sevgi diyarı > Mesaj Panosu > DURSUN ALİ ERZİNCANLI (NAAT)

DURSUN ALİ ERZİNCANLI (NAAT)


GönderenMesaj

Mustafa (drakancem)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
4313
7 Ocak 2008 Pazartesi 13:21:10
seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli

Mustafa (drakancem)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
4313
7 Ocak 2008 Pazartesi 13:23:03

MİRAÇ



Kapatın gözlerinizi

Ve karanlığı seyredin.

İşte böyle bir gece.

Mekke’de bir gece

Yorgunluk havada

Gariplik suda

Simsiyah bir sessizlik

Uyku bile uykuda.

Kâbe’nin hatîm kısmında

Yanı üzre yatan biri var

Yıl hüzün yılı

Ebu Talib yok

Yıl hüzün yılı

Vefakâr eş

Haticetül kübrâ yok.

Kâbe’nin hatîm kısmında

Yanı üzre yatan biri var

Teselli arayan kalp

Hüzünle çarpan kalp

O’nun kalbi.

Ve ayak sesleri

Yıldızlar ışıldıyor.

Bu ayak sesleri göklerden

Yol veriyor yıldızlar.

Semâdan inenler var.

İzin verseydi Allah

Kâinat inerdi yere

Çünkü kâbe’nin hatîm kısmında yatan

Sultân-ı levlâk’tır.

Habîb-i zîşândır o

Nur-u hüda’dır.

Merhamet ufkunun nazlı güneşi

Kainatın biricik çiçeğidir o.

İzin verseydi allah

Âlemler inerdi yere

Oysa emir yalnız cebrail’e

Ve yalnız cebrail iner yere

Kalk ya rasulallah

Semada melekler seni bekler

Taif’te taşlanan yüzüne hasret

Alaya alınan sözüne hasret

Seni bekler melekler.

Yer yüzünde vefa yok mu?

Seni teselli edecek birini mi arıyor kalbin.

Sevdiklerin bir bir uçuyor mu elinden?

Davetini hafife mı aldılar?

Üzülme ve aç gözlerini

Öteler bekliyor seni

Bu gece kainat adını anacak,

Aç gözlerini ki alemler nazarına kanacak.

Burak, senin için uçacak.

Aç gözlerini ya habiballah

Bu gecenin adına isra diyecek allah.

Ey yedi kat sema aç kapılarını,

Ve haber ver hasretle bekleyen peygamberlere

Deki hazreti Adem’e;

Cennetin kapısına adı yazılan

İsminin hatrına af istediğin

Salih oğul geliyor.

Söyle İsa’ya:

Kuytu köşelerde

Havarilerinle Allah’a sığınırken,

Bir adım ötedeymiş gibi kokusunu aldığın

Ve insanlığa gelişini müjdelediğin

Ahmet geliyor.

Yusuf’a, İdris’e, Harun’a söyle

Musa’ya deki:

Vasıflarına hayran olup da

Ümmetinden olmak istediğin

Salih kardeş geliyor.

Müjde ver İbrahim Peygamber’e:

Dua dua yalvarıp

Gelmesini istediğin oğul geliyor

Aç kapılarını ey yedi kat sema

Bu gelen Muhammed Mustafa

Cebrail yol gösterir

Ve yürür sultanlar sultanı

Bu nasıl bir yürüyüştür.

Bu nasıl bir eda?

İnci inci ter mübarek alınlarında

Baştan ayağa edep var

Attığı her adımda.

Sultanım,

Cennetler gösterilirken o gece

Ümmetini hayal ettin mi cennette?

Cehennemin alevleri selamlarken seni,

Gözyaşlarını gördü mü Cebrail?

Ümmetim dedin mi?

Sen unutmazsın bizi bunda kuşku yok

Tahiyyat duası haber verdi bize

Sen bizi hiçbir yerde

Hiçbir zaman unutmadın

İnşallah biz de seni unutanlardan olmayız.

Allah seni unutturmasın bize.

Bir söz sultanının dediği gibi

Eğer günahlarımızdan dolayı girersek cehenneme

Ve Allah biran olsun açarsa ufkumuzu

Talaal bedru aleyna diyeceğiz.

Miraç gecesi

Yürüdü rasulullah

Cebrail önde

Bir gece yürüyüşüyle

Yürüdüler… Yükseldiler.

Yükseldikçe yükseldiler.

Cebrail durdu birden,

Ya rasulallah, benimle buraya kadar.

Efendimiz niçin diye sordu

Burası sidre-i münteha’dır

Bir adım daha atarsam, yanarım, kavrulurum.

Allah rasulu, sordular:

Nasıl gidilir sidre-i münteha’da?

Cibril-i emin cevap verdi:

Aşkla!

Aşkla gidilir ya rasulallah

Aşkla gidilir ya habiballah

Aşkla gidilir ya nebiyyallah

Yürü sultanım yol senindir!

Aşk vadisinde mühür senin.

Söz senindir hal senindir.

Muhabbetin adı sensin.

Varlıkların tadı sensin

Yürü ve selamını ilet

Gözü yaşlı ümmetinin

Sensiz bunca yetimin

İlet selamını

Ahir zamanın ahını

Yüceler yücesine ilet

Sultanım

Sen dönerken miraçtan

İlahi hediyelerle

Bizim için miraç olan

Beş vakit namazla,

Bakara suresinin son iki ayetiyle

Ve şirke düşmeyenin affedilebileceği müjdesiyle

Dönerken sen miraçtan

Biz ahir zamandan

Ebu Bekir edasıyla bakıyoruz sana

“O söylediyse doğrudur”

Rasulullah söylediyse doğrudur.

Ve bir ayetin sıcaklğı sarıyor

Kainatin kalbini:

Her türlü noksanlıktan münezzeh olan allah

Kulunu geceleyin mescid-i haram’dan alıp,

Kendisine bir takım ayetler gösterelim diye

Etrafını mübarek kıldığımız

Mescid-i aksa’ya götürdü.

Çünkü, işiten ve bilen odur.

Şimdi açın gözlerinizi

Ve mîrâc’a hazırlanın


Mustafa (drakancem)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
4313
7 Ocak 2008 Pazartesi 13:26:35

Sözün acıydı, yolun dolambaçlı...
Yedi uzun yıl geçerek
Yedi yıl dolaştın durdun...

