|
Gönderen | Mesaj |
|
28 Nisan 2008 Pazartesi
15:54:22
|
|
|

BAZEN...
Bazen... eski bir hatıra, uzaklarda seyreden bir gemi gibi belli belirsiz geçer hafızamızdan.
Bazen... yeni duyduğumuz bir şarkıyı çok eski bir hüzünle karşılar kulaklarımız.
Bezen... okuduğumuz bir cümle sayfalardan taşar ve genişleyerek hayatımız olur.
Bazen... bütün dikkatimizi verdiğimiz halde dağılan sözleri bir araya getiremeyiz.
Bazen... içimizin defterine aldığımız notları ne kadar arasak yerinde bulamayız.
Bazen... yükseklerden yere düşen her hangi bir şey gibi kırılmaktan kendimizi alamayız.
Bazen... sesimiz olmadığını bile bile konuşmaya yeltenir, bir pandomime çeviririz yaşantımızı.
Bazen... zavallı küçük kuşlar gibi yokluğun saydam duvarlarına çarpar ve eksiliriz.
Bazen... başladığımız tuhaf saklambacı bir türlü sona erdiremez ve çaresiz kalarak kendi kendimizi sobeleriz.
Bazen... bütün yolların yolculuğa çıktığı bir labirente kıskıvrak yakalanırız.
Bazen... başkalarının taze heveslerinde rastlarız pişmanlıklarımızın köhne yüzlerine.
Bazen... bildiğimiz her şeyi kayıp giden gökyüzünde kayıp giden bir yıldızla özetleriz.
Bazen... beyaz kâğıtların üzerine bıraktığımız bütün kalemlerin üşüdüğünü görür, şaşırırız.
Bazen... yerimizden hiç kıpırdamadığımız halde, ölümcül bir yorgunlukla tepeden tırnağa kuşatılırız.
Bazen... başımızı hafifçe yukarıya kaldırdığımızda, anlaşılmaz bir yükseklik korkusuyla sarmalanırız.
Bazen... gideceği adresi şaşırmış bir polenin hafifliğiyle oradan oraya savrulur dururuz.
Bazen... parmağımızın ucunu dokunduğumuz bir denizde çılgınca boğuluruz.
Bazen... hayatın en küçük, en önemsiz tümseklerine takılıp burun üstü yere çakılırız.
Bazen... iliklerimize kadar ıslanır ve sadece üstümüzde biraz yağmur suyu biriktirdiğimizi düşünürüz.
Bazen... gelmeyen ve gitmeyen bir bahara takılıp kalır, takvimlere zorluk çıkarırız.
Bazen... hiç ahenklerini bozmadan, hiç işlerini aksatmadan, içimizi kemiren kurtlara takılırız.
Bazen... yerinde bulamadığımız şeylerin bütün suçunu vakitsiz esen rüzgârlara yükleriz.
Bazen... bir sarmaşık gibi kıvrıla kıvrıla ilerler ve duvarların soğuk gövdelerine sarılırız.
Bazen... çakıl taşlarının arasındaki bir çakıl taşı olmayı isteyecek kadar sıkılırız kendimizden.
Bazen... film bitip ışıklar yandığında kendi uçsuz bucaksız karanlığımızla baş başa kalırız.
Bazen... her şeyin bir çınlamadan ibaret olduğuna inanıp havada asılı kalırız.
Bazen... günlerimizin bir karalama olarak kalacağını ve hiç temize çekilmeyeceğini düşünüp sarsılırız.
