sevgi diyarı > Mesaj Panosu > -- İSYANIM GELDİ PAYLAŞTIM BENDE --

-- İSYANIM GELDİ PAYLAŞTIM BENDE --


GönderenMesaj

Yasmin (Yasmini)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
247
27 Mayıs 2008 Salı 17:40:16

 

Kozalak Yansa Bile Çam Büyür

Bizim oralarda, eflatun çiçeklerin arasında, diken saklayan çalılar vardır.
Çalıların ve ısırgan otlarının arasında korumadadır kırmızı gelincikler.
Sonra sapsarı papatyalar... Hani şu kocaman olanlarından. Uzaktan baktığında kırmızı,
eflatun, sarı ve yeşil çiçeklerle dokunmuş bir halıdır toprak.
Dere yatağına kadar bayır aşağı yuvarlanmak ister insanın canı...
Ama deneseniz bunu, ezseniz çiçekleri, epey bir yanar canınız.
Dokunduğunuz güzelliğin bedelini ödersiniz acı kaşıntılarla,
irili ufaklı diken yaralarıyla. Anlıyor musunuz beni? Doğa bile korur çiçeğini...

Sonra domates tarlaları başlar kırmızı-yeşil.
Ayçiçekleri güneşlenmeyi bekler doğan günle.
Işık fulyaları rengarenk dökülürken dağlara, vakitli horozlar gerile gerile uyanır.
Basarlar yaygarayı mor-turuncu göğün altında.

Beyaz bulutların gölgesi düşer tarlalara ve
kuzeye süzülen kapkara bir kartal gölgesi gibi akıp gider bulutlar hızla.
Sonra birden kızıla boyanır ve eflatuna. Uyuşuk bir sarı kımıldanır mavinin içinde.
Mavi-beyaza ve sarıya uyanır gök. Ay yavaş yavaş, yitik bir hasret gibi silinir gider.
Sarı buğday saplarının içinde, boyundan epeyce büyük bir balyayı sürüklemeye çalışan
gürbüz çocuğu izlersiniz keyifle.

Havayla beslenirsiniz bir yandan. Nefes aldınız mı, ciğerlerinize sığdıramazsınız havayı.
Evrenin en renkli köşesidir sanki burası. İnanın, kavakların arasında oynaşan kuş sesleri;
dere kenarında çalışan su motorlarının, traktörlerin ve
patpatların hırıltılarını bastırır. Sonra al yanaklı kadınların kahkahaları,
dil kardeşidir kuşlarla. Kimisi karşı tepede ot biçer, kimisi domates toplar.
Güneş kavurmasın diye derilerini, yüzleri elleri alabildiğine sarılıdır.
Bu sıcakta dersin, ne kadar serindir gözleri...
İşte, bu renkli cümbüşün içinde bir çiçektir Derya.

Ben bütün gelinciklere Derya derim, Derya`ya gelincik.
Tam, tepeden Ankara treni geçtikten sonra, elinde çıkınıyla görünür yolun başında.
Ben su almaya inerim işte tam o vakit, bir kez bakmak için yeşil gözlerine.
Hemen eğer bakışlarını. Hızlı hızlı geçerim yanından. Kavakların altına varırım.
İzlerim gizliden, ta ki minarenin ışıkları yanana kadar.
Bilirim ışık yandı mı toplayacak yemek çıkınını ve elinden tutup kardeşinin,
aceleyle dönecektir eve. Bir şey alırım yerden. Herhangi bir şey.
Büyük bir ciddiyetle taşırım elimdekini, keserim yine yolunu gölgemle.
Bekler yüzümü utanarak ve usulca gösterir gözlerinin yeşilini.
Saçları omuzlarına dökülen kara köpüklü dalgadır. Saçları üfül üfül.
Kaşları yüzüne konmuş bir çift martı. Ben, küçük kardeşinin kömür saçlarını okşarım.
Hiç usanmadan her gün.
Her gün Ankara treninden, minare ışığına kadar gönlüme açan bir çiçektir Derya.
Derya, diyorum memur bey. İşte şimdi sizin korumaya aldığınız çiçeğin ismi:
"Derya".