İçimden bir his şöyle diyor:
Ayrıl arkadaşlarından istasyonda
Sabahleyin git kente
İliklenmiş ceketinle
Bir dam ara
Ve bir arkadaşın çalarsa kapını
Aç! Haaa...Açma...
Yine de ört hislerini

Rastlarsan ana babana
İstanbul`da ya da başka bir yerde
Yürü git yabancı gibi
Yok ol köşede
Tanıma!
Sana armağanları olan şapkayla gizle yüzünü
Göster! Aaah! Gösterme, gösterme yüzünü
Yine de gizle, ört hislerini

İşte burada ye şu eti, çekinme
Git rastgele bir eve yağmur yağınca
Otur bir sandalyeye
Ama çok kalma
Şapkanı da unutma
Söylüyorum sana
Ört hislerini

Ne söylediysen bir daha söyleme
Düşüncelerini bir başkasında bulursan tanıma
Kimseye imzanı ya da resmini vermemişsen
Kimsenin yanında bullunmamış ve kimseyle konuşmamışsan
Nasıl yakalayabişlirler seni
Ört hislerini...

Dikkat! Ölümü düşündüğünde
Mezar taşın olmasın yattığın yeri belirten
Üzerinde bir yazıyla seni eleveren
Ölüm tarihiyle seni açığa çıkaran
Bir kez daha, son bir kez daha
Ört hislerini...

Sevdiğim söylüyor bensiz olamayacağını
Bu yüzden kendime dikkat ediyorum
Yolda yürürken önüme bakıyorum
Ve korkuyorum her yağmur damlasından
Sanki beni ezeceklermiş gibi...

Sen yine de bana bakma
Ne giydiğini yaz bana
Sıcak tutuyor mu?
Uyuduğun yeri yaz bana
Yumuşak mı?
Nasıl göründüğünü yaz bana
Yüzün aynı mı?
Sorulardır sana bütün verebildiğim
Ve gelen yanıtları kabullenmeliyim
Yorgunsan uzatamam elimi
Ya da açsan besleyemem
Sanki bu dünyada hiç yokmuşum
Unutmuşum gibi seni...

Sözün acıydı, yolun dolambaçlı...
Yedi uzun yıl geçerek
Yedi yıl dolaştın durdun...




Mustafa (drakancem)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
4313
7 Ocak 2008 Pazartesi 13:27:59

Sevgili!
Ümmü Mektum gibi
Seni görmeden sana sesleniyoruz
Alıp verdiğin nefesi duyar gibi
Sanki açınca gözlerimizi
Seni görecekmişiz gibi
Sana sesleniyoruz.
Senin huzurunda ses yükselmez.
Edeple konuşulur; edeple susulur.
Hele biz ki bu kapının dilencileri,
El açıp beklemekten başka
Bize bir şey düşmezdi ama
Şu araya giren yıllar olmasa
Medine’ne uzak yollar olmasa
İsmin anılınca yürek yanmasa
Kapında beklemekten başka
Bize bir şey düşmezdi.
Bekliyoruz Sultânım!
Rüyada olsa bile
Belki teşrif edersin diye
Hem de hiç kimseyi beklemediğimiz gibi.
Seni bekliyoruz.
Gelseydin,
Bizim için cennet olurdu gelişin.
Gelseydin,
Saadetli asrından gönderdiğin selâmını,
`Kardeşlerim` deyişini
Birbirimize nasıl anlattığımızı görürdün.
Gelseydin,
Dolaşsaydın sofralarımızı,
Bir tabak fazla görecektin,
Bir bardak, bir kaşık fazla...
Ve sofrada bir yer boş,
Baş köşe! ..
Ola ki Sen(A.S.M.) lutfeder gelirsin diye.
Gelseydin,
Dolaşsaydın gecelerimizi,
O `Kutlu Doğum` gecelerini,
Anneler görecektin.
Yeni doğmuşsun gibi,
Yeryüzünü yeni teşrif etmişsin gibi,
Mışıl mışıl uyuyasın diye
Seni sabahlara kadar
Hayalen ayaklarında sallayan anneler görecektin.
Sevgili!
Gelseydin,
Medine-i Münevvere`den dünyaya yayılan Ashabın gibi,
Eyyüb Sultan gibi,
Kab bin Malik gibi,
Bir fecir vaktinde,
Henüz yirmisinde yirmi beşinde,
Bırakarak yurtlarını ocaklarını,
Hedeflerine ilahi rızayı koyan,
Arkalarına bakmayı ar sayan,
Yiğitler görecektin.
Onlar senin yiğidin,
Elleri, o öpülesi elleri,
Kimbilir hangi memleketin zemheri soğuklarında üşürken,
Senin köyünün hayaliyle ısındılar.
Gelseydin,
Gecenin zifiri karanlığında,
Uykunun en tatlı aralığında,
Rabiatül Adeviyye gibi Rabbiyle başbaşa
Gençler görecektin.
Gözyaşı dökerken günahlarına,
Veysel Karani`den istediğin gibi,
İnsanlığa dua eden gençler görecektin.
Gelseydin,
Asr-ı saadet gibi olmasa da,
Koklanmaya değer güllerimiz vardı.
Yine senin ikliminde yetişen.
Ama sen gelseydin,
Dikenler bile gül kokardı EFENDİM(A.S.M.) ! ! !
Seninle göz göze gelmeden gizli gizli seni seyretmek...
Hz.Vahşi gibi...
Hani sen Hane-i Saadet`ten Mescid-i Nebevi`ye giderken
Aişe annemiz ardından hayran hayran bakardı.
Seni mescidin önünde bekleyen Ashabı`nınsa
Bakışları yerdeydi.
Edepten göz göze gelmezlerdi.
Sende(A.S.M.) tebessüle nazar ederdin.
Mütebessim çehreni bir Ebu Bekir(R.A.) görürdü,
Bir de Ömer(R.A.) ...
Şimdi okununca Ezan-ı Muhammedi
Pencerelerde, kapı önlerinde,
Seni(A.S.M.) bekleyen nemli gözler var.
Gelseydin,
Ve yürüyüp geçseydin önümüzden,
Gülleri bayıltan o enfes kokunu çekerdik içimize.
Sevgili!
Hakiki aşıkların sana doğru uçarken
Bizim bu yaptığımız yolda emeklemekti.
Dünya güzelliğiyle kollarını açarken
Bize düşen el açıp kapında beklemekti.
Sevgili!
Bekliyoruz! ...




