|
Gönderen | Mesaj |
|
7 Ocak 2008 Pazartesi
13:21:10
|
|
|
seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli
|
|
|
7 Ocak 2008 Pazartesi
13:23:03
|
|
|
MİRAÇ
Kapatın gözlerinizi
Ve karanlığı seyredin.
İşte böyle bir gece.
Mekke’de bir gece
Yorgunluk havada
Gariplik suda
Simsiyah bir sessizlik
Uyku bile uykuda.
Kâbe’nin hatîm kısmında
Yanı üzre yatan biri var
Yıl hüzün yılı
Ebu Talib yok
Yıl hüzün yılı
Vefakâr eş
Haticetül kübrâ yok.
Kâbe’nin hatîm kısmında
Yanı üzre yatan biri var
Teselli arayan kalp
Hüzünle çarpan kalp
O’nun kalbi.
Ve ayak sesleri
Yıldızlar ışıldıyor.
Bu ayak sesleri göklerden
Yol veriyor yıldızlar.
Semâdan inenler var.
İzin verseydi Allah
Kâinat inerdi yere
Çünkü kâbe’nin hatîm kısmında yatan
Sultân-ı levlâk’tır.
Habîb-i zîşândır o
Nur-u hüda’dır.
Merhamet ufkunun nazlı güneşi
Kainatın biricik çiçeğidir o.
İzin verseydi allah
Âlemler inerdi yere
Oysa emir yalnız cebrail’e
Ve yalnız cebrail iner yere
Kalk ya rasulallah
Semada melekler seni bekler
Taif’te taşlanan yüzüne hasret
Alaya alınan sözüne hasret
Seni bekler melekler.
Yer yüzünde vefa yok mu?
Seni teselli edecek birini mi arıyor kalbin.
Sevdiklerin bir bir uçuyor mu elinden?
Davetini hafife mı aldılar?
Üzülme ve aç gözlerini
Öteler bekliyor seni
Bu gece kainat adını anacak,
Aç gözlerini ki alemler nazarına kanacak.
Burak, senin için uçacak.
Aç gözlerini ya habiballah
Bu gecenin adına isra diyecek allah.
Ey yedi kat sema aç kapılarını,
Ve haber ver hasretle bekleyen peygamberlere
Deki hazreti Adem’e;
Cennetin kapısına adı yazılan
İsminin hatrına af istediğin
Salih oğul geliyor.
Söyle İsa’ya:
Kuytu köşelerde
Havarilerinle Allah’a sığınırken,
Bir adım ötedeymiş gibi kokusunu aldığın
Ve insanlığa gelişini müjdelediğin
Ahmet geliyor.
Yusuf’a, İdris’e, Harun’a söyle
Musa’ya deki:
Vasıflarına hayran olup da
Ümmetinden olmak istediğin
Salih kardeş geliyor.
Müjde ver İbrahim Peygamber’e:
Dua dua yalvarıp
Gelmesini istediğin oğul geliyor
Aç kapılarını ey yedi kat sema
Bu gelen Muhammed Mustafa
Cebrail yol gösterir
Ve yürür sultanlar sultanı
Bu nasıl bir yürüyüştür.
Bu nasıl bir eda?
İnci inci ter mübarek alınlarında
Baştan ayağa edep var
Attığı her adımda.
Sultanım,
Cennetler gösterilirken o gece
Ümmetini hayal ettin mi cennette?
Cehennemin alevleri selamlarken seni,
Gözyaşlarını gördü mü Cebrail?
Ümmetim dedin mi?
Sen unutmazsın bizi bunda kuşku yok
Tahiyyat duası haber verdi bize
Sen bizi hiçbir yerde
Hiçbir zaman unutmadın
İnşallah biz de seni unutanlardan olmayız.
Allah seni unutturmasın bize.
Bir söz sultanının dediği gibi
Eğer günahlarımızdan dolayı girersek cehenneme
Ve Allah biran olsun açarsa ufkumuzu
Talaal bedru aleyna diyeceğiz.
Miraç gecesi
Yürüdü rasulullah
Cebrail önde
Bir gece yürüyüşüyle
Yürüdüler… Yükseldiler.
Yükseldikçe yükseldiler.
Cebrail durdu birden,
Ya rasulallah, benimle buraya kadar.
Efendimiz niçin diye sordu
Burası sidre-i münteha’dır
Bir adım daha atarsam, yanarım, kavrulurum.
Allah rasulu, sordular:
Nasıl gidilir sidre-i münteha’da?
Cibril-i emin cevap verdi:
Aşkla!
Aşkla gidilir ya rasulallah
Aşkla gidilir ya habiballah
Aşkla gidilir ya nebiyyallah
Yürü sultanım yol senindir!
Aşk vadisinde mühür senin.
Söz senindir hal senindir.
Muhabbetin adı sensin.
Varlıkların tadı sensin
Yürü ve selamını ilet
Gözü yaşlı ümmetinin
Sensiz bunca yetimin
İlet selamını
Ahir zamanın ahını
Yüceler yücesine ilet
Sultanım
Sen dönerken miraçtan
İlahi hediyelerle
Bizim için miraç olan
Beş vakit namazla,
Bakara suresinin son iki ayetiyle
Ve şirke düşmeyenin affedilebileceği müjdesiyle
Dönerken sen miraçtan
Biz ahir zamandan
Ebu Bekir edasıyla bakıyoruz sana
“O söylediyse doğrudur”
Rasulullah söylediyse doğrudur.
Ve bir ayetin sıcaklğı sarıyor
Kainatin kalbini:
Her türlü noksanlıktan münezzeh olan allah
Kulunu geceleyin mescid-i haram’dan alıp,
Kendisine bir takım ayetler gösterelim diye
Etrafını mübarek kıldığımız
Mescid-i aksa’ya götürdü.
Çünkü, işiten ve bilen odur.
