sevgi diyarı > Mesaj Panosu > SEVGİ DİYARINA DÜŞEN CEMRE

SEVGİ DİYARINA DÜŞEN CEMRE


GönderenMesaj

Yasmin (Yasmini)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
247
22 Temmuz 2008 Salı 05:01:23

 

I

Avuçlamak vardı şimdi evreni

Kanadığına aldırmadan avuçların / avuçlamak vardı gökyüzünün mavisini

Ve avuçlamak / serçenin yüreğini.
 
Düşlerine / taşımak vardı kokusunu / bahar dallarının

Parmaklarında çiçeğe durmak

Yeniden yazmak vardı kaderi / karalamadan eskitmeden / yeniden

Ve hiçe saymak vardı / tüm geçmiş zamanları.
 
Kan ter içinde uyandığın kabusların / kabusu olmak vardı

Aldığı en derin nefes

Ve yüreğine / yürek dolusu ses.
 
Ağzımı dayayıp ağzına / doymak vardı huzura / kana kana

Tüm umutlar iç cebinde yüreğin / kavuşmak vardı düşsel bir sapakta

Ah ne çare / sevda bir yana düştü / yazgı bir yana.
 
II

Yine de

Fazla mesaide şimdilerde / şu / umudun ölümsüz tanrıçası

Bak / çiçek açtı hevenk hevenk dilek ağaçları

Avuçlarına al tüm sızıları / tüm geçmiş zamanları

Yedi düvele savurasın diye / kül ettiğin acıları / nöbete durdu bak Kaf Dağı.
 
Bir göz kırpsan düşlere / yada / avuçlayıp bırakıversen koynuma baharları

Konuversen bir çiğ tanesi olup dudaklarıma
 
Yeniden doğacak küllerinden

____________Bir / içimde ki ben / bir de Anka…
 
Arzu Eşbah

 

 

Yemliha (gülbahçeli)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
5437
22 Temmuz 2008 Salı 23:30:13

görünmez bir el kitler kapılarımı,
miskinliğimden değil bu minnet
çaresizim seni sevdiğimi söyleyemem.

Dilsizim.

Çırpınmayı bile unutmuş bir serçe
gibi saklarım göğsüme kanatlarımı,
kadınlığın böyle karşıma dikeldikçe
utanırım seni sevdiğimi söyleyemem.

Dilsizim.

Bilinç denen şey şeffaf bir hançer
her gece deşer yaramı,
yıllar divane ömrümden zulümle geçer
halsizim seni sevdiğimi söyleyemem.

Dilsizim.

Eski yalnızlıklardır soframdaki nicedir
hayatla katlayamam yorgun yaşımı,
büyük aşklar hep gecikmeli gelir
garibim seni sevdiğimi söyleyemem.

Dilsizim.

Erken geldin dünyaya, benden önce
benden önce koştun yollarımı,
şu ince yağmur dinince
gideceğim seni sevdiğimi söyleyemem

Misafirim.

Yasmin (Yasmini)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
247
23 Temmuz 2008 Çarşamba 04:00:23

 

