|
Gönderen | Mesaj |
|
23 Haziran 2008 Pazartesi
21:12:35
|
|
|
Ellerin Nerde
Dolandım dünyayı şehir,kasaba Her yer sensizlikti her yer kalaba Ne kervan buldum ne de bir araba Sana gidemedim yolların nerde
Bağla yetinmedim gezdim çölleri Dur durak demeden bütün elleri Derlediğim kadar beyaz gülleri Sana veremedim ellerin nerde
Aşkı taşıyarak geçen devirde Sayfalar doludur bir bak çevir de Bir gün sıhhatliydim bir gün revirde Geçmiş olsun diyen dillerin nerde
İçimde heyecan öyle durgundu Aşkına sitemli sana kırgındı Yıllar yılı her gün yorgun argındı Bana sor bakalım yılların nerde
Her düşte; gözlerin hep revnak halli, Tan yaylası gibi yanaklar allı, Ağuşum bekledi hep selvi dallı, Sımsıkı saracak kolların nerde
Engin Namlı
|
|
|
23 Haziran 2008 Pazartesi
21:13:36
|
|
|
Sevda Sır Gözlerinde Kelebek
İstasyondan sana uzanan yolda Öylesi sürüklendi ayaklarım Ne denizin kokusu sardı benliğimi Ne martıların ekmeğe uzanan kanat çırpışları
Yürüdüm Sanki karşımda sehpa Sanki umudum musalla taşında Soğuk…
Öylesi yalnız serçe Öylesi ürkemiş kumru Öylesi puslu bir ikindi…
Betondan bir bankta hüzün Iraya dalmış gözlerde anlar var…
Soluk soluğa bir merhaba diyebildi yüreğim İçimde suslarım ruhumda sessiz haykırımlar
Dokundum omzuna sevgilinin Dokundum bensizleşmeye yönelik yüreğine Titredi irkildi nedensiz! Nedensiz iki damla yaş oturdu gözlerine yumuk yumuk Nedensiz süzülemedi yanaklarından veda
Yürüdük usulca sahil boyu Ne bir ses çıktı haylaz tekirden Ne de dolandı ayaklarımıza sosyete terrier
Çok istedim nefesim olmanı Çok istedim sözlerin olmayı…
Hani dokunsa elime rüzgarın Ya da düşse gönlüme gölgen Kokunda ölecek hallerdeyim
Niyeydi gönül ardı eden o bakış!
Sustu deniz Küstü sahil sohbetlerine Durakaldı bulut Koyverdi aşkın gözyaşlarını Koyverdi senle beni Koyverdi de sürdü dostu izdivacından Yarın dolu yeminlerimizi…
Sevda sır gözlerinde kelebek Gün kıssadan hisse haziran
Utana kaldı düşler gönül dilinde Sözler düştü dün bitti gözlerinde
|
|
|
23 Haziran 2008 Pazartesi
21:14:43
|
|
|
Buz gibi bir günde hızlı hızlı yürürken, birden ayağımın ucunda bir cüzdan gördüm...
Hemen aldım. Sahibini gösteren bir kimlik vardır diye acele aceleaçtım.. Üç dolar çıktı.. Bir de buruşmuş, sararmış, eskimiş mektup...
Belli ki yıllardır, o cüzdanın içinde duruyordu. Zarf öylesi ne harap olmuştu ki. Sadece tepedeki "İade" adresi okunabiliyordu. Mektuba bir göz attım. Bir ipucu bulma ümidi ile.. Birden tarihi gördüm.. 1924... Mektup nerdeyse 60 yıl önce yazılmış. El yazısı belli, bir kadına ait.. Sol köşeye bir çiçek resmi çizilmiş.
"Sevgili Michael" diye başlıyor mektup... ve "Annesi yasakladığı için onu bir daha göremeyeceğini" anlatarak devam ediyor..
- "Ama sakın unutma, seni daima seveceğim" diye bitiyor..
İmza..
Hannah!..
İçimden bir ses "Bul" dedi bana.. "Mektubun sahibini bul.."
Milyonlarca Michael var. Hangi birini bulacaksın ki.. Ama tepedeki "İade" adresi ipucu olabilir.
Telefon İstihbarati aradım. Anlattım...
- "Bu adrese bağlı bir telefon varsa, bana verebilir misiniz" diye..
Sustu..
