte..
“Gecenin üçüdür en uygun zaman, bahse girerim
düşünün: sabah çok yakın
oysa ışıltı yok ortalıkta
nerdeyse gece bitmiş
ama sürmekte karanlık
henüz uyanmış bazıları
henüz uyumamış bazıları
Bazıları uyanmış uykusuna doymadan
bazıları uykusuna varmadan doymuş..”*
….
*İsmet Özel
|
|
|
18 Temmuz 2008 Cuma
01:45:16
|
|
|
Eşkıya yüreğime çığ düştü Üşüyorum ha...üşüyorum Aç ellerini Geldim mutsuzluğumla Yüreğimdeki susuzluğumla Koynuna al demiyorum ki sadece Eşikte koyma beni Koynunda yatır demem ki Yeter ki bağışla beni Aç ellerin gireyim,avuçlarından Sana ömrümü vereyim..yüreklice sen dağ ben dağ ..Dağlara küs olur mu hiç sen baharsın Bahara yas olur mu bir bütün idik ..İki can bir bedenken İki yürek bir canken Ayrı düşmek olurmu Biliyorum suçluyum Kentin kirli suyuyum Sevmesini bilmiyorsam Geçmişin sonucuyum...
|
|
|
18 Temmuz 2008 Cuma
01:46:31
|
|
|

üşürsün sonra !
´Ben sensizlği yalnızlık sanmıştım her seferinde´ deyiveriyor.
Bak şimdi!
Bu kadar kolay mı sahi bir önceki cümleden vazgeçmek diye düşünedurun siz daha.
O vazgeçiyor işte... Sonra durup dururken şu dizeleri sanki ağızdan çıkan çok çok kolay bir kaç kelime gibi arka arkaya diziveriyor, sizin şaşkın halinize aldırmadan.
´Zangır zangır bir tren geçerdi ya, damarlarımızdanÿ; Yalnızlık onun dönmeyeceğini bilmekti..´
Ah o di´li geçmiş zaman. Ah o zamansız yürek sızısı. Ah o emrivaki ayrılıklar. Ah ki ah...
Bir şezlonga damlayan kederli bir yazın gözyaşları, döndürmeyeceğin bir zamanın kilidi ,kapayamadığın birkilidin anahtarı ve çok şey vaad etmiş bir kadının aşkı... ,belki.
Ne kadar da kolay döktürüyorsun kelimeleri umulmadık insanların ağzından ey .... çocuğu zamanın adaşı yalnızlık!
Ama yalnızlıklar terkedilmiş birer öksüzdür zamana. O yüzden birazda sıradan bir kaç cümle ile devam eder aslında hiç de sıradan olmaması gereken ihanetler, aşklar ve :
´Sonra hesabını tutarlardı sevginin -ki, aşklar kanardı bu yüzden´ derler.
,ki onlar,ki hayatınız boyunca yüzyüze gelmeyeciğiniz yazarlar ne de kolay böyle ansızın kalbinize saplanan cümleleri ederler. Bir de utanmadan aynı kitabın ilerleyen sayfalarında devam ederler üstelikÿ;
´Yalnızlık düşen bir bardak sesidir dönüp baktığın, kırılan şarap şişesidir ya da ağzındaki cümleyi kana bulayan´
,ah onlar bu cümleleri hangi yaşanmışlığın içinden bulup çıkartırlar. Hangi devranlarda kanamışlardır ki bu kadar güzel cümleyi kanlarından süzerek bulmuşlardır?
´Ben neyi yalnızlık sanmıştım bir keresinde?´ sorusuyla biter cümleleri, kitapları ve şimdilik sırları...