Şimdi açın gözlerinizi
Ve mîrâc’a hazırlanın
|
|
|
7 Ocak 2008 Pazartesi
13:26:35
|
|
|
Sözün acıydı, yolun dolambaçlı... Yedi uzun yıl geçerek Yedi yıl dolaştın durdun...
İçimden bir his şöyle diyor: Ayrıl arkadaşlarından istasyonda Sabahleyin git kente İliklenmiş ceketinle Bir dam ara Ve bir arkadaşın çalarsa kapını Aç! Haaa...Açma... Yine de ört hislerini
Rastlarsan ana babana İstanbul`da ya da başka bir yerde Yürü git yabancı gibi Yok ol köşede Tanıma! Sana armağanları olan şapkayla gizle yüzünü Göster! Aaah! Gösterme, gösterme yüzünü Yine de gizle, ört hislerini
İşte burada ye şu eti, çekinme Git rastgele bir eve yağmur yağınca Otur bir sandalyeye Ama çok kalma Şapkanı da unutma Söylüyorum sana Ört hislerini
Ne söylediysen bir daha söyleme Düşüncelerini bir başkasında bulursan tanıma Kimseye imzanı ya da resmini vermemişsen Kimsenin yanında bullunmamış ve kimseyle konuşmamışsan Nasıl yakalayabişlirler seni Ört hislerini...
Dikkat! Ölümü düşündüğünde Mezar taşın olmasın yattığın yeri belirten Üzerinde bir yazıyla seni eleveren Ölüm tarihiyle seni açığa çıkaran Bir kez daha, son bir kez daha Ört hislerini...
Sevdiğim söylüyor bensiz olamayacağını Bu yüzden kendime dikkat ediyorum Yolda yürürken önüme bakıyorum Ve korkuyorum her yağmur damlasından Sanki beni ezeceklermiş gibi...
Sen yine de bana bakma Ne giydiğini yaz bana Sıcak tutuyor mu? Uyuduğun yeri yaz bana Yumuşak mı? Nasıl göründüğünü yaz bana Yüzün aynı mı? Sorulardır sana bütün verebildiğim Ve gelen yanıtları kabullenmeliyim Yorgunsan uzatamam elimi Ya da açsan besleyemem Sanki bu dünyada hiç yokmuşum Unutmuşum gibi seni...
Sözün acıydı, yolun dolambaçlı... Yedi uzun yıl geçerek Yedi yıl dolaştın durdun...

|
|
|
7 Ocak 2008 Pazartesi
13:27:59
|
|
|
Sevgili! Ümmü Mektum gibi Seni görmeden sana sesleniyoruz Alıp verdiğin nefesi duyar gibi Sanki açınca gözlerimizi Seni görecekmişiz gibi Sana sesleniyoruz. Senin huzurunda ses yükselmez. Edeple konuşulur; edeple susulur. Hele biz ki bu kapının dilencileri, El açıp beklemekten başka Bize bir şey düşmezdi ama Şu araya giren yıllar olmasa Medine’ne uzak yollar olmasa İsmin anılınca yürek yanmasa Kapında beklemekten başka Bize bir şey düşmezdi. Bekliyoruz Sultânım! Rüyada olsa bile Belki teşrif edersin diye Hem de hiç kimseyi beklemediğimiz gibi. Seni bekliyoruz. Gelseydin, Bizim için cennet olurdu gelişin. Gelseydin, Saadetli asrından gönderdiğin selâmını, `Kardeşlerim` deyişini Birbirimize nasıl anlattığımızı görürdün. Gelseydin, Dolaşsaydın sofralarımızı, Bir tabak fazla görecektin, Bir bardak, bir kaşık fazla... Ve sofrada bir yer boş, Baş köşe! .. Ola ki Sen(A.S.M.) lutfeder gelirsin diye. Gelseydin, Dolaşsaydın gecelerimizi, O `Kutlu Doğum` gecelerini, Anneler görecektin. Yeni doğmuşsun gibi, Yeryüzünü yeni teşrif etmişsin gibi, Mışıl mışıl uyuyasın diye Seni sabahlara kadar Hayalen ayaklarında sallayan anneler görecektin. Sevgili! Gelseydin, Medine-i Münevvere`den dünyaya yayılan Ashabın gibi, Eyyüb Sultan gibi, Kab bin Malik gibi, Bir fecir vaktinde, Henüz yirmisinde yirmi beşinde, Bırakarak yurtlarını ocaklarını, Hedeflerine ilahi rızayı koyan, Arkalarına bakmayı ar sayan, Yiğitler görecektin. Onlar senin yiğidin, Elleri, o öpülesi elleri, Kimbilir hangi memleketin zemheri soğuklarında üşürken, Senin köyünün hayaliyle ısındılar. Gelseydin, Gecenin zifiri karanlığında, Uykunun en tatlı aralığında, Rabiatül Adeviyye gibi Rabbiyle başbaşa Gençler görecektin. Gözyaşı dökerken günahlarına, Veysel Karani`den istediğin gibi, İnsanlığa dua eden gençler görecektin. Gelseydin, Asr-ı saadet gibi olmasa da, Koklanmaya değer güllerimiz vardı. Yine senin ikliminde yetişen. Ama sen gelseydin, Dikenler bile gül kokardı EFENDİM(A.S.M.) ! ! ! Seninle göz göze gelmeden gizli gizli seni seyretmek... Hz.Vahşi gibi... Hani sen Hane-i Saadet`ten Mescid-i Nebevi`ye giderken Aişe annemiz ardından hayran hayran bakardı. Seni mescidin önünde bekleyen Ashabı`nınsa Bakışları yerdeydi. Edepten göz göze gelmezlerdi. Sende(A.S.M.) tebessüle nazar ederdin. Mütebessim çehreni bir Ebu Bekir(R.A.) görürdü, Bir de Ömer(R.A.) ... Şimdi okununca Ezan-ı Muhammedi Pencerelerde, kapı önlerinde, Seni(A.S.M.) bekleyen nemli gözler var. Gelseydin, Ve yürüyüp geçseydin önümüzden, Gülleri bayıltan o enfes kokunu çekerdik içimize. Sevgili! Hakiki aşıkların sana doğru uçarken Bizim bu yaptığımız yolda emeklemekti. Dünya güzelliğiyle kollarını açarken Bize düşen el açıp kapında beklemekti. Sevgili! Bekliyoruz! ...