Ağustos Kuşları

Derin, saf, mavi bir gökyüzünde kara noktalardan oluşmuş kıpırtılı kara bir yumak helezonlar çizerek dönüyor.
Onlara bakıyorum.
Bir ucundan katılan kalabalık ve karışık siyah noktalarla büyüyen
yumak diğer ucundan zarif ve düzenli bir ok gibi çıkarak maviliğin içlerine doğru uçuyor.
Gidiyorlar.
Onlara bakıyorum.
Garip bir hüzünle bakıyorum onlara.
Bir şeyin bittiğini söylüyorlar bana.
Başka bir şeyin başlayacağını da.
Onlar gittikten sonra bir zaman boş kalacak o saf mavilik.
Bilmediği bir şeyi özler gibi bomboş bekleyecek.
Ayrıldığımız sevdiklerimizle, buluşacağımız ve henüz kim olduklarını bilmediğimiz seveceklerimiz arasındaki o kederli, yalnız ve yalnızlığında gizli ümitlerle beklentiler taşıyan boşluk.
Uzaklaşanları görüyoruz, anıları taze.
Tanıyoruz gidenleri.
O berrak mavilik bir zaman sonra yeni kuşlar bulacak, ışıkları değişecek, bulutları, yağmurları, sonbaharla şeffaflaşmış güneşleri olacak.
Yaşanmış olanlardan kopmak zor.
Yaşanacak olanları beklemek heyecanlı.
İkisinin arasında, derin ve yalnız bir gökyüzü gibi hüzünlü bir boşluk var.
İçinden geçilmesi en zor olan zaman.
Kendi boşluğuyla daralmış o kederli ruh nasıl da gidenleri yakalamak, geçmişe tutunmak ister.
Nasıl da hüzünle bakar gitme vakti gelenlere.
Ne çok insan, böyle bir kederli boşlukta, geleceği beklemeye sabrı ve gücü yetmediğinden yanlış bir karar verip geçmişi yaşatmaya çalıştı.
Halbuki kural ne kadar açık.
Gitme vakti gelen gidecek.
Boş bir gökyüzü gibi gelecek olanları bekleyeceksin.
Kederle, hüzünle ve sabırla.
Gitmenin bir mevsimi var.
Gelecek olanları karşılamanın bir mevsimi.
Bir mevsimi var boş bir gökyüzü gibi beklemenin.
Gidenleri biliyoruz.
Sesleri, fısıltıları, kokuları, gülüşleri ne kadar da tanıdık, ne kadar yakın.
Bize değdikleri yerleri kopartacaklar giderken.
Kopmanın sancısını duyacağız.
Kuşlarını yitirmiş bir gökyüzü gibi kendi acısıyla yankılanacak içimiz.
Bir zaman, sonsuza dek öyle bomboş kalacağından korkacak.
Sonra tek tük yeni kuşlar gelecek.
Sonra değişik ötüşleri olan dağınık sürüler.
Bulutlar, yağmurlar, yeni ışıklar, şeffaflaşmış güneşler.
Gelecek olanları tanımıyoruz.
Yüzleri nasıl, sesleri nasıl, kokuları nasıl bilmiyoruz, üzülünce nasıl bakıyorlar, sevinince nasıl, bilmiyoruz.
Yeni gülüşlere alışacağız. Yeni dokunuşlara.
Sözcüklerin bir başka biçimde söylenebileceğini de göreceğiz. Şu anda hiç tanımadığımız bir beden birkaç ay sonra sıcak bir sokulganlıkla yanımıza uzandığında, bir yabancıdan bir sevgili yaratan bu tabiata şaşacağız.
Giden kuşlara bakıyorum hüzünle.
Süzülerek uzaklaşıyorlar.
Gitmenin bir mevsimi var.
Gelecek olanları karşılamanın bir mevsimi.
Bir mevsimi var bomboş bir gökyüzü gibi beklemenin.
Niceleri, bomboş bir gökyüzü gibi durmanın azabına dayanamadığından gidenleri yolundan döndürdü.
Ölü kuşları oldu onların.
Ölü kuşlarla doldu mavilikleri.
Derin, saf, boş bir gökyüzü gibi kederle durun.
Gelecekler.
Yeni sesleri, yeni kokuları, yeni dokunuşlarıyla gelecekler.
Sözcüklerin başka türlü söylenebileceğini de öğreneceksiniz.
Her kederden bir ümide kapı açan bu tuhaf tabiata şaşacaksınız.
Unutmayın, gitmenin bir mevsimi var.
Gelecekleri beklemenin bir mevsimi.
Bir mevsimi var bomboş bir gökyüzü gibi durmanın.
Gelenler, sadece beklemesini bilenlere geliyor.
Bekleyin...
Gelecekler.
 