Gidip müdürüne sordu...
- "Var ama, size vermem yasak.. Ama sizin adınıza bu numarayı arar, sorarım. İsterlerse size bağlarım.. Lütfen bekleyin.."
Bekledim.. İki üç dakika sonra kızın sesi geldi.. "Bağlıyorum efendim.."
Karşıdaki hanıma "Hannah diye birini tanıyor musunuz ? " diye sordum.
- "Bu evi, 30 yıl evvel, Hannah diye kızları olan bir aileden aldık." dedi.
- "Peki yeni adreslerini biliyor musunuz?.."
- "Hannah annesini bir huzurevine yatıracakti. Oradan takip ederseniz,belki adresi bulursunuz.."
Ve huzurevinin adını verdiler.. Hemen aradım.. Yaşlı anne yıllar önce ölmüş... Ama kızına ait eski bir telefon numarası var. Belki oradan bilirlermiş...
- "Bunların hepsi aptalca aslında" dedim kendi kendime..
İçinde sadece 3 dolar ve 60 yıl önce yazılmış bir mektup bulunan cüzdanın sahibini aramak için bunca zahmete ne gerek var ki.. Aradım numarayı..
Bir kadın "Şimdi Hannah'ın kendisi bir huzurevinde" dedi ve numarayı verdi.
Hemen orayı çevirdim... Bingo..
Ses "Evet, Hannah burda yaşıyor" dedi..
Gecenin saat onu, ama hemen yola çıktım, Hannah'ı görmek için..
Devasa bir binanın üçüncü katında şirin bir oda.. Gümüş saçlı, sıcak tebessümlü bir yaşlı kadın.. Gözlerinin içi ışıl ışıl ama..
Anlattım olanları.. Cüzdanı ve mektubu gösterip.. Derin bir iç çekti mektuba bakarken ve :
"Genç adam" dedi, "Bu mektup, Michael ile son kontağımdı.. Onu öyle seviyorum ki.. Sean Connery gibi yakışıklıydı.. Hani şu meşhur aktör.. Ama ben 16 yaşındaydım.. Çok küçüğüm diye annem kesinlikle izin vermedi.."
Derin bir nefes daha..
- "Michael Goldstein harika bir insandı. Eger bulabilirseniz ona söyleyin lütfen.. Onu hep düşündüm.. Hep.."Bir ufak sessizlik.. Bir derin nefes daha.. "Ve onu hep sevdim.." İki damla yaş damladı elindeki mektuba, ıslanan gözlerden..
"..Ve hiç evlenmedim... Michael gibi birisini bulamadım ki.."
Hannah'a teşekkür edip odadan çıktım. Binadan çıkarken danışmada beni karşılayan kız :
- "Hannah Hanım yardımcı olabildi mi size?" dedi..
- "Hiç değilse bunun sahibinin soyadını öğrendim" dedim..Cüzdanı elimde sallayarak..
O sırada yanımda dikilip duran hademe bağırdı..
- "Hey baksana.. Bu Bay Michael'in cüzdanı.. Üzerindeki bu kırmızı şeritten onu nerde görsem tanırım.. Cüzdanını hep kaybederdi zaten.. Üç kere ben buldum, koridorlarda.."
Michael sekizinci katta yaşıyordu.. Ok gibi fırladım tekrar asansöre..
Michael yatmamıştı.. Okuma odasında kitap okuyordu.. Hemşire beni ve elimdeki cüzdanı gösterdi.. Michael elini arka cebine attı, hızla..
Sonra sevinçle :
- "Evet bu benim cüzdanım" dedi...
- "Öğleden sonraki yürüyüş sırasında kaybetmiş olmalıyım..
Size teşekkür borçluyum.."
- "Hiçbirsey borçlu değilsiniz" dedim..
- "Ama özür dilerim.. İpucu bulmak için açtım ve içindeki mektubu okudum..."
- "Mektubu mu okudun?.."
- "Sadece okumakla kalmadım.. Hannah'ı da buldum.."
- "Buldun mu?.. Nerde?.. İyi mi?.. Hala eskisi gibi güzel mi..
Söyle, lütfen söyle.."
- "Çok iyi.. Hem de harika" dedim, yavaşça..
- "Bana onun telefon numarasını ver. Yarın onu hemen arayacağım.." Elime sımsıkı sarıldı..