Hasan ALi TOPTAŞ, ´YALNIZLIKLAR´ kitabında hayata dair biriktirdiği yalnızlıklarını teşhir ederken ne kadar ince, üsturuplu ve yaralayıcı olabiliyor diye düşünüyorum elimdeki kitabı sehpanın üzerine bırakırken. Satırlarını okurken Sincan´da emekli bir icra memurunun edebiyat macerası önünde reverans yapıyor ve bir Türk Bukowskinin keşfedilmeyi bekleyen o muhteşem dünyası ile buluşmanın coşkusunu tadıyorum. Dört bir koldan tarif ediyor Hasan ALi Bey muhtemelen kendini de kuşatan sinsi mi sinsi ´Yalnızlıklar´ı... Erhan BENER´in 90´lı yılların başında neşredilen TEKİLLEŞMEsinden bu yana Yalnızlık üzerine yazılmış en değerli metin.
İkibinl yılların yalnızlık manifestosu gibi bir şey...
Oruç ARIOBA alınmazsa kişisel methiyelerin kendi iç hesaplaşmalarının kendini aşan üslubun en şairane tezahürü son yıllarda ki..
Bu kadar övgü yeter ama!
Sonuçta ´Yalnızlıklar´ın onca hali var olsa da genelde hep soyut ya da pastorel bir tarifi gizli Toptaş´ın ´yalnızlıklar´ında.
Oysa yalnızlıkların bir de ruhu var onca tarif arasına sığmamış olsa da...
Mesela yalnızlıklar bir şövalye ile katili aynı düzlemde barındırır. Uçlar yakın, ayrılıklar uzaktır. Ve yazarlar aldırmasa da yalnızlıklar soğuk, ürkütücü ve üşütücüdür. Evet üşütür yalnızlık yalnız uyuyanları. Yalnız uyuyanların yalnızca vücutları uykuya yatar. Akıllarında onca hesap, bilanço, kabus ve güzel anlar pusuya yatar gece boyunca. O yüzdenÿ; akıl uyumaz, vücut uyur. Ama vücut da üşümez, akıl üşür sonuçta. Üşütür yalnızlıklar, yalnız yatanları.
Bir erkek ya da bir kadın fark etmez yalnız bir yatakta. Yalnız bir yastığa sarılıyorsa sonuçta...
Cüneyt ÖZDEMİR
|
|
|
18 Temmuz 2008 Cuma
01:50:20
|
|
|

Zaman yaşlanır, umutları eskitir, Yine umutlanırım... Sevdalar geçer yıkılır, yenilir, Yine ayaklanırım...
Çığlıklara hapsettiğim şarkılarım var benim.. Sessizliğin içinde ağır aksak yürüdüğüm yollarım var. Bir yerlerde takılıp düşsem de, tekrar kalkabiliyorum ayağa.. Ama dizlerimde yaraların izleri kalıyor, silinmiyorlar.
Yarım kalmış hikayelerin tamamlanmamış cümlelerinde buluyorum kendimi.. Ne tamamlayabiliyorum, ne tamamlanabiliyorum.. Bir yanım hep eksik, hep kırık.. Dünyam bir bir yitirdi renklerini.. Ne deniz mavi eskisi gibi, ne de gökyüzü.. Korkularım bırakmıyor peşimi.. Adımlarıma yapışmışçasına nereye gitsem benimle geliyorlar adeta.
Sesleri duymaktan yoksun kulaklarım, sözcükleri söylemekten korkan dudaklarım var. Zaman hiç bir şeye aldırmadan devam ediyor yoluna..
Ya ben gecikiyorum zamana, ya da geç kaldıklarım erken çıkıyor karşıma...
Alıştım sanırken acılara.. An olur bazen tutamam kendimi, Delirir isyanım...
Bu sensizliğim mi, yoksa yalnızlığım mı bilmiyorum.. Bir bilsen.. Seni her özlediğimde bir nokta bıraktım duvarlarıma.. Eğer bir gün gerçekten tutarsam ellerini, bakıp ta görürsem gözlerindeki o sevdalı hali, o noktaları birleştirip sevdanın kalemiyle, mutluluğun resmini çizeceğim dünyaya..