 

Mustafa (drakancem)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
4313
7 Ocak 2008 Pazartesi 13:30:42

Rahmetini umarak
Günahkar bir dille;
Allah Azze ve Celle

Ya Rasulallah,
Âlemlere rahmet hayatın geçiyor kalbimizden,
Kalbimizden seyrediyoruz seni.

İşte
Bir yaşındasın,
Beni Sa`d yurdundasın
Sana süt anne olmadı kadınlar
Bu yüzden dargın bulutlar
Bir damla yağmur indirmiyor
Kıtlık hüküm sürüyor Beni Sa`d yurdunda
Minicik bir bulut var gökyüzünde
Sana aşık...
Ayrılmıyor başucundan
Ve insanlar yağmur duasında...
Hz.Halime kucağına alıyor seni
Yüzünde bir gölgelik...Seni güneşten korumak için
Oysa minicik bulut gökyüzünde
Sana meftun, sana kilitli...
Ve dua eden rahibin kucağındasın
Dünyalar güzeli gözlerine bakıyor rahip
Kıtlığı da unutuyor, yağmuru da, duayı da
Ama sen unutmuyorsun
Uğruna canlarımız feda o gözlerinle gökyüzüne bakıyorsun
O minicik bulut ilişiyor bakışlarına
Büyüyor, büyüyor...
Sonra nazlı, nazlı yağmur damlaları iniyor buluttan
Fakat çoğusu bilmiyor yağmurun geliş sebebini
Çoğusu bilmiyor seni...

Altı yaşındasın
Medine-i Münevvere yolundasın
Yanında aziz annen ve Ümmü Eymen
Yetimliğini hissediyorsun baba kabristanında
Sonra yolda, Ebva`da öksüzlük karşılıyor seni
Mekke`ye annesiz giriyorsun
Abdulmuttalip bir başka seviyor seni
Ebu Talip bir başka seviyor

Ya Rasulallah
Mekke çocukları annelerine seslenirler miydi senin yanında
Onlar anne deyince sen yere mi bakardın
Mekke rüzgarları kaç gece gözyaşlarını taşıdı Ebva`ya
Kaç gece anne diye hıçkırdın
Efendim!
Senin yerine de anne dedik annemize
Senin yerine de baba dedik

Yirmi beş yaşındasın
Ve bambaşkasın
Kimse sana denk değil
Şefkat yayıyor kokun
Güven veriyor sesin
Sen Muhammed-ül Emin` sin

Otuz üç yaşındasın
Dalga dalga rahmet var

Otuz beş yaşındasın
Hadi gel bekletme yar
İniltiler çalıyor kapısını göklerin
Hadi gel bekletme yar
Sinesi çatlayacak Rasul bekleyenlerin...
Hadi gel ey Yâr!
Nurdağına davet var

İşte
Kırk yaşındasın
Hira Nur dağındasın
Cibril iniyor göklerden
Ve nokta nokta her yerden salat, selam yükseliyor
Sen kâinatın yüreğinden hasretle kopan ` Ah! ` sın
Karanlık gecelerimize sabahsın
Sen Nebiyullahsın
Sen Habibullahsın
Sen Rasulullahsın

Niye incittilerki seni sultanım
Niye işkence yaptılarki sana
Ebu Talip öldü diye mi bu pervasızca saldırılar
Himayesiz kaldın diye mi
Kabe`deki ağlayışın geliyor gözümüzün önüne
` Amca yokluğunu ne çabuk hissettirdin ` diyişin
Haremde namaz kılışın geliyor aklımıza
Başına pislikler saçılıyor
Başlar feda o mübarek başına
Nasipsizler sana bakıp nasıl da gülüyorlar
Biri koşuyor Mekke sokaklarından sana doğru
Biri koşuyor ama sanki yere inmiş Arş-ı Âla
` Bu koşan kimdir ` diye bir soru dolaşıyor boşlukta
Bu koşan kim?
Ve cevap veriyor biri:
Muhammed` in kızı Fatımatüz-Zehra
Velilerin anası...
Yüzünü gözünü siliyor biricik kızın
Sana yeryüzünde en çok benzeyen
Gülmesi sen, ağlaması sen
` Ağlama kızım ` diyişin geliyor aklımıza
Niye çıkardılar ki yurdundan seni
Himayesiz kaldın diye mi
Onlar bilmiyorlar mıydı seni himaye edeni
Seni yetim bulup barındıranı
Seni alemlere rahmet kılanı
Onlar deli diyorlardı sana, sen susuyordun
Mecnun diyorlardı, şair diyorlardı, sen susuyordun
`Seni bizim elimizden kim kurtaracak` diyorlardı
Sen,
Sen ` Allah! ` diyordun
Allah Azze ve Celle
Semayı haşyet kaplıyordu
Sen ` Allah! ` diyordun
Arş-ı Âla titriyordu
Bedir` de ` Allah! ` diyordun
Üç bin melek iniyordu alaca atlarda
Yüz yirmi beş bin sahabi:
` Anam babam sana feda olsun ` diyordu

Ya Rasulallah
Medine-i Münevvere sokaklarında yürüyordun
Neccar Oğulları`nın küçük kızları seni görünce
Sevinçten ne yapacaklarını bilememişlerdi
` Beni seviyor musunuz ` diye sormuştun onlara
` Seni çok seviyoruz Ya Habiballah ` demişlerdi
Sen de:
` Allah biliyor ki ben de sizi çok seviyorum` demiştin
Bu gün yaşayan gençler var
Neccar Oğulları`nın kızları diğil belki
Ama seni onlar da çok seviyor
Gözyaşlarından belli ki seni canlarından çok seviyorlar
Senden başka kimseleri yok
Allah biliyor ki sen onları da çok seviyorsun