Bazen... yazdıkça yazdıkça... Yazılırız.
|
|
|
28 Nisan 2008 Pazartesi
16:21:00
|
|
|
Bazen;
Deniz kalkıp ,gökyüzü iniyor; alnımdaki çizgiye. Sırçalı aynalardan silinmiş yüzüm Ölümler ötesinde darmadağın Eti kemiği sıyrık bir bedenin Tasasız eğlencesindeyim Susmuş saatim Duvarlar kan kızılı çizgilerde Mavisi çalınmış haritalarımda olmayan denizleri arıyorum hırçınlıkla Ayaklarım, olmayan bir ülkenin hamursu,kahverengi topraklarında ellerim, olmayan bir kadının beyaz,ıslak yanaklarında gözlerimde, yalancı güzellikler kulaklarımda, ağlak bir türkünün ezgisi geçip gidiyorum dünyadan dünyaya hiç uğramadan depremler dursun, dalgalar soğulsun, yaralarım kabuklansın diye seviyorum durmadan başka türlü yaşanası yok bu hayatın
hepsi bu...
|
|
|
28 Nisan 2008 Pazartesi
16:24:59
|
|
|
bazen sevdiklerimizi yanlış anlayabiliriz
GENÇADAM, evinin alt katında marangozluk yapıyordu. Kapı ve pencere konusunda uzmandı. Fakat plâstik pencereler yaygınlaşınca, ahşap olanlara rağbet azaldı. Bu yüzden işler iyi gitmiyordu. Üstelik de çocukları büyümüş, biri hariç okula başlamıştı. Masrafları artınca, yanındaki kalfasına yol verdi. İşe biraz daha erken koyulur, yardımcıya ayırdığı parayı, çocukların harçlığına katardı.
Adam, bir gün çalışırken, elektrik kesildi. Ve uzun süre beklediği halde gelmedi. Aksi gibi, o akşam üzeri teslim etmesi gereken birkaç pencere vardı. Boş kalmayı sevmezdi. Planyayı yağladı, talaşları süpürdü. Biraz dinlenmek için eve çıkarken, sigortaya göz attı.
Eğer yanılmıyorsa, bu iş normal değildi. Biri gelip sigortayı kapatmış olmalıydı.
Şalteri kaldırınca, atölye aydınlandı. Tahminleri doğru çıkmıştı ama, bu işe bir anlam veremiyordu. Şaka dese, böyle bir şaka yapılmazdı. Kendisini kıskanacak bir düşmanı da yoktu.
İşe koyulduğunda, yine aynı şey oldu. Ama bu sefer suçluyu görmüştü. Oğlu, evden atölyeye bağlanan merdiveni sessizce inmiş ve sigortayı kapattığı sırada, babasını karşısında bulmuştu.
Adam, on yaşına gelmiş bir çocuğun böyle bir haylazlığını affedemezdi. Bütün günü, onun yüzünden mahvolmuştu. Bir kere yapmış olsa, ses çıkartmazdı. Ama tekrarlaması, hangi yönden bakılırsa bakılsın, büyük hataydı. Saçlarından yakalayıp sıkı bir tokat attı. Her şey onun iyiliği içindi. Belki vurduğu tokat, serseri olmasını engellerdi.
Adam, oğlunun gözyaşlarını görmezden geldi ve eve çıktıktan sonra, eşine dert yanarak:
- Bu çocuğun, okulda kimlerle düşüp kalktığını bilmemiz lazım!.. dedi. Eğer serbest bırakırsak, başımıza büyük dertler açacak!..
Adam, bir süre düşündü. Sonunda da en kolay yolu buldu. Oğlunun hiç aksatmadan tuttuğu günlüğünde, arkadaşlarına ait ip ucu olmalıydı. Eşi istemese de, ona kulak asmadı ve çocuğunun günlüğünü okumaya başladı.
Oğlu, en son sayfada:
"Bu gece kötü bir rüya gördüm!.." yazmıştı. "Atölyede çalışırken, babamı elektrik çarpıyordu. Allah`ım onu koru!.. Ben elimden geleni yapacağım!.."