Bir de bizim oralarda, korkunç kışlar ve karanlıklar vardır.
Daha da korkunç olan, töreler vardır memur bey. Ağalar, beyler, töreler.
Sevdalar pazarlıklıdır. Benim umudum bir trenden, minareye kadarsa;
bütün sınırlar ağa oğlunundur. Köprüden, mezarlığa, kavaklardan dereye,
her toprak parçasında, her evde, odada, yürekte zorla hakları vardır.
Dedim ya, Derya bir gelinciktir. Ağa oğlu Rıza da ona "gelincik" der.
"Küçük gelincik, alacağım seni!" der. Her gördüğü yerde der, der!
Onun sesini duydukça Derya`nın gönlü kabarır öfkeyle. Yolunu değiştirir;
karartır yüzünü, yağmura kesmiş bulut gibi.
Tren, hani şu Ankara Treni, tam tepeye gelir memur bey.

Tren kapkara, uzun gövdesiyle akar akar... Minare yanar, tutuşur minare.
Derya, gelmez o gün. İşte şu karşınızda yatan, Derya.
O yine her zaman ki gibi, yemek çıkınıyla çıkmıştır yola.
Rıza çıkar önüne. O, kaldırmaz başını. Rıza kolunu tutar. O, çeker elini.
Rıza belinden tutar. O, tükürür yüzüne.

Bunları bana o akşam, İstanbul`a kaçacağı akşam, kavakların altında anlattı fısıltıyla.
Gözbebekleri bile titriyordu korkudan. "Öldürecekler beni. Öldürecekler. Kaçacağım.
Sonra sen de gelirsin." diyordu. Ben de geldim işte, geldim memur bey.
Sonra Rıza tokatlar Derya`yı. Derya, bir daha tükürür.
Rıza bu sefer öyle sert vurur ki, Derya kendinden geçer.
Sürükler onu ağaçların arasına. Sonra Derya kendine gelir, direnir.
Kurtulamaz tecavüzden. Şaşkındır. Çaresiz. Korku dolu. Eve döner koşarak.
Annesine, onu anlayacak tek kadına sarılır; ağlar, ağlar, ağlar...

O akşam kavakların altında sarıldı bana, ağladı ağladı.
Anası ittirir, yere atar öğrenince. Ben sarıldım ağladım, sevdiğimin yarasına.
O akşam kavakların altında ağladık tarih dolusu, töre dolusu.
 
Bir otobüs müydü, asfalt mıydı kurtaracak bizi bu zulümden bilinmez ama,
camın arkasında daha bir parlaktı gözlerinin yeşili.
El salladım gülümseyerek ve döndüm yıldızlı gecenin altında köye.
Şu gece gibi çökmüştür Derya`nın üstüne hayat.
"Hayat bu değil, böyle değil Derya!" diye bağırdım geceye.
Baykuşlar cevap verdi sesime.
Sulama boruları köyün içindeki oluklardan geçer. Suyun içten içe aktığını duyuyordum.
Köpekler haberleşiyordu yine. Her evin bahçesinde bir köpek vardır.

Derya`ların evi kahveden iki sıra önceki evdir. Duvarına sokak lambası dayalıdır.
Lambanın ışığının altında kelebek ve sivrisinekler dönüp ötüşüyordu o akşam yine.
Işığın daha altında, sedirlerde, aile meclisi toplanmış kanlı bir fermanı imzalıyordu.
Rıza da oradaydı. O yaptığı hatayı malla ödeyecekti, Derya ölümle.
Derya, Rıza`nın hatasını, zulmünü, pisliğini canıyla ödeyecekti.
Amcaoğulları kuşanmış silahlarını hazırdılar. Bir kelebek yandı ampülde, düştü ortaya.
Tutup attı onu annesi, bir yandan da öfkeli ağıtlar yakıyordu.
"İstanbul`a gitmiş" diyordu. "Arkadaşı Nermin`e söylemiş.
B

Yasmin (Yasmini)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
247
27 Mayıs 2008 Salı 17:41:07

Tutup attı onu annesi, bir yandan da öfkeli ağıtlar yakıyordu.
"İstanbul`a gitmiş" diyordu. "Arkadaşı Nermin`e söylemiş.
Babası döve döve konuşturmuş Nermin`i. Gidin bir an önce bitirin işinizi." diyordu.
Gelmeliydim memur bey, onlardan önce bulmalıydım Derya`yı.