Altmış üç yaşındasın
Refik-i Âla duasındasın
Senin için siyah yünden çizgili bir cüppe dokunmuştu
Kenarları beyazdı
Onu giyerek ashabının yanına çıkmıştın
Ve mübarek ellerini dizine vurarak:
` Görüyor musunuz ne kadar güzel ` demiştin
Meclisinde bulunan biri sana seslenmişti:
` Anam babam sana feda olsun ya Rasulallah, onu bana ver `
Niye istemişti ki senden sevdiğini bile bile
İstendiğinde katiyyen ` hayır ` demediğini bile bile
` Peki ` dedin o zata
Ve sen yine yamalı, eski cübbeni giydin
Dostuna kavuşmana bir hafta kalmıştı
Aynı cübbeden yine yine diktirdiler
Ama giyinmek nasip olmadı
Haberler uçurmuştun Ebu Hureyre` nin diliyle:
` Benden sonra öyle kimseler gelecek ki, keşke peygamberi görseydik de ne malımız ne de evladımız olsaydı diyecekler `
Ve Hz. Enes ile paylaşmıştın özlemini
` Beni görmedikleri halde bana iman eden kardeşlerimi görmeyi çok isterdim`

Sultanım!
Ey Medine minberinde ` ümmeti, ümmeti ` diye hüznü giyen sevgili
Ey Mekke mihrabında alemler hesabına ` Allah! ` diyen sevgili
Bize lütfu ilahi bahşedilen kapına diz çöktük, bey` at ettik
Rabbinden bize ne getirdi isen amenna
Duyduk, itaat ettik

Ya Rasulallah
Sen hâlâ kırk yaşındasın
Ve hâlâ ümmetinin başındasın...




 

Mustafa (drakancem)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
4313
7 Ocak 2008 Pazartesi 13:38:46

63 Yılın 60`ıydı,
Günler sayılı ve hicretin 7. yılı
Medine`ye 48 millik mesafede bir yer.
Adı Hayber.
Gün herhangi bir gün
Sakin ve sessiz
Ama gece gölgeler çekilince,
Hayberliler fitne kazanına çeviri hayberi.
Üseyr adında biri duydukları nefreti kelimelere döker,
Muhammed üzerimize yürümeden biz Medine ye saldıralım.
Nasıl olsa tüm Mekkeliler yanımızda,
Onunla yurdunun ortasında çarpışalım,
Eski ve yeni bütün hıncımızla.
Bu fikir kabul görür hazırlık başlar hayberde.
63 yılın 60`ydı.
Müşrikleri kışkırtıp Medine-i yok etme planı,
Bardağı taşıran son damla ve çatlayan sabır taşıydı.
Bu damlanın adı Hendek savaşıydı.
Rüzgar ekmişti hayberliler, bu yüzden fırtına biçeceklerdi.
Fırtına kopmak üzere,
Medine-i Münevverden nasıl çıktığını bilirsiniz Ashabın,
Bedir`den tanırsınız bu çıkışı, Uhud`dan tanırsınız.
Her biri bir ölüm meleği gibi,
İşte Hz. Ali elinde resûlüllahın beyaz sancağı.
Ordunun öncüsü Ukkaşe,
Sağ kol kumandanı Hz. Ömer,
En önde süzülen 200 er,
1400 piyade dolu dizgin atlarıyla,
Sonra peygamber hanımı ümmü seleme,
Peygamber halası Hz. Safiyye,
Toplam 20 hanım sahabe şefkat kanatlarıyla
İşte bu ordu,
Medine`den sah baya doğru akan peygamber ordusu.
Savaşın parolası ya Mansur emit,
Fırtına yolda.
Hayberin önündeyiz, mevsim yaz
Peygamber atı zari bin gölgesi düşüyor çalılıklara,
Peygamberin gölgesi olmaz.
Birkaç gün peygamber eşliğinde muhasara
Ve hastalanıyor nur nebi
Sancağı Ebû Bekir alıyor, fetih müessir olmuyor,
Sancağı Ömer alıyor,
Elden ele dolaşıyor peygamber sancağı
Ama fetih gerçekleşmiyor.
Sahabe hayberde zor durumda,
Sahabe peygamber huzurunda
Fahri Kâinat ashabına sesleniyor,
Yarın sancağı öyle bir yiğide vereceğim ki;
Allah ve Resûlü onu sever,
Oda Allah ve resûlünü sever.
O hayberi feth etmedikçe dönmeyecek.
Allah fethi onun eliyle gerçekleştirecek.
Bitmek tükenmek bilmedi o gece,
Kimdi o yiğit
Ashab-ı Güzin sabaha kadar düşündü durdu
Hattaboğlu Ömer,
O günkü kadar kumandanlığı istememiştim diyor
Kimdi o
Bakın işte sabah oluyor
Karargâhın önünde Ashab
Ve bir nur vuruyor çadırın dışına doğru
Rasûlüllah çıkıyor.
Ebû Bekir ve Ömer başta olmak üzere,
Kureyş muhacirleri elini uzatıyor,
Ensar uzatıyor elini,
Hep sancağa talipler
Rasûlü Ekrem`in nazarları birini arıyor
Duyulan tek şey peygamberin suskunluğu,
Saki nefes alsalar başlarından kuş değil,
Göğüslerinden canları uçacak.
Ve o mübarek dudaklarından bir soru dökülüyor,
Ali nerde?
Demek o yiğit ali idi
İşte Ali zülfikârı belinde
Sancak ak sancak
Peygamber sancağı ali-i mürte zarın elinde
Fırtınanın merkezinde bir yer
Adı Hayber
Ve fırtına iş başında
Merhab adında biri,
Hayberlilerin en büyük savaşçısı
Kılıcını sallayıp meydan okudu Ali`ye.
` Cesaretin varsa karşıma çık diye `
Önce şairler çarpışırdı savaş meydanlarında,
Şiirler savaşırdı.
Söz Âlideydi;
` Ben öyle biriyim ki annem bana Haydar ismini koymuş,
Ben ormanların derinliklerinden kükreyerek gelen Aslan gibiyim.`
Ve sözü uzatmadı haydar,
Söz kılıçlarındı.
İlk hamle merhabtan,
Ali kılıç darbesini kalkanıyla karşılıyor,
Ve kalkan ikiye ayrılıyor,
Ve Ali`nin elinden yere düşüyor.
Allah`ın arslanı şuan savunmasız,
Fatımat-üz Zehra`nın gülü savunmasız,
Hayberliler sevinç içinde,
Merhab`ın gülmekten dişleri görünüyor.
Sahabe şaşkın,
Fahri kainatın gözleri sükun denizi.
Eğer bir hamle daha yaparsa merhab,
Hayır,
Hayır, Hz. Ali`nin elinde etrafa parıltılar yayan bir şey var,
Bu Zülfikar
Semaya doğru bir kavis çizdi,
Ve ardından durdu Zülfikar.
Allah`ın arslanıyla göz göze geldi merhab,
Gördüğü son şey,
Hz. Ali`nin yıldırımlar salan gözleriydi.
Ve indi Zülfikar önce kalkanını,
Sonra miğferini ikiye ayırdı.
O gün fırtınanın adı Haydar-ı Kerrardı.
Fahri Kainat savaş meydanını geziyor,
Yaralananlar şehit olanlar.
Efendimiz bir şehidin başucunda duruyor.
Boğazından bir okla vurulmuş bu şahış,
Bir çöl arabıydı.
Efendimiz ona da ganimetten bir pay ayırmıştı.
Kendisine getirilen ganimeti aldığı gibi,
Peygamberin yanına gelmiş,
Ya Rasûlallah bu nedir diye sormuştu.
O senin payındır deyince efendimiz,
Ya Rasûlallah demişti adam
`Ben bu ganimet mallarını almak için Müslüman olmadım`
Ben demiş…
Ve eliyle boğazını göstererek devam etmişti.
`Ben şuaramdan bir okla şehit olmak için Müslüman oldum`
Fahri Kainat ona;
` Eğer sen doğru söylersen,Allah`ta seni doğrular` demişti.
Şimdi tam dediği yerden bir okla şehit düşmüştü.
Efendimiz cübbesini çıkartıp onun üstüne serdi
Ve cenaze namazını kıldı.
Namazdan sonra şöyle dua etti;
` Ey Allah`ım bu kulun senin yolunda şehit olarak öldürüldü
Ben şahadet ediyorum `
63 Yılın 60`ıydı
Günler sayılı, hicretin 7. yılı.
Aslanlarını bağrına bastı Medine-i Münevvere,
Hayber tarihine küstü.
Rüzgarsa Rabbinin emriyle esti.
` Ya Rab yeryüzü Asr-ı saadetten beri acıya acı ekliyor
Ya Rab bugün insanlık senden bir fırtına bekliyor