- "O benim tek aşkımdı.. Onu öyle sevdim ki, asla evlenmedim..
Çünkü bu mektup geldiğinde hayatım, anlamsal olarak bitmişti."
- "Bay Goldstein" dedim.. "Gelin benimle.."
Asansörle üçüncü kata indik... Odanın kapısı açıktı. Hannah sırtı kapıya dönük televizyon izliyordu... Hemşire ona yaklaştı, omzuna dokundu...
- "Hannah" dedi.. "Bu bayı tanıyor musun?.."
Gözlüklerini ayarladı bir an baktı, tek kelime etmeden..
- "Michael" dedi, Michael, kapıda, kısık sesle..
- "Hannah.. Ben Michael.. Beni tanıdın mı?.."
- "Michael" diye yutkundu : Hannah.. "İnanmıyorum.. Bu sensin.. Benim Michael'im...
Michael Hannah'a doğru yürüdü yavaşça.. Sarıldılar. Hemşire hıçkırıklar içinde koridora attı kendini...
- "İşte Tanrının sevgisi de bu" dedim.. "Olacaksa.. Olur.."
Üç hafta sonra beni huzurevinden aradılar. Pazar günü bir nikah vardı.. Gelebilir miydim?..
Harika bir nikah töreni idi. Hannah ve Michael beni nikah şahidi yaptılar üstelik. Hannah açık bej elbisesi içinde çok güzeldi.. Michael de
lacivert takımı içinde hala çok yakışıklı... Huzurevi onlara, bir minik daire tahsis etti...
Eğer 76 yaşında bir gelinle 79 yaşındaki bir damadı, 16 yaşında bir kız, 19 yaşında bir delikanlı havasında görmek isterseniz, orayı ziyaret etmeniz gerek..Nerdeyse 60 yıl süren bir aşk hikayesi için, ne güzel bir son değil mi?...
|
|
|
23 Haziran 2008 Pazartesi
21:16:51
|
|
|
Gideceksin
Gideceksin.... gideceksin biliyorum... sık sık "alışmalısın" deyişinden belli... bavulunun her zaman toplu duruşundan, gözlerini, gözlerimden kaçırışından belli... bir gün "ben yokum" diyeceksin... sen yoksan, benim de olmadığımı bilmeyeceksin... ... gideceksin biliyorum... içimdeki garip hüzünden belli... dizlerimdeki yorgunluktan, şiirlerin kıtasından, şarkıların notasından belli... hiç acımadan, arkana bakmadan... ... gideceksin biliyorum... gün ışığını bodrumlara taşımanın hüznünü bırakacaksın, yatağa mutsuzca girmenin... yokluğunu hatırladıkça yüreğime saplanan sancıyı iliklerimde hissedeceğim... gözlerin kalacak aklımda... bir de saçların... ... gideceksin biliyorum... ne beynimize kazıdığımız yazılar kalacak, ne de sevimli şakalarımız... kimsenin çıkmasını beklemeyeceğim köşe başından... kimseyi korkutmayacağım... ... gideceksin biliyorum... bir kırık kalp bırakacaksın arkanda, bilgisayar programlarından... bir çift de kısık göz... her akşam gittiğin saatte yola bakacak ama seni görmeyecek... ... gideceksin biliyorum... ninni söyleyerek uyuttuğunu unutarak... "rüya bitti" diyeceksin, "uyan"... “uyan hadi be adam... geç kalıyorsun gerçek hayata...” uyanacağım... ... gideceksin biliyorum... ne bir bayram sıkıştıracağız adı belli olmayan sevdaya... ne bir yılbaşı... ne de "iyi ki doğdun meleğim... anne-babana teşekkürler" diyebileceğim... gideceksin... ... gideceksin biliyorum... senden sonra kimse acımayacak bana, "yorma kendini" demeyecek... kollarına düşecek kadar halsiz olacağım... kolların olmayacak... ... gideceksin biliyorum... ne bir reklam repliği kalacak akıllarda, ne de konusu belli olmayan rüyalar... ne büyük mutlulukları küçük an`lara sığdırma çabası ne küçük anlara büyük sürprizleri... ... gideceksin biliyorum... buğulu gözlerinle ferahlattığın bu kalbi bir veda ile paramparça edeceksin... "yaram derinde" diyeceğim; Güleceksin, "buz koy" diyeceksin... ... gideceksin biliyorum... artık kilometrelerce uzaktan hissettirmeyeceksin kokunu... saçlarındaki şelaleyi, ellerindeki müziği dinletmeyeceksin... bir taş atımı uzakta olsan da, incecik belinin sırrını çözemeyeceğim... tavlanın ustasını öğrenmeden gideceksin... ... gideceksin biliyorum... hayatımı değiştirdiğini bilmeden gideceksin... vakit dolsun diye yaşayan adama, saniyelere yalvarmayı öğrettiğini görmeden... bir bestecinin eserini göremediği gibi... ... gideceksin biliyorum... tek günlük ayrılığına dayanamazken, bir öğün yemeğin lezzeti hatırına senelere isyan ettirerek... bir sigara içimi kaçamağa her şeyden vazgeçerken bir kelimene, bin yılın sevincini sığdırarak gideceksin... ... gideceksin biliyorum... yasakladığın kalbime söz geçiremeyeceğim... beynim uyuşacak... ayrılığın içimi kemirecek... geriye birkaç şiir, bir de resmin kalacak sana söyleyemediğimi, ona söyleyeceğim; gideceksin...