Ahmet Altan

Yiğit (ts1112511870)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
307
23 Temmuz 2008 Çarşamba 17:48:07
Mavi Mavi Sevdim Seni Bir tek şeyi unutma!
Seni sevdim ben.
Kalbim şimdi bir sokak çocuğu
Kelebekleri göç etti gönlümün
Issızlaştı hayat sanki
Sanki, sabahı eksik şiirlerimin.
Sanki, gecesi hep kanayan bir yara
Ve sanki, artık hep kanayacak...
Ağlanacak bir aşkın kıyısına vurduysa gözlerim
Çare yok, ağlayacak.
Bir tek şeyi unutma!
Seni sevdim ben.
Kapıları kendime ben açamadım
Ya da yanlış saatlerde bekledim gelmeni
Düşünüyorum da sen gideli ne çok yalnızım..
Sarmaşık aşkın sarısında kaldım, sarılamadım.
Savunamadım seni kimselere
Anlatamadım seni kimselere
Kimsesiz kaldım,
En çok da sensiz...
Bir tek şeyi unutma!
Seni sevdim ben..
Sana uyumak,
Sana uyanmaktı hayat.
Sıratını geçtim yaşarken korkmadan
Korkumu geçtim cesaretle, ihanetle
Berduş bir yalan masumiyeti öptüm bile bile
Tek sen gitme diye
Sonbahar oldum yaprak yaprak
Ağaç oldum köklerimi unutarak
Tesellisiz bir geceye fırlatıldım
Kalbimi dar kafese kapatarak
İçimdeki bir kanarya
Hiç susmadan ağlayacak
Bir tek şeyi unutma!
Seni sevdim ben.
Yakamozlarında yıkadım sevdamı çırılçıplak
Seni sevdiğimi bağırdım mehtabına
Beyazında akladım bulutunun
Mavi mavi sevdim seni içim kan ağlayarak
Bir tek şeyi unutma!
Seni sevdim ben.
Anlattıkça kış vuruyor satırlarıma
Anlattıkça üşüyor, anlattıkça ısınıyor yüreğim.
Bugün sardunyalarım da açmadı
Belki de küskün renklere
Ellerimde günah gibi yaşayamadıklarım
Sensiz soluyorum anlayacağın
Mavi mavi ölüyorum
Duyuyor musun, orada mısın,
Var mısın, yok musun?
Bir tek şeyi unutma!
Seni sevdim ben.
Yanarak, yıkılarak
Aklıma her geldiğinde ağlayarak....


Yasmin (Yasmini)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
247
27 Temmuz 2008 Pazar 04:44:44

8.10 Vapuru

Sesinde ne var biliyor musun
Bir bahçenin ortası var
Mavi ipek kış çiçeği
Sigara içmek için
Üst kata çıkıyorsun

Sesinde ne var biliyor musun
Uykusuz Türkçe var
İsinden memnun değilsin
Bu kenti sevmiyorsun
Bir adam gazetesini katlar

Sesinde ne var biliyor musun
Eski öpüşler var
Banyonun buzlu camı
Birkaç gün görünmedin
Okul şarkıları var

Sesinde ne var biliyor musun
Ev dağınıklığı var
İkide bir elini basına götürüp
Rüzgarda dağılan yalnızlığını
Düzeltiyorsun.

Sesinde ne var biliyor musun
Söyleyemediğin sözcükler var
Küçücük şeyler belki
Ama günün bu saatinde
Anıt gibi dururlar

Sesinde ne var biliyor musun
Söyleyemediğin sözcükler var.

Cemal Süreya
 

Yemliha (ts836668986)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
1305
28 Temmuz 2008 Pazartesi 01:03:38
AŞK

Aşk yanmaktır ateş misali
Alevi hoştur, yakışı hoş
Gözden akmaktır yaş misali
Doluşu hoştur, akışı hoş

Aşk, Mecnun olur çölde tozar
Aşk, Ferhat olur dağlar kazar
Aşk, Kerem olur yolda gezer
İnişi hoştur, yokuşu hoş

Aşk ne noktada ne virgülde
Aşk ne dudakta nede dilde
Aşk gönülde sır, maşuk gülde
Dikeni hoştur, batışı hoş

Aşk, ne bir söz ne bir kelime
Aşk, ilmek ilmek, lime lime
Sevgi dokumaktır kilime
Deseni hoştur, nakışı hoş

Yasmin (Yasmini)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
247
28 Temmuz 2008 Pazartesi 02:21:01
AŞK, KENDİNİ YOK EDİŞ VE STRATEJİ

Bir insan kendisini ne zaman yok etmeye heveslidir? Aşık olduğu zaman.Aşık olmuş kişinin en belirgin davranışı kendinde olmadığını düşündüğü şeyi bir başkasında varolan ya da var oldugunu sandıgı şeyle telafi etmeye çalışmaktır : yani kişi kendindeki özsel kaliteyi başkasında gördüğü (ve kalite ile ilişkilendirdiği) başka bir özellikle tamamlama eğilimine girer. Tabi bunu yaparken kendi iç dünyasının en hassas bölgelerinde bir gevşeyiş ve çözülme meydana geldiği için git gide karşısındaki insana daha bağışık ve ona muhtaç hale gelir. Genelde silik karakterlerin karizmatik olanlara, karizmatik olanların ise daha mazbut ve masun tiplere aşık oldugu dikkate alınırsa, bu kendinden-uzaklasma,kendini-yoketme ya da kendini bir başkasıyla bütünleme esasına dayalı tutuma aşk denir demek geliyor içimden. Burada kendini-yoketmeden kasdettiğim, kişinin bilinçli ve fakat karşı konulamaz bir şekilde aşkı için,ister pozitif ister negatif anlamda, kendi özsel değerlerini tüketmeye başlaması durumudur.