|
|
|
7 Ocak 2008 Pazartesi
13:30:42
|
|
|
Rahmetini umarak Günahkar bir dille; Allah Azze ve Celle
Ya Rasulallah, Âlemlere rahmet hayatın geçiyor kalbimizden, Kalbimizden seyrediyoruz seni.
İşte Bir yaşındasın, Beni Sa`d yurdundasın Sana süt anne olmadı kadınlar Bu yüzden dargın bulutlar Bir damla yağmur indirmiyor Kıtlık hüküm sürüyor Beni Sa`d yurdunda Minicik bir bulut var gökyüzünde Sana aşık... Ayrılmıyor başucundan Ve insanlar yağmur duasında... Hz.Halime kucağına alıyor seni Yüzünde bir gölgelik...Seni güneşten korumak için Oysa minicik bulut gökyüzünde Sana meftun, sana kilitli... Ve dua eden rahibin kucağındasın Dünyalar güzeli gözlerine bakıyor rahip Kıtlığı da unutuyor, yağmuru da, duayı da Ama sen unutmuyorsun Uğruna canlarımız feda o gözlerinle gökyüzüne bakıyorsun O minicik bulut ilişiyor bakışlarına Büyüyor, büyüyor... Sonra nazlı, nazlı yağmur damlaları iniyor buluttan Fakat çoğusu bilmiyor yağmurun geliş sebebini Çoğusu bilmiyor seni...
Altı yaşındasın Medine-i Münevvere yolundasın Yanında aziz annen ve Ümmü Eymen Yetimliğini hissediyorsun baba kabristanında Sonra yolda, Ebva`da öksüzlük karşılıyor seni Mekke`ye annesiz giriyorsun Abdulmuttalip bir başka seviyor seni Ebu Talip bir başka seviyor
Ya Rasulallah Mekke çocukları annelerine seslenirler miydi senin yanında Onlar anne deyince sen yere mi bakardın Mekke rüzgarları kaç gece gözyaşlarını taşıdı Ebva`ya Kaç gece anne diye hıçkırdın Efendim! Senin yerine de anne dedik annemize Senin yerine de baba dedik
Yirmi beş yaşındasın Ve bambaşkasın Kimse sana denk değil Şefkat yayıyor kokun Güven veriyor sesin Sen Muhammed-ül Emin` sin
Otuz üç yaşındasın Dalga dalga rahmet var
Otuz beş yaşındasın Hadi gel bekletme yar İniltiler çalıyor kapısını göklerin Hadi gel bekletme yar Sinesi çatlayacak Rasul bekleyenlerin... Hadi gel ey Yâr! Nurdağına davet var
İşte Kırk yaşındasın Hira Nur dağındasın Cibril iniyor göklerden Ve nokta nokta her yerden salat, selam yükseliyor Sen kâinatın yüreğinden hasretle kopan ` Ah! ` sın Karanlık gecelerimize sabahsın Sen Nebiyullahsın Sen Habibullahsın Sen Rasulullahsın
Niye incittilerki seni sultanım Niye işkence yaptılarki sana Ebu Talip öldü diye mi bu pervasızca saldırılar Himayesiz kaldın diye mi Kabe`deki ağlayışın geliyor gözümüzün önüne ` Amca yokluğunu ne çabuk hissettirdin ` diyişin Haremde namaz kılışın geliyor aklımıza Başına pislikler saçılıyor Başlar feda o mübarek başına Nasipsizler sana bakıp nasıl da gülüyorlar Biri koşuyor Mekke sokaklarından sana doğru Biri koşuyor ama sanki yere inmiş Arş-ı Âla ` Bu koşan kimdir ` diye bir soru dolaşıyor boşlukta Bu koşan kim? Ve cevap veriyor biri: Muhammed` in kızı Fatımatüz-Zehra Velilerin anası... Yüzünü gözünü siliyor biricik kızın Sana yeryüzünde en çok benzeyen Gülmesi sen, ağlaması sen ` Ağlama kızım ` diyişin geliyor aklımıza Niye çıkardılar ki yurdundan seni Himayesiz kaldın diye mi Onlar bilmiyorlar mıydı seni himaye edeni Seni yetim bulup barındıranı Seni alemlere rahmet kılanı Onlar deli diyorlardı sana, sen susuyordun Mecnun diyorlardı, şair diyorlardı, sen susuyordun `Seni bizim elimizden kim kurtaracak` diyorlardı Sen, Sen ` Allah! ` diyordun Allah Azze ve Celle Semayı haşyet kaplıyordu Sen ` Allah! ` diyordun Arş-ı Âla titriyordu Bedir` de ` Allah! ` diyordun Üç bin melek iniyordu alaca atlarda Yüz yirmi beş bin sahabi: ` Anam babam sana feda olsun ` diyordu
Ya Rasulallah Medine-i Münevvere sokaklarında yürüyordun Neccar Oğulları`nın küçük kızları seni görünce Sevinçten ne yapacaklarını bilememişlerdi ` Beni seviyor musunuz ` diye sormuştun onlara ` Seni çok seviyoruz Ya Habiballah ` demişlerdi Sen de: ` Allah biliyor ki ben de sizi çok seviyorum` demiştin Bu gün yaşayan gençler var Neccar Oğulları`nın kızları diğil belki Ama seni onlar da çok seviyor Gözyaşlarından belli ki seni canlarından çok seviyorlar Senden başka kimseleri yok Allah biliyor ki sen onları da çok seviyorsun
Altmış üç yaşındasın Refik-i Âla duasındasın Senin için siyah yünden çizgili bir cüppe dokunmuştu Kenarları beyazdı Onu giyerek ashabının yanına çıkmıştın Ve mübarek ellerini dizine vurarak: ` Görüyor musunuz ne kadar güzel ` demiştin Meclisinde bulunan biri sana seslenmişti: ` Anam babam sana feda olsun ya Rasulallah, onu bana ver ` Niye istemişti ki senden sevdiğini bile bile İstendiğinde katiyyen ` hayır ` demediğini bile bile ` Peki ` dedin o zata Ve sen yine yamalı, eski cübbeni giydin Dostuna kavuşmana bir hafta kalmıştı Aynı cübbeden yine yine diktirdiler Ama giyinmek nasip olmadı Haberler uçurmuştun Ebu Hureyre` nin diliyle: ` Benden sonra öyle kimseler gelecek ki, keşke peygamberi görseydik de ne malımız ne de evladımız olsaydı diyecekler ` Ve Hz. Enes ile paylaşmıştın özlemini ` Beni görmedikleri halde bana iman eden kardeşlerimi görmeyi çok isterdim`
Sultanım! Ey Medine minberinde ` ümmeti, ümmeti ` diye hüznü giyen sevgili Ey Mekke mihrabında alemler hesabına ` Allah! ` diyen sevgili Bize lütfu ilahi bahşedilen kapına diz çöktük, bey` at ettik Rabbinden bize ne getirdi isen amenna Duyduk, itaat ettik
Ya Rasulallah Sen hâlâ kırk yaşındasın Ve hâlâ ümmetinin başındasın...