 

Mustafa (drakancem)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
4313
7 Ocak 2008 Pazartesi 14:02:01
efendim hiç solmasaydı güneşe ışık salan yüzün
ve gül kokulu o gül yüzünde karar kılmasaydı hüzün
Efendim önce annemden öğrendim adını
Annemden öğrendim annesiz kaldığını
Önce o gösterdi parmağınla ikiye bölünen ayı
Önce ondan öğrendim adını duyunca ağlamayı
Misafir olduğun evin bahçesinde ellerini çırparak koşarmışssın
Uçarmış kuşlar
Bilmemki o bahçe seni hala beklermi
Efendim ogün seninle oynayan kuşlarmıydı meleklermi
Ondan öğrendim gölgesi olmayan tek çocuk senmişsin
Efendim annemden öğrendim sınırsız şefkatini
Annemin kalbindeki şefkattesin
Şefkati insan eden rahmettesin
Uğruna can verdiğim huslattasın
Candasın canandasın
Canım benim

Mustafa (drakancem)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
4313
7 Ocak 2008 Pazartesi 14:02:44

Mustafa (drakancem)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
4313
7 Ocak 2008 Pazartesi 14:11:26
Gayemiz: ALLAH`tir
Önderimiz: RASULLÜLAH`tir
Yolumuz: KURAN`dir
ALLAH (c.c) yolunda sehid olmak en yüce arzumuzdur...

Mefkûremiz göklerde islamî bir sancak,
Biz ALLAH`in huzurunda egiliriz ancak...

Mustafa (drakancem)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
4313
7 Ocak 2008 Pazartesi 15:12:30

Mustafa (drakancem)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
4313
7 Ocak 2008 Pazartesi 15:13:38
Sözler Yetim,Sözler Öksüz.Gönlümden Gönlüne Sadece, Buruk bir Sitem Var ve Sana Dair Bildiğim Bir Tek Kelam var.Özüm,Sözüm İki Gözüm..

Mustafa (drakancem)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
4313
7 Ocak 2008 Pazartesi 15:20:48

Mustafa (drakancem)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
4313
7 Ocak 2008 Pazartesi 15:22:27

Mustafa (drakancem)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
4313
8 Ocak 2008 Salı 12:41:42
Beni kimsecikler anlamaz madem, öp beni alnımdan sen öp seccadem... 

Mustafa (drakancem)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
4313
8 Ocak 2008 Salı 12:42:14

Mustafa (drakancem)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
4313
8 Ocak 2008 Salı 12:55:22
Hicretin dördüncü yılı.
Birer yıl arayla Medine’de iki doğum,
İki bayram, iki ay parçası…
Yeryüzünün en hayırlı dedesinin gözbebekleri doğuyor.
Rasûl-üs Sakaleyn’in kokladığı reyhanları
Fatıma’t-üz Zehrâ’nın körpecik fidanları
Ali’yi Mürteza’nın eşsiz kahramanları doğuyor.
Cennet gençliğinin iki seyyidi.
Ehl-i Beyt’in ilk nazlı çiçekleri…
İki ay parçası, “merhaba” diyor o incecik sesiyle
İsimlerini Rahman koyuyor, Cebrail nefesiyle
Siz onlara Allah’ın iki lütfu diyin;
Birinin adı Hasan; diğerinin Hüseyin.
Zaman, saadetli günleri yaprak yaprak okurken
Onlar peygamber dizinde büyüdüler
Ve zaten onlar semâda büyüktüler.

Bir gün peygamberlerin incisi oturuyorlar.
Hasan’la Hüseyin
Birbirlerini yakalama oyununda…
Buyurdular;
“Ha Gayret Hasan! Göreyim seni, yakala Hüseyin’i.”
Hz. Ali; “Ya rasulallah!” diyor,
“Hüseyin’den taraf olmanız gerekmez mi?
Hüseyin daha küçük.”
Rasulullah buyuruyorlar;
“Baksana! Cebrail de Hüseyin’i tutuyor;
Ha gayret Hüseyin! Göreyim seni diyor.”