Cüneyd Suavi
|
|
|
3 Mayıs 2008 Cumartesi
02:53:02
|
|
|
Bazen
Bazen bir kulağımızdan girip diğerinden çıkan uçucu sesler, neleri getirip, neleri götürdüğü farkında bile olunamayan. Bazen de o kadar şiddetle sarsar ki benliğimizi yüklendiği anlamdan ötesini bize dahi taşıtmayan... En vefalı, en hayırsız, en zor bulunan, en yanı başımızda, en acıtan, en sevdiğimiz ve hep özlenen, hep aranılan. "DOST" Bazen gün ağardığında gökyüzündeki güneşi alıp içinize dokundurtan, bazen de karanlıklar basıncaya kadar söylenemeyen, esirgenen ya da unutulan. "GÜNAYDIN" Bazen yanı başındayken, hep seninle olacakmış kadar aşinalaşıp umarsızlaştığın, bazen de kıymetini, önemini, sevgisini ve şefkatini artık ağlayarak özlemiyle paylaştığın. "ANNE" Bazen hiddetinden korktuğun, gücünü devleştirdiğin, her türlü sorumluluğu yükleyip de elinle ittiğin, bazen de arkadaş olup, gezdiğin, örnek aldığın, yüreğindeki sınırları sonsuza kadar açtığın, taptığın. "BABA" Bazen "eninde sonunda sen benim olacaksın, bende senin" diyeceğin kadar keskin ve kesin, bazen de aradığın sonsuzluğa kavuşturacak kadar hem uzak hem de yakın ama senin. "ÖLÜM " Bazen çok bilinmeyenli bir denklem içinde sürüklenip kaybolup gittiğin, bazen de basitliği karşısında afallayıp, alaya alıp, küçümsediğin, "es" geçtiğin. "HAYAT" Bazen torpil de yapsan nafile, süresi başından kısaltılmış bir imtihan, bazen de bir bedende dokuz kez formatlanmış bir yaşam. "ÖMÜR" Bazen saçlarına ak düşene kadar arayıp da bulamadığın en güzel hayal, en büyük armağan, en büyük düş, bazen de bolca bulup insafsızca harcadığın, laçkalaşmış, anlamı kaybolmuş, bir yok oluş bir düşüş. "AŞK" Karnın her zaman tokken, sırtın pekken, gönlün hoşken dahi en büyük açlığın, fazla bulunca değerini bilemeyip, şımardığın, gıdım gıdım öldürüp de yok ettiğin, saçtığın. "SEVGİ " Bazen bir kerecik işitebilmek için hem kaçtığın hem kovaladığın, bazen de olur olmaz yerde söyleyip abartarak batırdığın, battığın. "SAYGI" Bazen değil her zaman bütün kişiliklerin boy aynası. Yansıdığın. Yansıttığın... "EVET" Bazen acımasızca dudaklarından çıkmasına izin verdiğin insafsızlığın, bazen de söyleyip hem ezdirdiğin hem de altta kaldığın. "HAYIR" Bazen tadabilmek için tadını beyazlara siyahlara çiçeklere ve umutlara dolandığın, dolandırdığın, bazen de kurtarabilmek için özgürlüğü, tek parça kalabilmek adına savaştığın. "EVLİLİK" Bazen gün içersinde cömertçe sunabilecek kadar gönüllere ılık bir meltem, tatlı bir su olup aktığın, bazen de bir kerecik duyabilmek ve söyleyebilmek için seni kavuran yalnızlığa hüzünlerle daldığın. "MERHABA" Bazen seni sevdiğin her şeyden ayıracak korkusu ile duymamak için kulaklarını eze eze tıkadığın, bazen de sabah`ları karşılamak için, gece`lere söyleyip, yıldızlarla allayıp pulladığın. "ALLAHAISMARLADIK" Bazen de bir kelimeyi başka bir kelime ile, onları da başka başka kelimelerle tanıştırıp, dünyanın en düşünülür yapısını oluşturduğun anlamlar dinamiğin. "CÜMLE" Sadece 3 kelimeyi seferber ederek sonrada onları yan yana dizerek yüreğinin sesini de anlamına katarak oluşturduğun en favori cümle "Seni çok seviyorum" Geç kalmadan işte! Hiç bir şey zamanında "geç" değildir çünkü...
|
|
|
25 Eylül 2008 Perşembe
12:44:24
|
|
|

Bazen sessizliği özler insan. Bir kısacık an için de olsa gürültüden uzaklaşıp sakin sakin dinlenmek ister.