İstanbul büyük şehirdi; hak vardı, hukuk vardı... Devlete sığınırdık.
Polise sığınırdık. Bizim ağaların ağalığı buralarda geçmez sanırdık.
Amcaoğulları benden önce buldu Derya`yı.
Sığındığı akrabasının sokağında pusuya yatmışlar.
Saatlerce beklemişler çıkmasını. Derya nazlı bir gelinciktir memur bey.

Beton binaların arasından çıkmış usul usul. Elinde boş süt şişeleri.
İki el silah sesi duyulmuş. Parçalanan şişeler...
Sokak gelincik kırmızısına kesmiş. Çevredekiler hastaneye kaldırmışlar hemen.
Yaşıyormuş hala. Hala ve daha yaşayacakmış. İlk müdahaleyi yapmış doktorlar.
Bir odaya yerleştirmişler. Polise ve akrabalarına haber vermişler.
Saatler geçmiş kimseler gelmemiş. Yavaş yavaş kendine gelmiş.

Yaşadığına sevinmiş ve gözlerini aralamış Derya. Namluyla göz göze gelmiş.
Namlunun ardında amcaoğluyla. "Kabustayım demiş, kabusta..."
Kapatmış gözlerini, açmış; namlu. Kapatmış, açmış; namlu. İnanamamış.
Cellat çekmiş tetiği. Susturucu, boğmuş bütün sesleri.
Bütün sesler önceden boğukmuş zaten. Çünkü kimseler gelmemiş memur bey.
Ne polis, ne akrabaları, ne görevliler... Katiller takıp bellerine silahlarını,
çıkmışlar odadan. Hastane odasına yaprak dökmüş gelincik.
Bunları da akrabaları söyledi bana. Ben onu bulmaya gelmiştim. Hani o akşam;
İstanbul`a kaçacağı akşam, demiştim ya gelirim diye; geldim işte memur bey.

Buldum akrabalarını, öğrendim çiçeğimin solduğunu. Hastaneye gideyim,
bir de ben sorayım dedim. Tam caddeden geçecektim,
Derya`nın amcaoğullarından Seyid`i gördüm. Benim sedef işlemeli bir çakım vardır memur bey.
Dede yadigarı. Şimdiye kadar onunla tarlada karpuz kesmiştim.
Ya da domates dalı, ayçiçeği kafası. Çıkardım çakıyı yavaşça. Takıldım arkasına.
Bir araya girdi hızlı hızlı. Seslendim arkasından. Beni görünce sevindi. Tabii,
kocaman şehirde yalnızlık ürkütmüştü onu. Karanlıktı sokak. Egzost kokuyordu hava.
Caddedeki otomobillerin sesi dolduruyordu sokağı. Gülümseyerek yaklaştım. Sarıldık.
Bir elimle tutup ensesinden, sapladım çakıyı karnına. Bir daha, bir daha...
İnleyerek dizlerinin üstüne çöktü ve yüz üstü kapaklandı yere.
Her suçun bir cezası olmalı memur bey. Bize işlenen suçun da. Koşarak çıktım aradan.
Atacaktım çakıyı. Kıyamadım. Dedim ya dede yadigarı. Hem daha işim var onunla.
Sonra hastaneye geldim.