Yine birgün,
Efendimiz, ashabıyla yürüyorlar.
Hz. Hüseyin çocuklarla oynuyor.
Peygamberimiz, ellerini açıyor;
Tutmak için Hüseyin’i...
Hz. Hüseyin, bir oraya bir buraya kaçıyor.
Ve gülerek yakalıyor onu, Nebiler serveri.
Bir elini kafasının arkasına,
Öbür elini, çenesinin altına koyup öpüyor, kokluyor, öpüyor.
Sonra zamana ve mekana sesleniyor;
“Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin’denim!
Allah’ı seven Hüseyin’i sever!
Hüseyin, torunlardan bir torundur.”
Ve bir gün Cebrail bir haberle gelir;
Hüseyin Fırat kıyısında şehit edilecektir.
Orası, üzüntülü, tasalı, mihnetli ve belalı bir yerdir.
Kerb-ü beladır!
Orası Kerbeladır!


Hicretin altmış birinci yılı.
Aylardan Muharrem…
Kan renginde fırat
Kan renginde yakamoz.
Ve dudaklar susuz,
Yürekler susuz…
Kerbelada bir oğul var,
Yoluna oğullar feda.
Bir torun, Kerbelada…
Dedesinden elli yıl uzakta.
Onun gibi bembeyaz giyimli
Bembeyaz yüzlü.
Atının üzerinden sesleniyor
Kalpleri mühürlü olanlara
Merhametten yoksun olanlara;
“Ben Peygamberiniz Aleyhisselamın kızının oğlu değil miyim?
Ben Hz.Muhammed Mustafa’nın torunu değil miyim?
Şehitler seyyidi Hamza, babamın amcası değil mi?
Çift kanatlı şehit Cafer, benim amcam değil mi?”


Kerbelada bir oğul var,
Çevresinde Yeminler ediliyor şehadete.
Ve birbir toprağa düşüyor yiğitler
Ehl-i Beyt’in solan ilk çiçeği Aliyyül Ekber’di.
Sonra sıra sıra soldu civanlar;
Avn b. Abdullah b. Cafer,
Muhammed b. Abdullah b. Cafer,
Abdurrahman b. Akîl,
Cafer b. Akîl…
İşte bakın, biri daha yürüyor ölüme;
Hz. Hasan’ın oğlu Kâsım!
Onun da yüzü ay parçası.
Elinde kılıç, üzerinde gömlek ve pelerin.
Ayak sandallarından birisinin bağı kopmuş.
Başına bir kılıç iniyor,
Ve “Amca!” diyerek yüz üstü düşüyor kerbela’ya.
Kerbela’da bir oğul var
Bir şahin var.
Kucağında üç yaşında bir seyyid;
Adı abdullah!
Ve bir ok, Abdullah’ı boğazından vuruyor
Hz. Hüseyin, kanla dolan avuçlarını yere boşaltıyor
“Yâ Rab!” diyor.
“Bize göklerden yardım etmeyeceksen,
Hakkımızda ondan daha hayırlısını ihsan et.”



Hicretin altmış birinci yılı
Muharrem ayının onu…
Bir şehit var kerbelada
Tam otuz üç mızrak yarası,
Otuz dört kılıç yarası
Ey Muhammed’im nerdesin nerde?
Hüseyinin başı bir yerde; gövdesi bir yerde!
Bu Hz. Zeyneb’in feryadıdır dedesine;
“Ey Muhammed’im! Ey Muhammed’im!
Sana göklerdeki melekler salatü selam getiriyorlar.
Hüseyin ise şu otsuz bozkır çölde
Tozlara, topraklara, kanlara bulanmış,
Azaları kesilmiş yatıyor.
Ey muhammedim! senin kızların esir edilmiş,
Zürriyetin hep öldürülmüş.
Sabah yelleri onların üzerine toz toprak savuruyor.”

Abdullah bin Abbâs da, o gün Medinede
Rasulullah aleyhisselam’ı görür rüyada
Yanında içi kan dolu cam bir bardak vardır,
Ve şöyle buyurur:
“Benden sonra Ümmetimin yaptığı şeyi biliyor musun?
Hüseyin’i şehit ettiler.
Bu, Onun ve ashabının kanlarıdır.
Bunu Allah’a sunacağım.”

Ya Rasulallah!
Biz asırlar sonra geldik.
Eğer o gün olsaydık Kerbela’da
Allah’a kasem olsun ki
Ashabının seni koruduğu gibi
Korurduk Ehl-i Beyt’ini
Ya da o uğurda verirdik canımızı.
Bu sözümüzün bir isbatı olarak
Bu gün biz senin kapındayız.
Taşıdığımız ehl-i beyt isimleri.
Kimimiz Ali, kimimiz fatıma
Kimimiz hasan ve hüseyin.
Ve iftiharla senin ismini taşıyor çoğumuz.
Allah ruhumuzu senin kapında
Ehl-i Beytine layık olduğumuz bir anda alsın.
Aliyi Asğar’la,
Zeynelabidin’le her asırda hüseyni çiçekler açarken
Yanaklarında peygamber busesi,
Ve her biri senden bir koku taşırken çağlara.
Allah, bizi onlardan ayırmasın.
Bizi senden ve rızasından ayırmasın.