İşte o gün yine masmavi, berrak bir güne uyanacak deniz.. Bulanıklığını benden uzağa atacak.. Bütün gecelerim sabaha varacak.. Ve bir daha hiç gece olmayacak...
Sensiz geçen günlerimin hesabını yarınlardan soracağım.. Sevinçlere boğulacak içimdeki çocuk.. Yeniden seveceğim yağmurları.. Hiç söylenmemiş, hiç dillenmemiş kelimeler fısıldayacak rüzgar. Hiç kimseler bilmeyecek, duymayacak, anlamayacak..
Bunlar olacak değil mi?
Bu garip fani beden, Bu deli ruh benim.. Atamam, satamam, Dert benim, dertler benim...
Bu acı kızgın hüzün, Kırık düşler benim.. Susamam, susturamam, Söz benim, sözler benim...
Korkuyorum işte.. Korkularımı büyütüyor zaman gitgide.. Ne olur izin verme korkmama, kendimden kaçmama..
Geç kalmama izin verme kendime, geç kaldıklarımınsa önünde bırakma...
|
|
|
18 Temmuz 2008 Cuma
01:55:45
|
|
|
Şiirlerle Sevdim
Hani şarkılar seni söylerdi Yine vurgun yemiş gibi yüreğim Sönmüş bir balon gibi hayaller Şiirlerde sen yoksun Yanımda sen yoksun... Neye yarar sensiz geçen Şiir dolu geceler? ... Şimdi seni özlüyor bu yürek Mısralarda seni gözlüyorum. Seni şiirlerle sevdim Şarkılar seni söylemese de olur. Bende bu yürek varken Uzak da olsan gecelerden Seviyorum seni... Ahmet Otman
|
|
|
Yemliha (ts836668986)
1305
|
|
19 Temmuz 2008 Cumartesi
00:35:07
|
|
|
Çoban Çeşmesi
Derinden derine ırmaklar ağlar, Uzaktan uzağa çoban çeşmesi, Ey suyun sesinden anlıyan bağlar, Ne söyler şu dağa çoban çeşmesi.
"Göynünü Şirin`in aşkı sarınca Yol almış hayatın ufuklarınca, O hızla dağları Ferhat yarınca Başlamış akmağa çoban çeşmesi..."
O zaman başından aşkındı derdi, Mermeri oyardı, taşı delerdi. Kaç yanık yolcuya soğuk su verdi. Değdi kaç dudağa çoban çeşmesi.
Vefasız Aslı`ya yol gösteren bu, Kerem`in sazına cevap veren bu, Kuruyan gözlere yaş gönderen bu... Sızmadı toprağa çoban çeşmesi.
Leyla gelin oldu, Mecnun mezarda, Bir susuz yolcu yok şimdi dağlarda, Ateşten kızaran bir gül ararda, Gezer bağdan bağa çoban çeşmesi,
Ne şair yas döker, ne aşık ağlar, Tarihe karıştı eski sevdalar. Beyhude seslenir, beyhude cağlar, Bir sola, bir sağa çoban çeşmesi...
|
|
|
Yemliha (gülbahçeli)
5437
|
|
19 Temmuz 2008 Cumartesi
01:08:37
|
|
|
|
|
|
Yemliha (gülbahçeli)
5437
|
|
19 Temmuz 2008 Cumartesi
02:02:25
|
|
|
|
|
|
Yemliha (gülbahçeli)
5437
|
|
20 Temmuz 2008 Pazar
00:42:03
|
|
|
|
|
|
20 Temmuz 2008 Pazar
00:57:34
|
|
|
çok güzleller ya
|
|
|
Yemliha (gülbahçeli)
5437
|
|
20 Temmuz 2008 Pazar
01:23:55
|
|
|
tşk beğendiğine sevindim
|
|
|
20 Temmuz 2008 Pazar
09:55:52
|
|
|
slm arkadaşlar nasılsnız bakalım ne var ne yok?????