Aşk eşit oranda karşılıklı yaşanabilir bir şey gibi de gelmiyor bana. Bunun nedeni şudur: Taraflardan birinde, kendini ötekiyle özdeşleştirme ve onunla anlam kazanma ve kendini onunla bütünleme istegi digerine oranla daha yoğun düzeydedir ve doğal olarak aşkı daha yoğun yaşayan taraf kendini yok etme tutumunda da daha yoğundur. Hatta aşık olduğu kişide kendisindekine benzer bir duygulanımdan eser dahi olmayabilir. Bu durumda tektaraflı aşk denilen şey ortaya çıkar. Kendini yok etme tutumuna giren kişi yaşadığı yoğunluğa paralel bir düzeyde istismara da açık olduğu için tek taraflı aşklarda genelde aşık olan taraf istismar edilir. 'Seversen dövülürsün döversen sevilirsin' şeklindeki olumsuz aşk tanınlamaları tek taraflı aşkların nihai mukadderatını açıklar niteliktedir. Bunu biz şu şekilde de ifade edebiliriz: kendini yok etmek istersen, seni yok eden biri çıkar mutlaka; sen yok etmek istersen, kendini yoketmek isteyen birini bulursun mutlaka. Aşkta stratejiyi gerektiren şey budur bana göre. Aksi takdirde aşık olan, aşık olduğu kişinin her türlü öznelliğine iyimser bir güven sergileyebileceği için, doğabilecek tüm acıları baştan kabullenmiş demektir. Aşk konusu açıldığında yüzünü ekşiten insanların genelde böyle olumsuz bir aşk deneyimi yaşamış olduğu söylenebilir.

Tek taraflı aşkın alternatifi, bireylerden birinin daha yoğun duygular yaşadığı aşktır. Burada aşık olan kişi, tek taraflı aşkın kurbanına oranla daha şanslıdır, çünkü aşık olduğu insanda da kendisindekine benzer duygulanımlar vardır. Fakat bu tür aşklarda tehlikede olan kişi, duyguları daha yoğun yaşayan degil daha az yoğun yaşayandır. Bu tür aşklarda, duygularını daha az bir yoğunlukta yaşayan kişi,genelde mantıksal bir takım başka destekler bularak aşk duygulanımını pekiştirmeye ve kendisini muhatabıyla eşitlemeye çalışır .Bunu olumlu anlamda başarabilmiş olanlara birbirine aşık insanlar gözüyle bakarız. Fakat bütün aşıklar her zaman bu kadar şanslı değildir malesef. Mantıksal ve duygusal başka ek desteker bulamayanlar, bu eşitlemeyi olumlulukta değil de olumsuzlukta gerçekleştirme eğilimine girerler. Mesela duygularını daha az yoğunlukta yaşayan aşık, aşkta olumsuz eşitlik arama eğilimine girince muhatabına zihinsel ya da duygusal bir saldırıda bulunmak suretiyle kendisine büyük bir avantaj sağlayabilir. Çünkü bu, muhatabının benliğinde, gidermesi gereken bir eksiklik oldugu hissini uyandırır ve muhatabı bu eksikligi giderip kendisini onarma sürecine girdigi an kimi zayıflıklarının su yüzüne cıkmasına engel olamaz; tam da bu aşamada aşık, muhatabının bu eksiklik duygusunu gidermesine imkan tanıyarak kendini kanıtlamasına izin verir ve bu güçlü bağ yaratan adımdan sonra bu kez kendi güçlü yönlerini vurgular ve muhatabını kendiyle eşitlemenin yarattığı atmosferde aşkını ilan eder .Bu stratejik kulucka aşamasına tahammül edemeyenler, yani kendilerine yöneltilen aşkı göğüsleyemeyenler kendilerine aşık olan kişinin bir süre sonra aynı hızla bir başkasına aşık olduğunu gördüklerinde şaşkınlık içinde bakakalırlar. Aşk konusu açıldıgında kendilerini şanssız ya da bahtsız olarak niteleyenler ise bu gruba giriyor.