|
|
|
7 Ocak 2008 Pazartesi
13:38:46
|
|
|
63 Yılın 60`ıydı, Günler sayılı ve hicretin 7. yılı Medine`ye 48 millik mesafede bir yer. Adı Hayber. Gün herhangi bir gün Sakin ve sessiz Ama gece gölgeler çekilince, Hayberliler fitne kazanına çeviri hayberi. Üseyr adında biri duydukları nefreti kelimelere döker, Muhammed üzerimize yürümeden biz Medine ye saldıralım. Nasıl olsa tüm Mekkeliler yanımızda, Onunla yurdunun ortasında çarpışalım, Eski ve yeni bütün hıncımızla. Bu fikir kabul görür hazırlık başlar hayberde. 63 yılın 60`ydı. Müşrikleri kışkırtıp Medine-i yok etme planı, Bardağı taşıran son damla ve çatlayan sabır taşıydı. Bu damlanın adı Hendek savaşıydı. Rüzgar ekmişti hayberliler, bu yüzden fırtına biçeceklerdi. Fırtına kopmak üzere, Medine-i Münevverden nasıl çıktığını bilirsiniz Ashabın, Bedir`den tanırsınız bu çıkışı, Uhud`dan tanırsınız. Her biri bir ölüm meleği gibi, İşte Hz. Ali elinde resûlüllahın beyaz sancağı. Ordunun öncüsü Ukkaşe, Sağ kol kumandanı Hz. Ömer, En önde süzülen 200 er, 1400 piyade dolu dizgin atlarıyla, Sonra peygamber hanımı ümmü seleme, Peygamber halası Hz. Safiyye, Toplam 20 hanım sahabe şefkat kanatlarıyla İşte bu ordu, Medine`den sah baya doğru akan peygamber ordusu. Savaşın parolası ya Mansur emit, Fırtına yolda. Hayberin önündeyiz, mevsim yaz Peygamber atı zari bin gölgesi düşüyor çalılıklara, Peygamberin gölgesi olmaz. Birkaç gün peygamber eşliğinde muhasara Ve hastalanıyor nur nebi Sancağı Ebû Bekir alıyor, fetih müessir olmuyor, Sancağı Ömer alıyor, Elden ele dolaşıyor peygamber sancağı Ama fetih gerçekleşmiyor. Sahabe hayberde zor durumda, Sahabe peygamber huzurunda Fahri Kâinat ashabına sesleniyor, Yarın sancağı öyle bir yiğide vereceğim ki; Allah ve Resûlü onu sever, Oda Allah ve resûlünü sever. O hayberi feth etmedikçe dönmeyecek. Allah fethi onun eliyle gerçekleştirecek. Bitmek tükenmek bilmedi o gece, Kimdi o yiğit Ashab-ı Güzin sabaha kadar düşündü durdu Hattaboğlu Ömer, O günkü kadar kumandanlığı istememiştim diyor Kimdi o Bakın işte sabah oluyor Karargâhın önünde Ashab Ve bir nur vuruyor çadırın dışına doğru Rasûlüllah çıkıyor. Ebû Bekir ve Ömer başta olmak üzere, Kureyş muhacirleri elini uzatıyor, Ensar uzatıyor elini, Hep sancağa talipler Rasûlü Ekrem`in nazarları birini arıyor Duyulan tek şey peygamberin suskunluğu, Saki nefes alsalar başlarından kuş değil, Göğüslerinden canları uçacak. Ve o mübarek dudaklarından bir soru dökülüyor, Ali nerde? Demek o yiğit ali idi İşte Ali zülfikârı belinde Sancak ak sancak Peygamber sancağı ali-i mürte zarın elinde Fırtınanın merkezinde bir yer Adı Hayber Ve fırtına iş başında Merhab adında biri, Hayberlilerin en büyük savaşçısı Kılıcını sallayıp meydan okudu Ali`ye. ` Cesaretin varsa karşıma çık diye ` Önce şairler çarpışırdı savaş meydanlarında, Şiirler savaşırdı. Söz Âlideydi; ` Ben öyle biriyim ki annem bana Haydar ismini koymuş, Ben ormanların derinliklerinden kükreyerek gelen Aslan gibiyim.` Ve sözü uzatmadı haydar, Söz kılıçlarındı. İlk hamle merhabtan, Ali kılıç darbesini kalkanıyla karşılıyor, Ve kalkan ikiye ayrılıyor, Ve Ali`nin elinden yere düşüyor. Allah`ın arslanı şuan savunmasız, Fatımat-üz Zehra`nın gülü savunmasız, Hayberliler sevinç içinde, Merhab`ın gülmekten dişleri görünüyor. Sahabe şaşkın, Fahri kainatın gözleri sükun denizi. Eğer bir hamle daha yaparsa merhab, Hayır, Hayır, Hz. Ali`nin elinde etrafa parıltılar yayan bir şey var, Bu Zülfikar Semaya doğru bir kavis çizdi, Ve ardından durdu Zülfikar. Allah`ın arslanıyla göz göze geldi merhab, Gördüğü son şey, Hz. Ali`nin yıldırımlar salan gözleriydi. Ve indi Zülfikar önce kalkanını, Sonra miğferini