O sessizlik içinde sükuneti dinlemek ister doya doya.
Fakat medeniyetin ortasında değil. Şehirlerin sokakların binaların arasında değil.
Sessizlik tek bir yerde dinlenir:
Tabiatın kucağında.
Ve o sessizlik içinde konuşur yapraklar, ağaçlar, kuşlar, bulutlar.
Diller susar şekiller ve renkler konuşur.
Niçin insan sessizliği özler ve niçin onu tabiatın kucağında dinler?
Niçin huzur vermez evler, arabalar, fabrikalar, gökdelenler, pazarlar, radyolar, televizyonlar?
Niçin insan bu kadar bağlı olduğu şeylerden kaçmak ister?
Niçin bütün insanların erişmek için çabaladığı şey, çoğu zaman insandan uzak yerde bulunur?
İnsan tabiatın kucağında sessizliği dinler.
Çünkü bir yaprağın anlattığını hiçbir insan eseri ona anlatamaz.
Gerçi o bir ağaç dibinde sessiz sessiz düşünceye dalıp gitmişken, şehirler dolusu faaliyet, o anda da insanın etrafında sürüp gitmektedir.
Fakat sessiz, sadasız....
Her an yerin derinliklerinden tonlarca su görünmez hidroforlarla ağaçların tepesine taşınır da kimsenin haberi olmaz.
Ömrünü doldurmuş yapraklar sessizce düşer yere.
Sonra sessizce parçalara ayrılıp yerin altına iner ve öğütülür.
Yine kimsenin haberi olmaz.
Yerin altında ve üstünde şehirler dolusu tesisler çalışır durmaksızın.
Farkına vardıklarımız bir şiir güzelliğinde karşımıza çıkar.
Baharlar yazılır, güzler bestelenir, açanların ve solanların her biri ayrı ayrı güzellikleri sergiler bir muhteşem sessizlik içinde.
Doğum kadar ölüm de bir şiirdir tabiatta.
Medeniyet, tabiattaki örneklerine bakarak ilerler.
Kendiliğinden icat ettiği bir şey yoktur insanlığın.
O örneklere yetişmek için çabalar durur.
Teknoloji harikaları, seyredenlere parmaklarını ısırtır.
Fakat örnekler, insan eserinin çok ilerisindedir.
Hiçbir uçak, ne bir sinek gibi iniş takımları ile sırtını kaşıyabilir, ne de tombul bir serçe gibi sevimli olabilir.
Üstelik kuşlar hiçbir zaman uçarken çarpışmazlar.
Ve hiçbir zaman insan medeniyetinin ulaşamayacağı bir hedef, meydan okurcasına hükmeder kainatın dört köşesinde:
Sessizlik.
Gerçi seslerin ayyuka çıktıkları zaman da olur. Bir çağlayan, bir kuş sürüsü, yahut ağustos böcekleri, veya göklerde yankılanan bulut naraları, neredeyse kulağını sağır edercesine insanın dünyasını kaplayıverir.
Ama ses ne kadar yoğun ve şiddetli olursa olsun gürültü yoktur kainatta. O sesler bir şiir halinde dinlenir.
Ama sessizlik bazen şiirlerin en güzeli gibi gelir insana.
Doyasıya dinlemek ister onu.
Bazen yaprak hışırtılarının, bazen bir akarsu şırıltısının bazen kuşların eşliğinde.
Bazen de puslu bir akşam üstü dalgaların martıların sesleri arasında.
Çünkü sisi de güzel, pusu da güzeldir dünyanın.
Sesi de, sessizliği de güzeldir.
İnsan ona erişemez.
Ancak dinler ve zevk eder.
Çünkü kendisi de onu yapanın bir eserinden başka bir şey değildir.
Ümit ŞİMŞEK (BİR KALP, BİR BAKIŞ, BİR DÜNYA isimli kitaptan alıntı)

|
|
|
29 Eylül 2008 Pazartesi
10:23:20
|
|
|
TŞKLER YASMİN

|
|
Mesaja cevap yazmak için gruba üye olmanız gerekmektedir.
|
|