|
|
|
23 Haziran 2008 Pazartesi
21:20:39
|
|
|
Düşlerde sevdim seni, söyleyemedim... Sessiz öptüm nefesini, söyleyemedim...
Ben seni, hep senin bilmediğin zamanlarda, senin bilmediğin mekanlarda sevdim... Bunu sana hiç bir zaman söyleyemedim... Anlatabilecek kelime bulacağımı hiç sanmadım... Düşlerimdeydin hep... Öyle büyüktü ki varlığın beni aştı ama sana ulaşmadı... Ben seni, hep uzak sevdim, uzak öptüm... Sessiz, sakin, sen rahatsız olma, ürkme diye, benden kaçma diye usulca öptüm... Her nefesim senindi... Çünkü ben, sen nefes alıp verdikçe vardım... Ama sana ne sesimi, ne nefesimi duyuramadım... Çığlık oldu sevgim, çarpı herkese... Bir sana teğet geçti... Öğrenemedin... Söyleyemedim...
Sana ben şiirler, sözler büyüttüm, Sana ben baharlar, yazlar büyüttüm, Sana ben hummalı gizler büyüttüm, Söyleyemedim...
Her kalemin ucuna düşen harf sendin... Her dilimin ucuna gelen kelime sendin... Ben her yazdığım kelimede seni büyüttüm, ben her kurduğum cümlede seni büyüttüm... Sen bilmedin, ben söyleyemedim... Bahar sen varsan gelirdi, yaz sen varsan güzeldi... Her gelişin bahar, her dokunuşun yazdı bana... Ben her bahar hüzün kaplar, her yaz yaşlar akıtırdım yokluğunda... Ben her baharı sen diye bekledim, ben her yazı sen diye geçirdim... Bütün güzelliklerini sana büyütüm... Sen bilmedin, ben söyleyemedim... En ateşlisi sanaydı aşkın... En güzeli, belkide en büyüğü sanaydı... Gizli gizli yanardı yüreğimde... Aşkım büyüktü, ateşi büyüktü, giz`i hepsinden büyüktü... Gösteremedim... Nasıl beni yakıp, erittiğini bilemedin... Oysa sen buz gibiydin... Yine de gelmedin... Nasıl bir yürek büyüttüm sana gizli gizli... Sen bilmedin, ben söyleyemedim...
Şarkılar yazdım sana, okuyamadım... Hep yanımdaydın oysa, dokunamadım...
Sana ben hayaller, düşler büyüttüm, Sana ben gözümde yaşlar büyüttüm, Sana ben hummalı aşklar büyüttüm, Söyleyemedim...
Her şarkıya seni koydum, her şarkıyı sana yakışırdım... Sen varsın diye söyledim hepsini ama sana duyuramadım... Hep benimle olduğunu hiç bilmedin. Hayalinle yatar, hayalinle kalkardım anlamadın. Anlamadığın, hissetmediğin için dokunamazdım sana, duvarların öyle kalındı ki, yapamadım...