ikiye ayırdı. O gün fırtınanın adı Haydar-ı Kerrardı. Fahri Kainat savaş meydanını geziyor, Yaralananlar şehit olanlar. Efendimiz bir şehidin başucunda duruyor. Boğazından bir okla vurulmuş bu şahış, Bir çöl arabıydı. Efendimiz ona da ganimetten bir pay ayırmıştı. Kendisine getirilen ganimeti aldığı gibi, Peygamberin yanına gelmiş, Ya Rasûlallah bu nedir diye sormuştu. O senin payındır deyince efendimiz, Ya Rasûlallah demişti adam `Ben bu ganimet mallarını almak için Müslüman olmadım` Ben demiş… Ve eliyle boğazını göstererek devam etmişti. `Ben şuaramdan bir okla şehit olmak için Müslüman oldum` Fahri Kainat ona; ` Eğer sen doğru söylersen,Allah`ta seni doğrular` demişti. Şimdi tam dediği yerden bir okla şehit düşmüştü. Efendimiz cübbesini çıkartıp onun üstüne serdi Ve cenaze namazını kıldı. Namazdan sonra şöyle dua etti; ` Ey Allah`ım bu kulun senin yolunda şehit olarak öldürüldü Ben şahadet ediyorum ` 63 Yılın 60`ıydı Günler sayılı, hicretin 7. yılı. Aslanlarını bağrına bastı Medine-i Münevvere, Hayber tarihine küstü. Rüzgarsa Rabbinin emriyle esti. ` Ya Rab yeryüzü Asr-ı saadetten beri acıya acı ekliyor Ya Rab bugün insanlık senden bir fırtına bekliyor

|
|
|
7 Ocak 2008 Pazartesi
14:02:01
|
|
|
efendim hiç solmasaydı güneşe ışık salan yüzün ve gül kokulu o gül yüzünde karar kılmasaydı hüzün Efendim önce annemden öğrendim adını Annemden öğrendim annesiz kaldığını Önce o gösterdi parmağınla ikiye bölünen ayı Önce ondan öğrendim adını duyunca ağlamayı Misafir olduğun evin bahçesinde ellerini çırparak koşarmışssın Uçarmış kuşlar Bilmemki o bahçe seni hala beklermi Efendim ogün seninle oynayan kuşlarmıydı meleklermi Ondan öğrendim gölgesi olmayan tek çocuk senmişsin Efendim annemden öğrendim sınırsız şefkatini Annemin kalbindeki şefkattesin Şefkati insan eden rahmettesin Uğruna can verdiğim huslattasın Candasın canandasın Canım benim
|
|
|
7 Ocak 2008 Pazartesi
14:02:44
|
|
|
|
|
|
7 Ocak 2008 Pazartesi
14:11:26
|
|
|
Gayemiz: ALLAH`tir Önderimiz: RASULLÜLAH`tir Yolumuz: KURAN`dir ALLAH (c.c) yolunda sehid olmak en yüce arzumuzdur...
Mefkûremiz göklerde islamî bir sancak, Biz ALLAH`in huzurunda egiliriz ancak...
|
|
|
7 Ocak 2008 Pazartesi
15:12:30
|
|
|
|
|
|
7 Ocak 2008 Pazartesi
15:13:38
|
|
|
Sözler Yetim,Sözler Öksüz.Gönlümden Gönlüne Sadece, Buruk bir Sitem Var ve Sana Dair Bildiğim Bir Tek Kelam var.Özüm,Sözüm İki Gözüm..
|
|
|
7 Ocak 2008 Pazartesi
15:20:48
|
|
|
|
|
|
7 Ocak 2008 Pazartesi
15:22:27
|
|
|
|
|
|
8 Ocak 2008 Salı
12:41:42
|
|
|
Beni kimsecikler anlamaz madem, öp beni alnımdan sen öp seccadem...
|
|
|
8 Ocak 2008 Salı
12:42:14
|
|
|
|
|
|
8 Ocak 2008 Salı
12:55:22
|
|
|
Hicretin dördüncü yılı. Birer yıl arayla Medine’de iki doğum, İki bayram, iki ay parçası… Yeryüzünün en hayırlı dedesinin gözbebekleri doğuyor. Rasûl-üs Sakaleyn’in kokladığı reyhanları Fatıma’t-üz Zehrâ’nın körpecik fidanları Ali’yi Mürteza’nın eşsiz kahramanları doğuyor. Cennet gençliğinin iki seyyidi. Ehl-i Beyt’in ilk nazlı çiçekleri… İki ay parçası, “merhaba” diyor o incecik sesiyle İsimlerini Rahman koyuyor, Cebrail nefesiyle Siz onlara Allah’ın iki lütfu diyin; Birinin adı Hasan; diğerinin Hüseyin. Zaman, saadetli günleri yaprak yaprak okurken Onlar peygamber dizinde büyüdüler Ve zaten onlar semâda büyüktüler.
Bir gün peygamberlerin incisi oturuyorlar. Hasan’la Hüseyin Birbirlerini yakalama oyununda… Buyurdular; “Ha Gayret Hasan! Göreyim seni, yakala Hüseyin’i.” Hz. Ali; “Ya rasulallah!” diyor, “Hüseyin’den taraf olmanız gerekmez mi? Hüseyin daha küçük.” Rasulullah buyuruyorlar; “Baksana! Cebrail de Hüseyin’i tutuyor; Ha gayret Hüseyin! Göreyim seni diyor.”