Girişteki bir hemşirenin yanına yaklaştım. "Derya" dedim, "gelincik" dedim, anlamadı.
"Bizim köyün en güzel kızıdır." dedim. Belki de evrenin...
"Yeşil gözleri, dalga dalga kara saçları var" dedim, anlamadı.
Vurmuşlar onu yol ortasında dedim. "Evet vurulan kız,
onu morga indirdiler ama oraya inemezsiniz. Çünkü onu polis koruyor." dedi.
"Polis mi koruyor? Ölmedi mi?" dedim. "Öldü." dedi. "Ölüyü kimden koruyorlar?" diyecektim,
burun kıvırıp uzaklaştı. Bir ölüyü polis niye korur memur bey?
Yanmış bir gelincik tarlasını niye bekler bekçi, susuz dereyi, kurumuş meyvasız ağacı...
Söyler misiniz bana?
Bir köşeye oturdum sonra. Başladım morgun kapısındaki polisleri izlemeye.
Bir süre sonra kantine doğru yöneldiler. Hızla girdim içeri ve gördüm Derya`mı...
Edalı, nazlı gelincik. Öylece yatıyor sedyede. Ve başında siz, memur bey.

İşte anlatıyorum hikayemi. Anlıyor musunuz beni?
Doğa bile korur çiçeğini solmasın diye.
Çiçek solduysa, ısırgan da, çalı da ezilmiştir zaten.
Gülü dikeninden mi koruyorsunuz memur bey? Daha önce neredeydiniz?
Burada da satılık mıdır sevdalar?
Ağası kimdir buranın?
Kimdir bu töreleri besleyen?
Kimdir sevdalıyı kurşunlatan?
Korkmayın memur bey. Ağalarınıza sormak gerek bunları.

Ben şimdi çıkacağım buradan. Kaçacağım. Çünkü ağaoğluna malının yetmediğini göstereceğim.
Alacağım canını. Biliyorum, gelinciğimi, gözünüzün önünde göremezken, bulacaksınız beni.
Ama önce hesap soracağım. Görecekler, ağalardan da hesap sorulur.

Bizim oralarda kor çamlar vardır bilir misiniz memur bey? Bir kozalak düşer.
En büyüğü. Çürümeye bırakır kendini. Çürüyüp kurudukça, çekirdekteki tohumları beslenir,
büyür. Kozalak biter gider, tohumları erer toprağa.
Kozalak yansa bile, çam büyür memur bey...

Denef Demiray

 

Yasmin (Yasmini)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
247
27 Mayıs 2008 Salı 18:00:58

 



Menekse (aziashop)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
232
28 Mayıs 2008 Çarşamba 12:22:12
http://www.ortanokta.com/benfeba/blog/blogid=1232102#blog
Uzun çok uzun yıllar önce mutluluk ve güzellik içinde yaşayan bir topluluk varmış. Başarılı, sevecen,dürüst insanlarmış bunlar. Bu toplumu çekemeyen komşuları ise mutluluklarını bozmak için çeşitli planlar kurar dururlarmış.Amaçları ise kaleyi içten işgal etmekmiş. Hemen işe koyulmuşlar tabi. Kısa bir zaman sonra bu mutlu toplulukta isyanlar ve kavgalar başlamış. Bunu fırsat bilen diğer topluluklar ise hemen savaş açmışlar. Kendi iç savaşları yetmezmiş gibi birde, diğer toplumlarla yıllarca savaşıp iyice yılan bu insanlar göç etmeye karar vermiş. Savaştan arta kalanlar yollara düşmüşler huzuru bulmak için. Dolanıp durmuşlar. Ve bir gün bir tipinin ortasında kalmışlar. Ama ne tipi; tam 15 gün sürmüş. Bittiğinde ise bulundukları yerin dağlarla korunaklı bir yer olduğunu keşfetmişler. Güneşin güzel ışınları karlarda dans ederken,uzakta başını gökyüzüne kaldırmış duran MAVi bir gül görmüşler. Saatlerce bu güle bakıp hayal kurmuşlar. Bu gül onları öylesine etkilemiş ki, çiçeğin bir sihirli, bir gücü olduğuna inanmışlar. Nasıl inanmasınlar ki soğuk bir bölgede sıcağı seven bir gül duruyor. Bu çiçeğin onları koruyacağına inanmışlar ve oraya yerleşmeye karar vermişler. Yıllarca mesut yaşamışlar; eski güçlerine tekrar kavuşmuşlar bu bölgede. Tabi biricik gülleri de onları yalnız bırakmamış; her yıl ayni yerde ve zamanda çıkmaya başlamış. Ünleri yine tüm dünyayı sarsmaya başlayınca herkes şaşırıp kalmış bu işe. Gel zaman git zaman bir gün MAVİ gül çıkmamış. Hemen ertesinde ise o mutlu toplulukta kaybolmuş.Ticaret yapan kervanlar bir gün bu ülkeye gelince o topluluğu bulamamışlar.Kimse o güzel insanların ve gülün akıbetini çözememiş. O toplumdan ise sadece ağızdan ağza söylenen şu sözler kalmış :

" - Saflığın, Dürüstlüğün, Sevginin, Onurun, Mutluluğun, Özgürlüğün çiçeğidir Mavigül.