Hayallerimdin işte sen, bütün düşlerimdin... İyiye, kötüye akan her damla yaş sanaydı, sensiz olmazdı... Ateş gibiydi işte aşkın, dedim ya yakardı, söndüremezdim... Ama sen hiç birini bilmedin, Ben de Söyleyemedim...
|
|
|
23 Haziran 2008 Pazartesi
21:54:04
|
|
|
gül yüregine sagllık dost
|
|
|
23 Haziran 2008 Pazartesi
21:54:36
|
|
|
mahmut bey saygılar efendim
|
|
|
23 Haziran 2008 Pazartesi
22:03:00
|
|
|
teşekkür ederim yiğit
|
|
|
23 Haziran 2008 Pazartesi
22:03:51
|
|
|
KAPANANA KADAR
Seni sevmek yoktan gelen duyguları ayaklandırmak gibi… Yaşanması imkansız ne varsa Hepsini yaşamış saymak gibi… Seni sevmek hızlı koşmak Ve yorulmamak gibi… Soluklanmaya ihtiyaç duymadan Mutluluğun doruğuna ulaşmak gibi… Hiç sevemediğim şeyleri sırf sen diye kovalamak Ve bundan heyecan duymak… İşte varlığımın bütün pencereleri Senin bana gelmenle açıldı… Şimdi kader seni almaya çalışıyor benden O soğukluğun eşliğinde Bırakır mı seni bedenim Ellerim,yüreğim? Ölüm kimseye yakışmıyor sevdiğim, Konduramıyorsun onun soğukluğunu, Yüzüne bakmaya dahi kıyamadığına! Bugün biraz daha solgun yüzün Ama acılarını ardına sakladığın gülüşün hep aynı “Doktor” dedin,ben kapıdan girerken ”Sakın söyleme ona,artık ağrılarımı dindirin, fişi çekin!” Yakışmaz sana sevdiğim, O gözlerin kapanmasına nasıl dayanır yüreğim! Doktor, gözleri dolu baktı gözlerime, ”O`nu kurtaracağım!” Ümit miydi verdiği, Yoksa ruhumun acısına eklediği bir yalan mı? Her ne olursa olsun inandı kalbim olacaklara, Güçlülüğümün en kuvvetlisini yaşattım sana, Tek göz yaşı akıtmadım yanında, Acıların ıstırap oldu bedenime Ve böyle beş ay geçirdik seninle Şimdi asıl tedaviyi yaşıyor ruhun, İyileşen ellerin,ayakların, Gözlerin,dudakların Teşekkürlerin en güzelini sunuyor Yaradan`a Ve tabi ki sözünü bir an olsun terk etmeyen Minnetlerin en`lerine layık doktoruna! … Sen bunları yaşarken hiç vazgeçmedim ben Durmadan aynı düşünceyi tekrarladı aklım Uyurken bile kapanmasına dayanamadığım gözlerinin Ölümün inanılmazlığını yaşamasına O kadar çok zamanı vardı ki “Erken daha!” dedim sana “Beni bırakman için çok erken” Her defasında sensizliğe yolculadığım Ellerinle sildiğin yaşlarım İlk kez utandı yanında Hiç unutamam bu anı Ve dediğin kelimeler Asla unutulmaya layık değiller “Merak etme sevdiğim, Kapanana kadar sana aşkla bakacak gözlerim”
|
|
|
23 Haziran 2008 Pazartesi
22:04:33
|
|
|
SU OL (limitsiz gülümse ve sonsuz ol...)
Bir an için sen su olduğunu düşün. Su denli özel, su denli yararlı ve su denli çok, tükenmez... İnaniyorum ki gerçekten de öylesin. Ama ister çesmelerden dökül, ister göklerden yağ, ister nehirler dolusu ak; dibi olmayan bir kovayı dolduramazsın. Yani seni dinlemeyenlere sesini duyuramazsın. Unutma daha çok bağırdığında daha çok dinlenmezsin, gürültünün parçası olursun yalnızca!... Suyun yanında olanlar suyu en az içenlerdir. Çünkü "Su nasılsa burada, gerek yok ki suyu kana kana içmeye" diye düşünürler.. Tıpkı, sesini sürekli duyanların seni dinlemedikleri gibi! Ormandaki hiçbir hayvan, ırmağın gürültüler koparan yerinden su içmeye çalışmadı şimdiye dek. Hepsi, hep sabahın en sakin anını bekledi; suyun durgun yerlerini bulabilmek için. Gittiler ve sakin sakin gereksinimlerini giderdiler. Onlar için en uygun olan kendi istedikleri zamandı. Sen hep bir su olduğunu düşün. Su gibi güzel, su gibi vazgeçilmez... Ve su gibi yaşam kaynağı olduğunu düşün. Ama su gibi yaşatıcı ol. Su gibi yıkıcı, sürükleyici ve öldürücü değil!.. Suysan bir bardağa siğabil ki damarlara girebilesin!..