Mustafa (drakancem)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
4313
8 Ocak 2008 Salı 12:56:06
Ey gül
Ey gonca-i nur
Meftun yaprak har sana
Sensin gönüller mahı
Bu yaz bu bahar sana
Mucize saltanatın taşları ayna yapar
Her ırmak ve her deniz her leyl-ü nehar sana
senin zatı abdesin alemlere rahmettir
Cibril vefalı yoldaş
Yüce Allah yar sana
Bu nice iştiyaktır eyy en güzel sevgili
Asırlardır koşuyor genç ve ihtiyar sana
Nazarın kalbe şifa sözün hikmet incisi
Hangi dertli kavuşsa olur bahtiyar sana
Misk kapında karar kılmıştır senin
Nebilerin diliyle hep övgüler var sana
Ay, güneş, zühre, ülke nuruna pervanedir
Alemde olmak ister aşıklar civar sana
Senin yolun hep açık gidişin allahadır
Dağlar ateş kesilse olamaz duvar sana
Güzelliğin alemde misli bulunmaz inci
Ey gül hasret çekmede cennet o bulvar sana
Dedinki şükreden kul olmak istememmi ben
Rabbin ihsan buyurdu hurma üzüm nar sana
Her muzcizen parmakla gösterilmede senin
çağlatmak öyle kolay çöllerde pınar sana
Hicranın bir kütüğü dertle bi karar et
Hep özlem duymadadır selvi ve çınar sana
Cennetin çiçekleri senin kokunu taşır
Benzemeye çalışır beyazlıkta kar sana
Güneş güzel yüzünden parlaklık aldı ey gül
Acep hayran olmadan hangi göz bakar sana
Aşkının esiridir ne çöl ne de dağ tanır
Bu sevdalı gönüller su gibi akar sana
Varlık bahçesi senin nurundan yaratıldı
Hep medyum hep minnettar her can her nigar sana
Tebessümün ayların zührenin sevincidir
Nice hasret çekmede bu bülbül-ü zar sana
Yuuf senin dalında çiğ tanesidir sanki
Divane kesilir göz etse bir nazar sana
Fazlının eteğine akıllar erişemez
Eli kalem tutanlar övgüler yazar sana
Haki payene sürsem bir kerecik yüzümü
Bende olan sermaye hasret intizar sana
Haki payene sürsem bir kerecik yüzümü
Bende olan sermaye hasret intizar sana

Mustafa (drakancem)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
4313
8 Ocak 2008 Salı 12:59:08
MEKKE`NİN FETHİ

her şey bir şiirle başladı.
peygamber huzurunda okunan bir şiirle…
kızgın kum fırtınalarından,
adem vadisinden kopup gelen bir şairle…
ardında kırk süvari,
ve alev alev yanan gözlerinde ihanet haberleri.
bu şair, huzaa kabilesinden amr bin salim`di.
en üst perdeden okudu şiirini,
ve gözlerini kırpmadan dinledi nebi;

"kureyşîler sana verdikleri sözde durmadılar,
hudeybiye`de seninle yaptıkları misakı bozdular.
bizi vetir`de,
kendi yurdumuzda gafil avladılar.
benim kimseyi yardıma çağırmayacağımı,
çağıramayacağımı sandılar."

dedi ve durdu.
şair ağlıyordu.
peygambere çevrildi tüm gözler
ve o an tutuldu nefesler.
sahabenin başları yere değiyordu,
çünkü mübarek alınlarındaki damar belli oluyor,
peygamber celalleniyordu.

“ey nebi!
Allah’ın kullarını yardıma çağır,
içlerinde Allahın rasulü de olsun
yapılan zulme, öfkesinden renkten renge girsin,
ve büyük bir ordunun başına geçip,
denizler gibi köpürerek akıp gelsin.”

şiir bitmişti,
şair de bitmişti.
gözler hâlâ peygamberdeydi,
Allahın râsûlü, ridasını toplayıp ayağa kalktı!
ve sahabe ayağa kalktı.
şimdi konuşan peygamberdi;

“eğer kendime yardım ettiğim şeylerle
huzaalara yardım etmezsem,
ben de yardım görmeyeyim.
varlığım kudret elinde olan Allah’a andolsun ki,
kendimi ve ev halkımı koruduğum gibi,
bunları da koruyacağım.
şimdi haber salın yeryüzüne!
Allah’a ve ahiret gününe iman edenler medine’de toplansın.”
medine dağlarında savaşın ritmi,
sokaklarında peygamber sessizliği…
konuşmuyor nebi
hane-i saadet’te kılıçlar bileniyor
hane-i saadet’te zırhlar temizleniyor
ve şehirlerin anası gülüyor.
mekke-i mükerreme uzaktan gülüyor.

gül ey mekke! gün senin günündür
gün senin fetih günündür.
gül ki, bu dönüş sanadır.
baksana,
dün bağrından koparılan yiğitler dönüyor sana
erak topraklarını savuran rüzgar dönüyor önce
ardından büyük bir birlik;
başlarında halid bin velid!
arkadan ey mekke!
senin topraklarında yaşarken
rabbim Allah’tır dedi diye sövülen,
işkence gören,
her tarafı kıpkızıl kurban taşları gibi
kan içinde kalan muhacirler geliyor.
en önde zübeyr bin avvâm geliyor
hani sekiz yaşında müslüman olan
hani onbeş yaşında senden koparılan
amcası onu bir hasıra sarmıştı hani
ateş dumanına tutmuştu
küfre dönsün diye.
ama o dönmedi küfre
ve peygamber yıldızlarından biri olarak
en önde sana dönüyor ey mekke!
sonra bir bölük halinde beni gıfarlar geliyor!
bayrakları ebu zer gıfari’nin elinde…
şu müslüman oluşunu kâbede ilan edince
bayılana kadar dövülen ebu zer geliyor.
eslemler geliyor bölük halinde
müzeyneler bin kişilik alayla geçerken çölden
tekbir sesleri geliyor göklerden
ey mekke başka kimi bekliyorsun söyle!
hz.hamza’yı mı?
musab bin umeyr’i mi?
onlar,
şehitler ordusuyla tebessüm ediyorlar sana
ve baksana
gözleri ışıl ışıl
sana yaklaşan ve tozu dumana katan
bir alayı seyrediyorlar
kapkara bir taşlığı andıran bu alay da kim
bir hareketlilik semada…
bunlar ölüme susamış savaş erleri ensâr!
ve en ortada simsiyah sarığıyla yâr!
o an peygamberler ayakta,
melekler ayakta
şehitler ayakta…
ey mekke kalkabilirsen sen de kalk
çünkü gönüllere safâ geliyor
hazreti muhammed mustafa! geliyor