Bizler bu çiçek sayesinde sevgiye ve özgürlüğe ulaştık; Yaşamın gizemine eriştik... Şimdi ise mutluluğa eriyoruz..! Size bir armağanımız olacak. Mavi Gülü size de bırakacağız; Yaşamın anlamını öğrenmeniz için. Bu EFSANE ÇİÇEK dünyanın herhangi bir yerinde ve herhangi bir zamanda ortaya

çıkarak sizi şaşırtacak. Onu görenler ise dünyanın en bahtiyar, en mutlu ve şanslı insanları olacaklar. "

İşte efsane böyle* inanıyoruz ki; herkesin hayalinde yaşattığı bir Mavi Gülü vardır.Mavi gül zerafetin ve sevginin simgesidir.sizde sevdiğinize sevginizin simgesi olan Gülü verin..Mavi gül efsanesi,Sevginin ışığı yolunuzu aydınlatsın.

DOSTLUKLAR DAİM OLSUN....

yüreğinizdeki mavi gülünüz solmasın

Abdullah (candaş)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
2062
28 Mayıs 2008 Çarşamba 23:52:56
Teşekkürler Yamin ve Menekşe.Zevkle okudum yazdıklarınızı.Ellerinize ve yüreğinize sağlık

Abdullah (candaş)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
2062
28 Mayıs 2008 Çarşamba 23:57:19

Acele Karar Vermeyin

 

Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Çok fakirmiş ama Kral bile onu kıskanırmış...Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki, Kral bu at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış.. "Bu at, bir at değil benim için; bir dost, insan dostunu satar mı" dermiş hep. Bir sabah kalkmışlar ki,at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış: "Seni ihtiyar bunak, bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi.Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın.Şimdi ne paran var, ne de atın" demişler...İhtiyar: "Karar vermek için acele etmeyin" demiş."Sadece at kayıp" deyin, "Çünkü gerçek bu.Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar.Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı? Bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç.Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez." Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler.Aradan 15 gün geçmeden at, bir gece ansızın dönmüş...Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine.Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş.Bunu gören köylüler toplanıp ithiyardan özür dilemişler."Babalık" demişler, "Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için, şimdi bir at sürün var.." "Karar vermek için gene acele ediyorsunuz" demiş ihtiyar. "Sadece atın geri döndüğünü söyleyin.Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç.Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?" Köylüler bu defa açıkça ihtiyarla dalga geçmemişler ama içlerinden "Bu herif sahiden gerzek" diye geçirmişler...Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeyeçalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara."Bir kez daha haklı çıktın" demişler. "Bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok.Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın" demişler. İhtiyar "Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz" diye cevap vermiş."O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı.Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez." Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş. Köylüler, gene ihtiyara gelmişler... "Gene haklı olduğun kanıtlandı" demişler. "Oğlunun bacağı kırık ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler, belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer..." "Siz erken karar vermeye devam edin" demiş, ihtiyar. "Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde... Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şnssızlık olduğunu sadece Allah biliyor." Lao Tzu, öyküsünü şu nasihatla tamamlamış: "Acele karar vermeyin.Hayatın küçük bir dilimine bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar; aklın durması halidir.Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur.Buna rağmen akıl,insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar.Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar.Bir kapı kapanırken, başkası açılır.Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz."

Abdullah (candaş)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
2062
29 Mayıs 2008 Perşembe 00:22:08
Merhaba Elvan Beğendiğine sevindim.

Abdullah (candaş)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
2062
29 Mayıs 2008 Perşembe 00:32:44
Paylaşmak güzeldirNe güzel bu sitede güzellikler paylaşılıyor hep.