|
|
|
23 Haziran 2008 Pazartesi
22:04:54
|
|
|
Su gibi özel, su gibi güzel, su gibi yararlı, su gibi gerekli ve su gibi bitmez tükenmez olduğunu da unutma. Ayrıca su gibi sakin olabileceğin gibi, su gibi de "kıyametler" koparıcı olabileceğini unutma... Vadiler varken önünde ve ovalar varken, yayılabileceğin küçük ırmaklara ayırabiliyorsan kendini ve bardaklara bölebiliyorsan, yaşam verirsin çevrene. Yoksa hep duyulmayan, dinlenmeyen, korkulan ve kaçılan olursun seller, afetler gibi. Tercih elindeydi hep ve hep "senin" ellerinde olacak... Ya tutmayı öğreneceksin dilini ya da hiç durmadan konuştuğun için, yalnızca bomboş ve anlamsız sesler çıkartan birisi olduğunu zannettireceksin çevrendeki insanlara! Ama yapman gereken şu değil mi? Düşüneceksin ne zaman ne söyleyeceğini. Düşüneceksin kimin dinleyip dinlemediğini, kimin anlayıp anlamadiğını
|
|
|
23 Haziran 2008 Pazartesi
22:05:13
|
|
|
Düşüneceksin anlatmak istediklerinin ne kadarını anlatabildiğini... Hatta anlayanların anladıklarının da senin anlattıklarının ne kadarı olduğunu düşüneceksin... Konuşmak için en uygun zamanı bekleyecek, en az ama en uygun sözcükleri seçmeye çalışacaksın... Yolcuların, önceden aldıkları biletleri ceplerinde olduğu halde, saatlerini kontrol ederek, zaman yaklaştığında, vapurun kalkacağı iskelede hazır olmaları gibi, sen de fikrini bildireceğin kişinin " kıyıya yanasmasını" bekleyeceksin!.. Demeyeceksin " Ben canım isteyince giderim iskeleye, vapur da o saniyede gelmek zorunda!.." Demeyeceksin " Ben aklıma geleni geldiği biçimde söylerim. Karşımdaki de değil duymak değil dinlemek, anlattığımdan bile fazlasını anlamak zorunda.. "Keşke öyle olsaydı. Keske haklı olsaydın, ama maalesef değil... Ağzını açıp "Şelaleden dökülen suyu" içmeye çalışan bir tavşan gördün mü hiç?... Ya da önüne çıkan ağaçları bile sürükleyen bir selden susuzluk gidermeye uğraşan bir ceylan gördün mü? Kaplanlar bile içebilmek için suyun durulmasını bekler; beyni olan her canlı gibi! Hadi... Sen şimdi " su olduğunu" düşün ve kendini " su gibi " hisset... Su gibi özel, su gibi güzel, su gibi berrak, su gibi yararlı... Su gibi yaşam kaynağı ve su gibi bitmez tükenmez olduğunu anımsa... Ama yine su gibi " küçük bir bardağın içine" siğdır ki kendini girebilmeyi öğren insanların damarlarına. Yaşam ver... Vazgeçilmez ol!..