-----
sekiz yıl geçti aradan
sensiz tam sekiz yıl geçti…
gittiğin gece
uzaktan dönüp kâbe’ye bakınca;
“mekke!” demiştin,
“sen benim için bütün dünyadan daha değerlisin
ama senin insanların beni rahat bırakmıyor”
deyip gitmiştin.
yıldızlar da seninle birlikte gitmişti.
kapkaranlık geceler kalmıştı ardında.
mekke öksüz kalmıştı.
ve mekke çocukları…
çocuklar hep
sümeyye’nin toprağa düştüğü yerde oynadı,
habbâb bin eret’in ateşe atıldığı yerde oynadı
hane-i saadetin üzerinde
sevr mağarasından kalma güvercinler bekledi seni .
kâbe-i muazzama’da namaz kılışını özleyen hârem,
haticetül kübrâ’nın hatıraları,
o gül kokuna hasret kalan sokaklar bekledi seni.
şimdi kasva’dan inmez misin ya rasulallah!
inmez misin ki,
ayaklarından öpsün mekke toprakları
ve kaldırmaz mısın başını ki
nur çehreni seyretsin âlem

işte rasulullah’ın nur yüzü göründü.
işte rasulullah bakıyor.
başında yemen işi simsiyah bir sarık.
o alnındaki nura kurban olalım.
rasulullah kâbe’ye bakıyor.
ve işaret ediyor hz. bilâl’e…
bilâl, kabe-i muazzamâ’nın üzerinde…
şimdi bilâli dinlesin yer ve gök.

Mustafa (drakancem)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
4313
8 Ocak 2008 Salı 13:00:02
MEDİNE’DE ZAMAN

Medine’de sabah başkadır.
İnsanlar sevinçle uyanırlar,
Ezan-ı Muhammedi yükselir.
Mescid-i Nebevi’den
Ve Medine sokakları
Bayram yerine döner.
Bir dede hanımının elinden tutarak yürür.
Bir çocuk mescidin bahçesinde koşar özgürce
Sabaha kadar yeşil kubbeyi seyreden bir genc
Tebessüm ederek girer babus selam kapısından
Yeşil elbiseleriyle mescidde hizmet edenlere imrenir
Bir peygamber aşığı...
Bir peygamber aşığı Ümmet-i Muhammed’i koklar
Gözlerini yumarak...
Bir kuş uçar cennet bahçesinin üstünden.
Bir tekbir yayılır boşluğa.
Bir hasret dillenir yüreklerde
Ve “Bir” olana ibadet edilir.
Kimi ravza-i mutahhara’da kılar namazı
Kimi ashab-ı suffenin yerinde
Şemsiyelerin altında saf tutar kimi
Kimi mescidin bahçesinde.
Ve hıçkırıklarla secdeye kapanırlar.

Sonra otellere dönülür
Güneşin huzur veren ışıklarıyla.
Yeni kafileler girer medineye
Otellerin arasından yeşil kubbeyi arayan gözler
Salat-ü selamlarla yıkanır.
Kimi kafileler
Cennetül Bakî’dedir.
Kimisi Medine’yi dolaşır otobüslerle
Mihr Ali abiden Uhud’u dinler.
Hz. Hamza’yı dinler.
Asr_ı Saadeti yaşar Peygamber misafirleri.


Medine’de öğle başkadır.
Güneş ikindiye kadar yalnızdır Medine sokaklarında
Çünkü Güneş kıskançtır.
Habîb-i Zîşan’la başbaşadır.
Kainatın güneşinden güç katar gücüne.

Ve ikindi namazından sonra
Dükkanlar açılır.
Buhurdanlıklarda tüten kokular
Nazlı nazlı etrafa yayılır.
Kasr-ı halife oteline giden bir babaanne
Yolda torunlarına oyuncaklar alır
Hurmaları yüklenmiş bir delikanlı
Eşiyle birlikte yürür
Melekler tebessüm eder onlara
Dua eder.
Bir kasetçiden Kabe imamlarının sesi yükselir.
Vahyin yıkadığı yüzler dolaşır pazarlarda
Medine halkı güler yüzlüdür.
Çünkü onlar Ensar’ın torunlarıdır.
Rasulullah’ın komşularıdır.
Çok hassastır kalpleri.
Bunu bilen bazı misafirler
Mescid-i Nebevi’de kazandıklarını
Hayatları pahasına korumaya çalışır.
Ama bazıları
Sanki sadece alış verişe gelmiş gibi,
Kavga gürültüyle geçince günleri
Ve Unutunca Medine’yi
“Yazık oldu” der melekler
Milyarlarca insanın içinden seçildi
Buraya geldi
Ama yazık etti, yazık etti.

Medine’de akşam başkadır.
Zemzem bidonlarından zemzem içilir
Ve ikram edilir yanındakilere.
Şemsiyeler kapanır yavaşça,
Kubbeler açılır.
Gökyüzü tüm ihtişamıyla meydana çıkar.
Kimse yıldızları fark etmez nedense
Kainatın güneşinin yanında yıldızlar farkedilmez.
Ebuzer gıfari caddesini yağmur ıslatmasa da
Hasret gözyaşları ıslatır.
Sıra sıra dizili ankesörlerden
Farklı dillerde konuşmalar yapar.
Farklı renklerde insanlar.
Heyecanla konuşan biri şöyle der:
“İnanamazsın, şu anda seninle konuşurken
Mescid_i nebevi’ye bakıyorum.
On tane minare sanki arşa yükselmiş gibi.
Öyle heybetli görünüşleri var ki anlatamam.
Bu gün ikindi namazını Ravza-i mutahhara’da kıldım
Hem de Hz.Aişe sütununun önünde.
Allah sana da nasip etsin.
İnşallah dönünce anlatırım.

Medine’de gece başkadır.
Peygamber misafirleri dalınca uykuya
Melekler iner Kubbetül Hadra’ya.
Ve uzaklarda, çok uzaklarda
Medine hasretiyle yanan yüreklerden
Selamlar iletilir Sultanlar sultanına.
“Ya rasulallah” demiştir biri
“Bu yıl da nasip olmadı Medine’ne gelmek!
Ravza’nın kokusunu koklamak nasip olmadı.
Umre’ye gidenleri görünce boğazıma bir şey takılıyor.
Hep selam gönderiyorum sana
Geçenlerde umreden dönen bir arkadaş
Tespih verdi bana. Medine’den almış.
Tespihi sabaha kadar kokladım.
İnşallah bu yıl gelirsem o tespihi de getiricem.
Sana salat ve selam olsun ey gönlümün sultanı.

Medine’de zaman başkadır.
Medine’de herşey bir başkadır.

Mustafa (drakancem)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
4313
8 Ocak 2008 Salı 13:04:56