Abdullah (candaş)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
2062
29 Mayıs 2008 Perşembe 01:01:29
Okumazmıyım Elvan ama meajınız geldi diye uyarı gelmemişti.Okudum ve cevap yazdım

Yasmin (Yasmini)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
247
29 Mayıs 2008 Perşembe 01:51:44

 

Merhaba arkadaşlar eline yüreğine sağlık  sevgili Menekşe, sevgili Abdullah ne güzel hikayelerdi.. harikasınız..

her birinize birer Mavigül yolluyoruuumm.. 

Sevgilerimlee..

şeeeyy hık mıııkk... mavi niyetine lila gül yollasam olurmu,

malum mavigül pey kolay bulunamıyoryaa..



 

Abdullah (candaş)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
2062
29 Mayıs 2008 Perşembe 03:20:09
Gülün her türlüsü makbuldür Yasmin.Hele senin gibi bir dosttan olursa

Yiğit (ts1112511870)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
307
29 Mayıs 2008 Perşembe 19:39:47
http://www.ortanokta.com/yakamoz_vy/blog/blogid=1918883#blog
Sevinç artığı bir gülümseyiş
Cumbalı tahtalı evler.
Rutubetten küflenmiş duvarlar.
Yağmurun çürüttüğü pencere pervazları.
Kül tablasında yarım bırakılmış bir sigara.
Köşede külle ovulmuş mangal ve cezve.
Odadan taşlığa sızmış, sırılsıklam bir karanlık. Akşam iyice çökmekte..
Kapı önlerinde itişen, üç numara tıraş olmuş çocuklar. Sümükleri dudak üstlerinde kurumuş, toz, kir içinde. Giyitleri özensiz. Eski, yıpranmış.
Kırık saksılarda fesleğen ve sakız sardunyaları.
Annemin bakışları boşluğa dalıp gitmiş. Bıçak parmağımı sıyırmış oynarken. Kurşun kalemin sarı defter sayfalarında sürüklenişi. Sandalyenin köşesine büzülüyorum. Kendimi daha bir yalnız hissediyorum nedense.
Ablam çay demlemiş, mutfaktan geliyor. Annemin yanına oturuyor. Dantelini alıyor eline. Tığ yere düşüyor.
Belgin kristal kadehi yere çalıyor. Onlarca parçaya bölünüyor kadeh. Kum gibi dağılıyor cam taneleri…
Kuzine küçük çıtırtılarla yanıyor.
Civanbaht Neriman alkol bulaşığı kahkahalarla gülüyor.
Duvarlarda kireç badananın üzerine yapışmış fırça kılları.
Tersine çevrilmiş, telleri rüzgardan kopmuş lacivert şemsiye.
Kardeşimin yüzünde sevinç artığı bir gülümseyiş.
Orta birinci sınıfın yaz tatilinde ayakkabı tamircisi Mesut Usta’nın yanında çalışmıştım. Yıpranmış, delik deşik olmuş ayakkabılar bırakılırdı dükkana. Bir süre ilaçlı suda tutulurdu kunduralar. Suyu iyice emen deri salardı kendini. Sonra kalıba konan ayakkabıya yeni kösele takılırdı.Yarım pençe, isteyenlere tam pençe işlemiydi bu.
Çarşının taa öteki ucunda sayaç vardı. Köseleyi dikerlerdi orada. Sarı, uzayan, genzi biber gibi yakan bir yapışkan kullanılırdı. Derby’di adı. Bol bol, fırçayla sürülürdü ayakkabın tabanına. Sayaca giderken yolda bir Çamlıca gazozu alır, içerdim .Bazen de simit.
Uzun ve sıcak bir yazdı. Kavuran !
Her cumartesi iş bitiminde Mesut Usta haftalığımı verirdi. Ertesi gün, kendime ayırdığım küçük bir tutar hariç, tüm paramı annemle gittiğimiz pazarda evin ihtiyacı için harcardık.
Vize’de kendimle baş başa kaldığım, çekirdeğimi yediğim gizli bir sığınağım vardı.
Kimse bilmezdi orayı. Bana aitti. Büyük bir kayalıktı. Yosunluydu. Kaygandı.Yaş ağaç kabuğu, ıslak ve çürük toprak kokardı.
Seneler sonra o kayalığa gittim yine. Şaşırmamak elde değildi. Çocukken koskoca sandığım kayalık meğer boyum kadarmış ancak.