|
|
|
Yemliha (gülbahçeli)
5437
|
|
21 Temmuz 2008 Pazartesi
01:15:41
|
|
|
|
|
|
21 Temmuz 2008 Pazartesi
02:02:31
|
|
|
Geride Kalanlar
Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak Kutupların soğuğu gibi sesim Yüreğini yakacak Ruhunu kavuracak
Yıllardır sahnelenen oyunun Son rötuşları yapılırken Sahte gülücük ve sözlerine Bir daha kanmayacak Sana açılan tüm kapıları kapayacağım
Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak Nerede baharlara açılan gök Külüm rüzgârlarda uçuşurken Düşümü döşüme gömdüm Tırnaklarınla eşelediğin yüreğimi Al senin olsun sök Ne kalmış ki elimde kederli bir ömürden Sayabiliyorsan say dök
Bir zaman aralığından geçtik Kibrit çöpünün alazlanması kadar Belki daha da kısa bir zaman seçtik Zaman zerre kadar uzağımızda durmuş Nefesi ensemizde
Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak Yüreğimin yangınına yangısına yöneldim Tüm kapılarımı beni gözetene açtım Sevene sevdama ölüyken diriltene Nereye bakarsam gördüğüm aşkıma kaçtım Artık sen ne yaparsan yap kendine Ben tüm ışığımı aynama saçtım
Ey yüreğimin kuşu gir kafesine Kavuşmak yakındır sevgiliye
|
|
|
22 Temmuz 2008 Salı
04:26:57
|
|
|
DİLEK Şu kapkaranlık gecede,
Uçsuz bucaksız gökyüzünde,
Bir yıldız kaydı az önce,
Bir dilek tuttum;
O da ‘sen’oldun sadece...
Ama bin dilek tutabilseydim o sürede,
Yine, ‘sen’ olacaktı hepside bence... Arzu Eşbah Küçükpınar
|
|
|
22 Temmuz 2008 Salı
13:48:40
|
|
|
AĞIR ZAMANLAR UYKUSU
ağır zamanlar uykusu
örtüyor çoktandır yaşadığımız
günlerin üzerini
kırkıncı kapının ardında
çürüyor günden güne
rumuzu rüzgar olan aşklar
seninle sevgilim,seninle
güzdönümü olmak isterdik
kuşların göç haritasında
yüzümüzde bozkırın tuzu,
kuruyan otların kokusu
kalsın isterdik dudağımızda
nehirler birden değiştirdi yatağını
derin katmanlar örtündü
ince yaz sularımız
halbuki uzak ve ıssız
ormanlara benzerdi şiirlerimiz
usulca kanasa da
ahmet uysal
Kaynak:Acının gümüşü şiir kitabından
|
|
|
22 Temmuz 2008 Salı
17:27:16
|
|
|
BİRAZ SONRA..
Biraz sonra Resmini çizeceğim gökyüzüne Elinde bir kadeh rakın Ve bir de sigaran olacak Bulutlarla süslediğim yüreğimse mezen... Sonra bende yanına oturacağım Kadehlerimizi tokuşturup İçkilerimii içeceğiz.... Sen hiç konuşmayacaksın yine Tıpkı mermer bir heykelin asaletiyle susacak Donuk gözlerinle bana bakıp beni dinleyeceksin.... Ben sana hep aşkımı anlatacağım Bitmek bilmeyen o büyük sevgimi Dinleyecek, dinleyeceksin...... Ve tam sana seni seviyorum diyecekken Yağmur bulutları gelecek Seni gökyüzünden koparıp Toprağa savuracaklar Bende arkandan geleceğim... seni avuçlarıma alıp özüne yüz sürüp Okşayıp seveceğim.... Ve ardından güneş açacak Sen yine bulut olup Gökyüzüne çıkacaksın Yine arkandan geleceğim Aylar,yıllar,mevsimler geçecek... Benim sana olan sevgim hiç bitmeyecek .....
|
|
Mesaja cevap yazmak için gruba üye olmanız gerekmektedir.
|
|