Aşkın ne olduğunu tam olarak kavrayabilmemiz için aşkın 'fonksiyonel işlevleri' ne de bakmak zorundayız. Bu işlevleri göz ardı ederek aşka dair ne söylersek söyleyelim boştur. Bunu örneklemem gerekir. Daha hayattayken hakkında beş yüz elli doktora tezi yazılan filozof Russell'e bir tv programında soruyorlar: 'biliyoruz ki üstad sen dünyanın en büyük düşünürlerlerinden birisin ve fakat tanrıya inanmıyorsun, neden?' Russell ' in cevabı cok ilginçtir, şöyle der: 'inanaların halini (inanmanın fonksiyonel sonucu) gördükçe inanmak istesem de inanamıyorum.Eger birgün tanrı bana 'ey russell neden bana inanmadın derse ben de ona diycem ki ey tanrım neden varlıgını daha acık olarak ortaya koymadın, neden beni, inandıgını söyleyen ama sahtekarlık yapan şu insanlarla aynı katagoriye girmemek için seni inkar etmek zorunda bıraktın ?' Görüldüğü gibi Russell, temelde tanrı fikrine karşı degildir ve hatta belki de ona gizliden inanmaktadır, ama inandıgını söyleyenlerin, kiliseye gidenlerin haline baktıkça tanrısız olduguna hükmetmek ve inanmadığını söylemek daha cekici gelmektedir kendisine.Aşkta hesap olmaz denilir. Bu fikir tıpkı Russell in idealize ettigi tanrı fikri gibi birşeydir.Böylesi bir aşk, zihnimizde ya da başka bir deyişle ideler aleminde varsa bile bu dünyada yaşanmayan bir aşktır bence.Buradaki aşklar bencillik duygusundan bağımsız olamaz, olması için uğraşıldığı takdirde tanrıya inanmak istedigi halde inanamayan Russell in yaşadıgı türden bir çelişki içine düşülür.Bunun nedeni aşkın, benliğin tedavi(recover) edilme işleviyle ilgili bencilce bir duygulanım olmasındandır; en büyük aşkların en büyük çatışmalardan ve nefretlerden tezahür etmesinin esprisi de budur. Esefle belirtmek zorundayım ki Russell'in, inananlardan bağımsız tanri fikrine benzer bir aşka müptela olanlara, dünyanın her yerinde 'aptal aşık' deniyor. Aptal aşığın gözden kaçırdığı en önemli husus, aşkın fonksiyonel boyutunu algılayamaması ve bu suretle gerçekler dünyasından koparak hayalindeki 'mükemmele' aşık olmasıdır;bunun da nedeni, benliğindeki tedaviye muhtac alanın gerçekler dünyasındaki olgularla kurtarılamayacak kadar büyümüş olmasıdır;yani kişilik kompüterinde 'windows' tamamen göçmüştür, bazı alt dosyaları silmeye calışmanın hiçbir yararı olmaz, bu yüzden aptalca aşık olanlara nasihatın hiçbir faydası olmaz. Bu yüzden de bilinçli ve stratejik bir aşkın daha değerli olduguna inanıyorum.Böylesi bir aşk ta gerçekler dünyasından kopuş söz konusu olmaz. Burada yaşanan aşkın en dikkate deger semptomu, aşık olunana alternatifler gündeme geldiğinde aşık olanın, karşı konulmaz bir duyguyla kendini alternatif şahıslara değil de aşık olduğu kimseye doğru itildiğini hissetmesidir. Bu olumlu itilme duygusu,mantıksal dış destekler de aldıgında daha da güçlenir ve kişiyi tam da gerçekler dünyasında yaşanan bir şeye , evlilik fikrine yaklaştırır. Dış destekler alamadıgında ya da duygusal yoğunlukta istenen karşılıgı alamadıgında ise bu olumlu itilme duygusu çok geçmeden olumsuz

Yasmin (Yasmini)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
247
28 Temmuz 2008 Pazartesi 02:24:21

AŞK, KENDİNİ YOK EDİŞ VE STRATEJİ

-devam

Dış destekler alamadıgında ya da duygusal yoğunlukta istenen karşılıgı alamadıgında ise bu olumlu itilme duygusu çok geçmeden olumsuzlaşır ve çekilme duygusuna dönüşür. ` fazla naz aşık usandırır` türünden sözler böylesi çekilmelerin imkan ve gerçekliğine işaret etmektedir.