Yine birgün, Efendimiz, ashabıyla yürüyorlar. Hz. Hüseyin çocuklarla oynuyor. Peygamberimiz, ellerini açıyor; Tutmak için Hüseyin’i... Hz. Hüseyin, bir oraya bir buraya kaçıyor. Ve gülerek yakalıyor onu, Nebiler serveri. Bir elini kafasının arkasına, Öbür elini, çenesinin altına koyup öpüyor, kokluyor, öpüyor. Sonra zamana ve mekana sesleniyor; “Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin’denim! Allah’ı seven Hüseyin’i sever! Hüseyin, torunlardan bir torundur.” Ve bir gün Cebrail bir haberle gelir; Hüseyin Fırat kıyısında şehit edilecektir. Orası, üzüntülü, tasalı, mihnetli ve belalı bir yerdir. Kerb-ü beladır! Orası Kerbeladır!
Hicretin altmış birinci yılı. Aylardan Muharrem… Kan renginde fırat Kan renginde yakamoz. Ve dudaklar susuz, Yürekler susuz… Kerbelada bir oğul var, Yoluna oğullar feda. Bir torun, Kerbelada… Dedesinden elli yıl uzakta. Onun gibi bembeyaz giyimli Bembeyaz yüzlü. Atının üzerinden sesleniyor Kalpleri mühürlü olanlara Merhametten yoksun olanlara; “Ben Peygamberiniz Aleyhisselamın kızının oğlu değil miyim? Ben Hz.Muhammed Mustafa’nın torunu değil miyim? Şehitler seyyidi Hamza, babamın amcası değil mi? Çift kanatlı şehit Cafer, benim amcam değil mi?”
Kerbelada bir oğul var, Çevresinde Yeminler ediliyor şehadete. Ve birbir toprağa düşüyor yiğitler Ehl-i Beyt’in solan ilk çiçeği Aliyyül Ekber’di. Sonra sıra sıra soldu civanlar; Avn b. Abdullah b. Cafer, Muhammed b. Abdullah b. Cafer, Abdurrahman b. Akîl, Cafer b. Akîl… İşte bakın, biri daha yürüyor ölüme; Hz. Hasan’ın oğlu Kâsım! Onun da yüzü ay parçası. Elinde kılıç, üzerinde gömlek ve pelerin. Ayak sandallarından birisinin bağı kopmuş. Başına bir kılıç iniyor, Ve “Amca!” diyerek yüz üstü düşüyor kerbela’ya. Kerbela’da bir oğul var Bir şahin var. Kucağında üç yaşında bir seyyid; Adı abdullah! Ve bir ok, Abdullah’ı boğazından vuruyor Hz. Hüseyin, kanla dolan avuçlarını yere boşaltıyor “Yâ Rab!” diyor. “Bize göklerden yardım etmeyeceksen, Hakkımızda ondan daha hayırlısını ihsan et.”
Hicretin altmış birinci yılı Muharrem ayının onu… Bir şehit var kerbelada Tam otuz üç mızrak yarası, Otuz dört kılıç yarası Ey Muhammed’im nerdesin nerde? Hüseyinin başı bir yerde; gövdesi bir yerde! Bu Hz. Zeyneb’in feryadıdır dedesine; “Ey Muhammed’im! Ey Muhammed’im! Sana göklerdeki melekler salatü selam getiriyorlar. Hüseyin ise şu otsuz bozkır çölde Tozlara, topraklara, kanlara bulanmış, Azaları kesilmiş yatıyor. Ey muhammedim! senin kızların esir edilmiş, Zürriyetin hep öldürülmüş. Sabah yelleri onların üzerine toz toprak savuruyor.”
Abdullah bin Abbâs da, o gün Medinede Rasulullah aleyhisselam’ı görür rüyada Yanında içi kan dolu cam bir bardak vardır, Ve şöyle buyurur: “Benden sonra Ümmetimin yaptığı şeyi biliyor musun? Hüseyin’i şehit ettiler. Bu, Onun ve ashabının kanlarıdır. Bunu Allah’a sunacağım.”
Ya Rasulallah! Biz asırlar sonra geldik. Eğer o gün olsaydık Kerbela’da Allah’a kasem olsun ki Ashabının seni koruduğu gibi Korurduk Ehl-i Beyt’ini Ya da o uğurda verirdik canımızı. Bu sözümüzün bir isbatı olarak Bu gün biz senin kapındayız. Taşıdığımız ehl-i beyt isimleri. Kimimiz Ali, kimimiz fatıma Kimimiz hasan ve hüseyin. Ve iftiharla senin ismini taşıyor çoğumuz. Allah ruhumuzu senin kapında Ehl-i Beytine layık olduğumuz bir anda alsın. Aliyi Asğar’la, Zeynelabidin’le her asırda hüseyni çiçekler açarken Yanaklarında peygamber busesi, Ve her biri senden bir koku taşırken çağlara. Allah, bizi onlardan ayırmasın. Bizi senden ve rızasından ayırmasın.