|
|
|
23 Haziran 2008 Pazartesi
22:10:25
|
|
|
Her defasında sensizliğe yolculadığım Ellerinle sildiğin yaşlarım İlk kez utandı yanında Hiç unutamam bu anı Ve dediğin kelimeler Asla unutulmaya layık değiller “Merak etme sevdiğim, Kapanana kadar sana aşkla bakacak gözlerim”
|
|
|
23 Haziran 2008 Pazartesi
22:11:13
|
|
|
Bir sabah sen uyurken, bir çığlık kopacak Bu çığlık seni ve herkesi uyandıracak Kalkıp nereden geliyor diye bakacaksın Baktığında bizim evden geldiğini anlayacaksın Sen daha şaşkınlığını atamadığın bir anda Bir sela sesi çınlayacak bu şehrin sokaklarında Tüm insanlar toplanacak birden oraya Benim öldüğümü söyleyecekler sana İnanmak istemeyeceksin onlara Sonra koşup geleceksin bizim eve Sarmışlar beni beyaz bir çarşafa Bir hoca, dua edecek baş ucumda Derken tabuta koymak isteyecekler beni Vermemek için tutacaksın beyaz kefenimi Yalvaran gözle bakacaksın onlara Dokunmayın diyeceksin ne olur dokunmayın ona Ben koyarım onu tabutuna Ellerin varmayacak beni tabuta koymaya Mecbur olduğunu anlayacaksın bir anda Koyacaksın beni o uzun sandığa Ve dönüp onlara beni sevdiğini söyleyeceksin Sonra dönüp bana İnan bu sözüm yalan değil diyeceksin Sarılıp tabutuma bir off... çekeceksin İşte o an benim aylarca çektiğimi Sen bir anda çekeceksin Geçte olsa hatanı anlayacaksın Bir an yaşlı gözlerle bana bakacaksın Bak sana döndüm diye yalvaracaksın... Mecburen seni seveni.. Beyaz kefeninde bırakacaksın Ve o günden sonra insanların dilinde Geç dönen sevgili olarak anılacaksın"
|
|
|
23 Haziran 2008 Pazartesi
22:14:39
|
|
|
Hani tutunursun bir sevdaya O tutmasa da seni Hani özlemişsin ya sevmeyi Hani seversin ya masum, çocukça, erkekçe Güvenirsin ya hani, kandırır seni Hani görürsün taş olur yüreğin Tövbe edersin, hani sonra yine özlersin
|
|
|
23 Haziran 2008 Pazartesi
22:16:04
|
|
|
bosuna gizleme benden sırrını seni benim kadar taniyan olmaz atdigin adimi bilerek yürü sakin düsme düsme ahh tutanin olmaz
felek ile bir gun aran acilir yillardir verdiklerini bir gunde alır hasta olsan gozun yollarda kalır gelipde bir yudum su verenin olmaz
simdilik guzelsin seven cok olur sevipte sevilmeyen mesutmu olur sevipte taptiklarin hepsi yok olur sonra halini soranin olmaz
mutluluk umarsin hicran bulursun bir zalime gonul veripte sende yanarsin ben öldükten sonra beni anlarsin o zaman teselli verenin olmaz o zaman sevgi verenin olmaz
|
|
|
26 Haziran 2008 Perşembe
20:35:52
|
|
|
Bu güne kadar özlediğimden öte, Düşünür oldum yüreğini. Hele birde bunu sana yazamamak, Haykıramamak gözlerine. Paylaşamamak hiçbir şeyi, Yaşayamamak geçmiştekileri. Öyle yakıyor ki yüreğimi, Açlığımın en acı sızısı oldun. Dün yoktun, Bugün yine yoksun! Ya yarin, ertesi gün, Yine mi sensiz kalacak bu can...
|
|
|
26 Haziran 2008 Perşembe
20:46:07
|
|
|
merhaba canlar
|
|
|
26 Haziran 2008 Perşembe
21:04:37
|
|
|
kimsesizliği örten çocuklar görmüştüm. Sokağın rüzgar almayan bir köşesine kıvrılmış mışıl mışıl uyuyorlardı. Fotoğraflarını çekmek istedim önce ama sonra onları an içinde dondurmak yerine, hafızamda canlı tutmayı tercih ettim...
İnsanoğlunun çelişik çıkarları arasında yerimi bulmaya çalıştım... Aslında bende orada, kaldırım taşları üzerinde, açıks sırtından soğuk bir rüzgarın girdiği çocuklardan biriydim... Bir fısıltıyla gözlerimi açtığımda beni gördüm, bana bakarken... Uyuyormuş gibi yaptım, bana bakan "ben" elindeki fotoğraf makinesini önce üzerime doğru çevirdi, sonra vazgeçti...
Herkes bir şeyler bildiğini saklıyordu gözlerinde... Bense okumaya çalışıyordum eksik cümlelerde...
Şimdi sana rastlayan yanımla konuşuyorum, üzerimi açık bırakan her bez parçasından usulca girdin, burun deliklerimden, ter gözeneklerimden...