Özgürce, kahkahalarla gülmedim hiç. Gülemedim. Büyüklerin yanında, hele ki babanın yanında gülünmezdi. Gülmek yasaktı, içlenmek, kendini sürgünlere yazgılanmaksa serbest.
İzmit’e yedi kilometre mesafede Kullar Köyü’nde göreve başlamıştı ablam. İlkokul öğretmeniydi. Sene 1975.
En büyük eğlencem bir arkadaşımla eski çuvalı dereye atıp, tıpkı ağ gibi kullanıp dere balığı yakalamaktı o köyde. Tuttuğumuz balıkları evde plastik leğende yaşatmaya çalışırdım ama en çok bir gün dayanabilirlerdi.
Kendimden geçerdim balık yakalarken. Zaman dururdu sanki. Bahçede civciv beslerdik. Cebimde hep mısır olurdu güvercinlere vermek için.
Dört beyaz tavşanım vardı. Zıpır, Zıpzıp, Mercan ve Tombik. O zaman okula giderken kasket takardık. Sahi ne tuhaftı o kasketler ? Neden icap ederdi ? Bir örnek olmak, kayıtsız koşulsuz boyun eğmek…
Sınavım iyi geçmiş, hele dokuz filan almışsam sözlüden, Pazar öğleden sonraları kendime ödül verir lahmacun yerdim. Eğer iki yazılıdan da aferinli notlar aldıysam menüde kola ve iki lahmacun olurdu.
Susuyorum. Susuyoruz. Sessizlik dakikalarca sürüyor. Gözünün ta içine bakıyorum. Renk vermiyordu.
“ Haklıydın” diyor sigara paketine uzanırken. Sesi bıkkın. Az önce bakışlarında bir şeyler oldu.Bir pırıltı.Kaygı mıydı ? Nefret de olabilirdi.Belki de şehvet..çok çabuk yanıp söndü o pırıltı, ama fark ettim.
Birlikte asıldık dakikalara. Geçmesin, süre bitmesin, diye.
Elleri ellerimi buldu.
Soluğunu yüzümde, içimde duydum. Bütünleşemiyorduk. Parçalarımız yitikti. Her an yeni bir parçamızla yüzleşiyorduk.
Saatine baktı. Sabahın beşiydi.
İşte yine başladı. Ansızın. Durup dururken. Adımlarını daha sıklaştırdı hızlandırdı. Her adımda sesi daha da yükseliyor gibiydi;
Masada Gelincik sigarası. Koridora yayılan anason kokusu.
Hüzünle, kararsız sevinçlerin o dantelli sınırında buluverdim kendimi. Küçük mandalı çevirip, teldolabın kapısını açtım. Zeytin yağlı fasulye tabağına uzanacaktım, vazgeçtim.
Annem ispirto ocağında kabak ve biber kızartıyordu.
Radyoda saz eserleri. Birazdan beraber ve solo şarkılar.Şef , Tülin Korman.
Çamaşır leğeni içindeki çivitli ve bol köpüklü su. Durgun. Kımıltısız.
Çinko yağmur saçakları yıpranmış, yosun yürümüş çoktan.
Sıvaları dökülmüş merdiven boşluğu.
Güneş sararığı patiska perdeler.
Akşam içime dökülüyordu. Kendimi gözyaşlarımda arayabilirdim artık. Kendimi hiç bulamayabilirdim de.
Karma aşısı olmuştuk. Aşım tutmuş olmalı ki, ateşim yükselmişti. Boğazımda ağrıyordu. Kirpiklerime kadar terlemiş olmalıydım. Kardeşim mızıklanıyordu. Annem duymazdan geliyordu onu.
Paris damgalı, tek satırlık, adressiz mektubunda Madam Bovary intihar edeceğini yazmıştı. Şaşırmamıştım, doğrusu. Madam Bovary’de tıpkı Madam Karenina gibi ölümü seçmeliydi.
Hayır, sevgilim filan değildi Emma Bovary. Çocukluk aşkım sadece Aliki’ydi. Kısa pantolondan uzun pantolona geçmiştim henüz. Aliki Vize’deki yazlık bahçe sinemasından çıkıp düşlerime girdiğinde.
Karşı sokakta kırık camlarıyla üç katlı metruk bina korkutuyordu beni.
Balkonlardan sarkıtılmış çamaşırlar.Renk renk..savruk.
Güllaç beyazı bir duman sızardı kuzinenin kapağından.
Babam kışlık tatsız kavun ve peynirle yudumluyordu rakısını.Yüzüme baktı.Belki de tam o an bana, bir şeyler söylemeyi düşündü.
Annem Emma Bovary’nin mektubu uzattı. Öyle üstüme üstüme, gözüme gözüme uza