|
|
|
8 Ocak 2008 Salı
12:56:06
|
|
|
Ey gül Ey gonca-i nur Meftun yaprak har sana Sensin gönüller mahı Bu yaz bu bahar sana Mucize saltanatın taşları ayna yapar Her ırmak ve her deniz her leyl-ü nehar sana senin zatı abdesin alemlere rahmettir Cibril vefalı yoldaş Yüce Allah yar sana Bu nice iştiyaktır eyy en güzel sevgili Asırlardır koşuyor genç ve ihtiyar sana Nazarın kalbe şifa sözün hikmet incisi Hangi dertli kavuşsa olur bahtiyar sana Misk kapında karar kılmıştır senin Nebilerin diliyle hep övgüler var sana Ay, güneş, zühre, ülke nuruna pervanedir Alemde olmak ister aşıklar civar sana Senin yolun hep açık gidişin allahadır Dağlar ateş kesilse olamaz duvar sana Güzelliğin alemde misli bulunmaz inci Ey gül hasret çekmede cennet o bulvar sana Dedinki şükreden kul olmak istememmi ben Rabbin ihsan buyurdu hurma üzüm nar sana Her muzcizen parmakla gösterilmede senin çağlatmak öyle kolay çöllerde pınar sana Hicranın bir kütüğü dertle bi karar et Hep özlem duymadadır selvi ve çınar sana Cennetin çiçekleri senin kokunu taşır Benzemeye çalışır beyazlıkta kar sana Güneş güzel yüzünden parlaklık aldı ey gül Acep hayran olmadan hangi göz bakar sana Aşkının esiridir ne çöl ne de dağ tanır Bu sevdalı gönüller su gibi akar sana Varlık bahçesi senin nurundan yaratıldı Hep medyum hep minnettar her can her nigar sana Tebessümün ayların zührenin sevincidir Nice hasret çekmede bu bülbül-ü zar sana Yuuf senin dalında çiğ tanesidir sanki Divane kesilir göz etse bir nazar sana Fazlının eteğine akıllar erişemez Eli kalem tutanlar övgüler yazar sana Haki payene sürsem bir kerecik yüzümü Bende olan sermaye hasret intizar sana Haki payene sürsem bir kerecik yüzümü Bende olan sermaye hasret intizar sana
|
|
|
8 Ocak 2008 Salı
12:59:08
|
|
|
MEKKE`NİN FETHİ
her şey bir şiirle başladı. peygamber huzurunda okunan bir şiirle… kızgın kum fırtınalarından, adem vadisinden kopup gelen bir şairle… ardında kırk süvari, ve alev alev yanan gözlerinde ihanet haberleri. bu şair, huzaa kabilesinden amr bin salim`di. en üst perdeden okudu şiirini, ve gözlerini kırpmadan dinledi nebi;
"kureyşîler sana verdikleri sözde durmadılar, hudeybiye`de seninle yaptıkları misakı bozdular. bizi vetir`de, kendi yurdumuzda gafil avladılar. benim kimseyi yardıma çağırmayacağımı, çağıramayacağımı sandılar."
dedi ve durdu. şair ağlıyordu. peygambere çevrildi tüm gözler ve o an tutuldu nefesler. sahabenin başları yere değiyordu, çünkü mübarek alınlarındaki damar belli oluyor, peygamber celalleniyordu.
“ey nebi! Allah’ın kullarını yardıma çağır, içlerinde Allahın rasulü de olsun yapılan zulme, öfkesinden renkten renge girsin, ve büyük bir ordunun başına geçip, denizler gibi köpürerek akıp gelsin.”
şiir bitmişti, şair de bitmişti. gözler hâlâ peygamberdeydi, Allahın râsûlü, ridasını toplayıp ayağa kalktı! ve sahabe ayağa kalktı. şimdi konuşan peygamberdi;
“eğer kendime yardım ettiğim şeylerle huzaalara yardım etmezsem, ben de yardım görmeyeyim. varlığım kudret elinde olan Allah’a andolsun ki, kendimi ve ev halkımı koruduğum gibi, bunları da koruyacağım. şimdi haber salın yeryüzüne! Allah’a ve ahiret gününe iman edenler medine’de toplansın.” medine dağlarında savaşın ritmi, sokaklarında peygamber sessizliği… konuşmuyor nebi hane-i saadet’te kılıçlar bileniyor hane-i saadet’te zırhlar temizleniyor ve şehirlerin anası gülüyor. mekke-i mükerreme uzaktan gülüyor.
gül ey mekke! gün senin günündür gün senin fetih günündür. gül ki, bu dönüş sanadır. baksana, dün bağrından koparılan yiğitler dönüyor sana erak topraklarını savuran rüzgar dönüyor önce ardından büyük bir birlik; başlarında halid bin velid! arkadan ey mekke! senin topraklarında yaşarken rabbim Allah’tır dedi diye sövülen, işkence gören, her tarafı kıpkızıl kurban taşları gibi kan içinde kalan muhacirler geliyor. en önde zübeyr bin avvâm geliyor hani sekiz yaşında müslüman olan hani onbeş yaşında senden koparılan amcası onu bir hasıra sarmıştı hani ateş dumanına tutmuştu küfre dönsün diye. ama o dönmedi küfre ve peygamber yıldızlarından biri olarak en önde sana dönüyor ey mekke! sonra bir bölük halinde beni gıfarlar geliyor! bayrakları ebu zer gıfari’nin elinde… şu müslüman oluşunu kâbede ilan edince bayılana kadar dövülen ebu zer geliyor. eslemler geliyor bölük halinde müzeyneler bin kişilik alayla geçerken çölden tekbir sesleri geliyor göklerden ey mekke başka kimi bekliyorsun söyle! hz.hamza’yı mı? musab bin umeyr’i mi? onlar, şehitler ordusuyla tebessüm ediyorlar sana ve baksana gözleri ışıl ışıl sana yaklaşan ve tozu dumana katan bir alayı seyrediyorlar kapkara bir taşlığı andıran bu alay da kim bir hareketlilik semada… bunlar ölüme susamış savaş erleri ensâr! ve en ortada simsiyah sarığıyla yâr! o an peygamberler ayakta, melekler ayakta şehitler ayakta… ey mekke kalkabilirsen sen de kalk çünkü gönüllere safâ geliyor hazreti muhammed mustafa! geliyor
----- sekiz yıl geçti aradan sensiz tam sekiz yıl geçti… gittiğin gece uzaktan dönüp kâbe’ye bakınca; “mekke!” demiştin, “sen benim için bütün dünyadan daha değerlisin ama senin insanların beni rahat bırakmıyor” deyip gitmiştin. yıldızlar da seninle birlikte gitmişti. kapkaranlık geceler kalmıştı ardında. mekke öksüz kalmıştı. ve mekke çocukları… çocuklar hep sümeyye’nin toprağa düştüğü yerde oynadı, habbâb bin eret’in ateşe atıldığı yerde oynadı hane-i saadetin üzerinde sevr mağarasından kalma güvercinler bekledi seni . kâbe-i muazzama’da namaz kılışını özleyen hârem, haticetül kübrâ’nın hatıraları, o gül kokuna hasret kalan sokaklar bekledi seni. şimdi kasva’dan inmez misin ya rasulallah! inmez misin ki, ayaklarından öpsün mekke toprakları ve kaldırmaz mısın başını ki nur çehreni seyretsin âlem
işte rasulullah’ın nur yüzü göründü. işte rasulullah bakıyor. başında yemen işi simsiyah bir sarık. o alnındaki nura kurban olalım. rasulullah kâbe’ye bakıyor. ve işaret ediyor hz. bilâl’e… bilâl, kabe-i muazzamâ’nın üzerinde… şimdi bilâli dinlesin yer ve gök.