Aşkla üşüyen çıplak bir neferim bu kaldırımın kenarında...
|
|
|
26 Haziran 2008 Perşembe
21:09:01
|
|
|
Damarlarımdan... Geçit vermeyen yolların dar köşelerinden... Suçlu sevilerin yaralı bekleyişlerinden... Yürekten dökülen demli sözlerin tesellisinde... Akıyorum ey zaman...! Sana doğru...
Yerden yere vuruldu yıllarca içimdeki mevsim... Ne kışı bildim ne de yazı... Tek mevsim yolculuğum vardı, adını benim bile bilemediğim, bilmediğim... Kayıp anların tortusunda devraldım ışığın tenime değen rengini... Saf, berrak ve öylesine ben doluydu... Bir sır gibi...
Ömrümden ömrüne açılacak binlerce kapıdan, tek bir kapı var yol aldığım... Canını canıma emanet ettiğin yerde duruyorum... Akan yaşların duruluğunda taşıyorum içime ektiğin tohumları, zamansız şarkıların dillendirişi gibi kapanmış yolları... Hasret taşırıyorum yüreğimden an be an... Özlem kavşaklarını dönüyorum adım adım ve her adımda düş taşıyıcılığı yapıyorum... Seninle aldığım nefeslerin tadı hiç olmadı sevdiğim... Bilmiyorum...
Hayat bazen öyle küçük anlarda kuşatıyor ki dünyamı, ben bile ellerimin çocuksu kapanışlarına dayanamıyorum... Kapanıyorum...
İçimdeki girdapların sayısını ezberlediğim, nice senem oldu şu yaşta... Bazı şeyler var ki gözlerimizden taşıyor geceye... Hangi doğuma uyanıyoruz ve hangi düşlerin kucağında yatırıyoruz mayalı bekleyişlerimizi, kestiremiyorum... Asıl daralan, bekleyişlerin boynumuza astığı o kalın ip... Bizi çıkmaza sürükleyen... Bir sigaraya bile dayanmıyor gecem, başım dönüyor... Özleminin vurduğu kalbim içten içe çekiliyor sana... Bil ki ben de varoluyorum, ölümün kucak açtığı bir hayatta, verdiğin o muhteşem tatla... İnsan bazı duyguların eşiğinde, yaşamamışlık çıkmazında açmaza düşüveriyormuş, anladım... Yıllarca taşıdığım sevgi damlaları bu defa beni vurdu... Çiçek çiçek dokunuyorsun ömrüme, kendimi ertelediğim bir anda... Ordasın... Yıldızlara boyun eğdiğin, ellerini sıkıca başında birleştirdiğin gecenin yalnız odasında...
Beklediğim... Canıma bir ömür yoldaş olacak sevdiğim...Birgün daha yaşandı kollarımda... Ufak bir kız çocuğu göz kırpıyor yanaklarıma... İlk çığlığını duyuyorum derinlerden... Su gibi... Suya dokunmak gibi... Terk edip koca bir şehri bilinmezliğin içinde, yepyeni bir sayfa açmak gibi... Kırmızı tokaları olsun annesinden saçlarına dokunan... Düşleri olsun yaprak yaprak gecelere dokunan ben gibi...
Sevdim... Birtek seni seçtim, tüm yaşanmışlıklar adına... Adınla yatacağım bu gece uykuya... Saatler kala paylaşacaklarımıza, gerçek yaşama ulaşmadan gri bir gökyüzü ellerimle sıyıracağım bu geceyi bulutların arasından...
Sesim...
Sesinin yankısı...
her nerdeysen düşünde, senin yanına geliyorum sevdiğim..
Eğer buradaysan, senden başka bir yere gitmiyorum...
Yazgım, biraz da kanaması hayatın...
hala kanayabildiğimi görebilmek belki de...
tıpkı, uykunda açtığın tenini tenimle örtebilmek gibi..
Güçsüz bırakmayacağını, ellerinle ömrüme her zaman dokunacağını ve seni ömrüm yettiğince seveceğimi biliyorum...
Sen sevdiğimsin...
Göğsünde ölmeyi beklediğimsin
Bil ki, her can alışında hayat, çeperlerini tekrar doğmak için tekmeliyorum..
günaydınım...
sevdiğim...
|
|
Mesaja cevap yazmak için gruba üye olmanız gerekmektedir.
|
|