Canan (ts760734666)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
1235
2 Haziran 2008 Pazartesi 09:33:36

benimde isyanım geldii

hatta  hiç  gitmedi

Abdullah (candaş)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
2062
2 Haziran 2008 Pazartesi 12:51:09

İsyanlar hiç bitmez ki...

 

İsyanunuttum artık sevgileri
ve şimdi
damarlarımda bir savaş türküsü,
yüreğimde bülbüllerin ölümü var.
vuruldukça vuruluyorum
nereden geliyorsa kurşunlar.
inkar değil,
açılmamış güllere isyanım var!

unuttum artık yüksekleri
ve şimdi
ellerimde yıldızların külü,
gözlerimde bir dağın çöküşü var.
savruldukça savruluyorum
nereden esiyorsa bu rüzgar.
inkar değil,
doğmamış güneşlere isyanım var!

unuttum artık şiirleri
ve şimdi
kalemimde acı bir mürekkep,
dilimde kelimelerin sükûtu var.
sustukça susuyorum
nereye kaybolduysa mısralar.
inkar değil
yazılmamış dizelere isyanım var!

Abdullah (candaş)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
2062
2 Haziran 2008 Pazartesi 12:52:34

İsyan


 Güneş denizi öper de yansır ya
Ben güneş sen deniz misali
Aşkımız dağlara taşlara yansıyor
Biliyorum yüreğimdeki ateş yüreğinde parlıyor

Gece bitince ay biraz bekler ya
Ben de seni sensiz kaldığımda bekliyorum
Gelmediğinde isteksiz ayrılıyorum ay gibi
Bekliyorum seni değil,hiç gitmemeni

Ne bir deniz kaldı aşkımı yansıtmadığım
Ne beklemek için bir ay
Ne de seni görmemeye dayanabilen gözlerim
İsyan ediyorum sana değil,sensizliğime
 

Abdullah (candaş)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
2062
2 Haziran 2008 Pazartesi 15:31:34
Haklısın Elvan.Bitmeyecek de...

Menekse (aziashop)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
232
2 Haziran 2008 Pazartesi 15:55:01

isyan etmek boşuna gibi gelmekte bana  arkadaşlar.

elden ne glir denilir yinede isyan edilir

 

Menekse (aziashop)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
232
2 Haziran 2008 Pazartesi 16:01:33

evet ,isyan  boşa olan bişey biz insanlar bu davranışllarımızdan vazgeçemiyoruz

isyan yerine böylesi hayırlısıymış olabilir





Menekse (aziashop)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
232
2 Haziran 2008 Pazartesi 16:31:12
ÖNÜNE GELENİ DEĞİL
UĞRUNA ÖLENİ SEV
SANA BAKANI DEĞİL
SANA TAPANI SEV
YÜZÜNE GÜLENİ DEĞİL
SENİN İÇİN AĞLAYANI SEV
NASIL SEVERSEN SEV
AMA YALNIZ SEV

Menekse (aziashop)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
232
2 Haziran 2008 Pazartesi 16:32:15
   

Sayfa:1 - 2 - 3 - 4İlk sayfa « Geri · İleri » Son sayfa