|
|
|
8 Ocak 2008 Salı
13:00:02
|
|
|
MEDİNE’DE ZAMAN
Medine’de sabah başkadır. İnsanlar sevinçle uyanırlar, Ezan-ı Muhammedi yükselir. Mescid-i Nebevi’den Ve Medine sokakları Bayram yerine döner. Bir dede hanımının elinden tutarak yürür. Bir çocuk mescidin bahçesinde koşar özgürce Sabaha kadar yeşil kubbeyi seyreden bir genc Tebessüm ederek girer babus selam kapısından Yeşil elbiseleriyle mescidde hizmet edenlere imrenir Bir peygamber aşığı... Bir peygamber aşığı Ümmet-i Muhammed’i koklar Gözlerini yumarak... Bir kuş uçar cennet bahçesinin üstünden. Bir tekbir yayılır boşluğa. Bir hasret dillenir yüreklerde Ve “Bir” olana ibadet edilir. Kimi ravza-i mutahhara’da kılar namazı Kimi ashab-ı suffenin yerinde Şemsiyelerin altında saf tutar kimi Kimi mescidin bahçesinde. Ve hıçkırıklarla secdeye kapanırlar.
Sonra otellere dönülür Güneşin huzur veren ışıklarıyla. Yeni kafileler girer medineye Otellerin arasından yeşil kubbeyi arayan gözler Salat-ü selamlarla yıkanır. Kimi kafileler Cennetül Bakî’dedir. Kimisi Medine’yi dolaşır otobüslerle Mihr Ali abiden Uhud’u dinler. Hz. Hamza’yı dinler. Asr_ı Saadeti yaşar Peygamber misafirleri.
Medine’de öğle başkadır. Güneş ikindiye kadar yalnızdır Medine sokaklarında Çünkü Güneş kıskançtır. Habîb-i Zîşan’la başbaşadır. Kainatın güneşinden güç katar gücüne.
Ve ikindi namazından sonra Dükkanlar açılır. Buhurdanlıklarda tüten kokular Nazlı nazlı etrafa yayılır. Kasr-ı halife oteline giden bir babaanne Yolda torunlarına oyuncaklar alır Hurmaları yüklenmiş bir delikanlı Eşiyle birlikte yürür Melekler tebessüm eder onlara Dua eder. Bir kasetçiden Kabe imamlarının sesi yükselir. Vahyin yıkadığı yüzler dolaşır pazarlarda Medine halkı güler yüzlüdür. Çünkü onlar Ensar’ın torunlarıdır. Rasulullah’ın komşularıdır. Çok hassastır kalpleri. Bunu bilen bazı misafirler Mescid-i Nebevi’de kazandıklarını Hayatları pahasına korumaya çalışır. Ama bazıları Sanki sadece alış verişe gelmiş gibi, Kavga gürültüyle geçince günleri Ve Unutunca Medine’yi “Yazık oldu” der melekler Milyarlarca insanın içinden seçildi Buraya geldi Ama yazık etti, yazık etti.
Medine’de akşam başkadır. Zemzem bidonlarından zemzem içilir Ve ikram edilir yanındakilere. Şemsiyeler kapanır yavaşça, Kubbeler açılır. Gökyüzü tüm ihtişamıyla meydana çıkar. Kimse yıldızları fark etmez nedense Kainatın güneşinin yanında yıldızlar farkedilmez. Ebuzer gıfari caddesini yağmur ıslatmasa da Hasret gözyaşları ıslatır. Sıra sıra dizili ankesörlerden Farklı dillerde konuşmalar yapar. Farklı renklerde insanlar. Heyecanla konuşan biri şöyle der: “İnanamazsın, şu anda seninle konuşurken Mescid_i nebevi’ye bakıyorum. On tane minare sanki arşa yükselmiş gibi. Öyle heybetli görünüşleri var ki anlatamam. Bu gün ikindi namazını Ravza-i mutahhara’da kıldım Hem de Hz.Aişe sütununun önünde. Allah sana da nasip etsin. İnşallah dönünce anlatırım.
Medine’de gece başkadır. Peygamber misafirleri dalınca uykuya Melekler iner Kubbetül Hadra’ya. Ve uzaklarda, çok uzaklarda Medine hasretiyle yanan yüreklerden Selamlar iletilir Sultanlar sultanına. “Ya rasulallah” demiştir biri “Bu yıl da nasip olmadı Medine’ne gelmek! Ravza’nın kokusunu koklamak nasip olmadı. Umre’ye gidenleri görünce boğazıma bir şey takılıyor. Hep selam gönderiyorum sana Geçenlerde umreden dönen bir arkadaş Tespih verdi bana. Medine’den almış. Tespihi sabaha kadar kokladım. İnşallah bu yıl gelirsem o tespihi de getiricem. Sana salat ve selam olsun ey gönlümün sultanı.
Medine’de zaman başkadır. Medine’de herşey bir başkadır.
|
|
|
8 Ocak 2008 Salı
13:04:56
|
|
|
|
|
Mesaja cevap yazmak için gruba üye olmanız gerekmektedir.
|
|