Peki aşkı çok önemli ve yüce bir kavram olarak zihnimizde var eden ve hemen her ortamda üzerinde konuşulan önemli bir konu haline getiren şey nedir?Bunu vevaplandırmak için Ferhat-Şirin modeli aşklara bakmamız yeterlidir sanırım.Ferhat, Şirin için dağları delerken aslında Şirinden çok daha güçlü bir motivasyonu vardı arkaplanda: susuzluktan kıvranan insanları düşünüyordu; tanrısal ve yüce bir erekten güç alarak aşkına metafizik bir boyut katıyordu. Şirin ise aşkını daha bencilce yaşıyordu: kendisi için başka bütün insanları unutmasını bekliyordu Ferhattan.Ferhat ise aşkı için kendini yok etmede sınır tanımıyordu. Bu kendini yok ediş, öylesine güçlüdür ki en sonunda kendi ölümüyle son bulur. Sıradan bir insan dahi öldüğünde arkasından daha güzel konuşulup iyi yönlerinin vurgulandığı göz önünde bulundurulursa Ferhatın, aşkı için ölümü göze almış olmasının dillere destan edilmiş olması oldukça doğaldır. Bu aşkı yücelten ve belki de bütün aşkları en cok yüceltecek olan şey, aşık olanın gerektiğinde aşık oldugu insanı aşarak aşkına metafizik bir boyut katabilmesi ve belki de insanlığa ve aşka aşık olabilmesidir. `sen aşka inanıyor musun` diye ciddi bir edayla soru yöneltenlerin belki de anlamaya çalıştıgı şey böylesi bir aşka inanıp inanmadıgımızdır. Görüldüğü Frehatın aşkını yücelten onun stratejisidir. Ama bu strateji sıradan bir strateji değildir, yüce bir erekle özdeşleşmiş bir stratejidir; hafızalarımıza kazınmış olmasının nedeni de budur. Bu yüzden aşkta strateji gereklidir diyorum, ille de Ferhatınki kadar yüce bir erekle özdeşleşmesi gerekmese de. İşlevleri karşılıklı strateji,hoşgörü, anlaşma ve hatta gerekiyorsa kavgalarla gün be gün güncellenmiş, pekçok zenginlikle dolu ve yaratıcı bir ortam olmalı aşk arenası ve gerektiğinde taraflardan en azından birisi metafizik bir boyut ta katabilmeli aşka.

Şimdi biraz da aşkın ortaya çıkış şekline bakalım.Davranışlarımız `davranış` olarak tezahür etmeden önce `tutum` olarak, tutumlarımız ise `fikir` olarak vardır bilinç altında.Bir arkadaşım vardı ne zaman hüzünlü görüp birşeyler sorsam ` ben aşık olmak istiyorum ` diyordu.Henüz aşkına hiçbir aday gözükmedigi halde aşka dair bir fikirleniş içindeydi. Bu `fikir` asaması herkeste bu kadar açık olarak kendini dışa vurmayabilir.Ama sonucta hepimiz daha ortada `aday adayı` bile yokken aşka karşı bir fikirleniş aşamasına gireriz. Bu fikir aşamasından sonra , bilinçli ya da bilinçsiz olarak, çok net ya da üstü örtük olarak, aşka dair fikirlerimizin dış dünyada bir gercekliğe tekabül etmesi için potansiyel bir `hazıroluş` halinde beklemede kalır ve zaman zaman aşkın bizi bulması dogrultusunda harekete gecmek için can atarız ama henüz bu harekete neden olacak `unsur` yoktur ortada. Derken bir gün bu `unsur` cıkıverir karşımıza. Burası artık tutum aşamasıdır;fikir olarak yogrulan hamur kendini içine atacağı bir fırın bulmuştur artık. Bundan sonraki aşama ise `aşk` ın `eylem` olarak tezahür edeceği `davranış` aşamasıdır. Bu son aşamaya bizim yükselmemizi sağlayan, harekete hazır halden harekete geçmemizi sağlayan şey bu sözünü ettiğimiz `unsur`, yani birine aşık olmamızı sağlayan öznel şeydir. Bu herneyse o dur.Herkeste başka birşeydir.Harekete geciren nedenin ne liği önemli değildir aşkta. Bu yüzden `gönül bu aka da konar b..a da` denir.Harekete geciren, aşkı davranış halinde yaşamamızı sağlayan `şey` karşısında derhal bir tavır alırız.Bu tavır alış bir seçimdir, ama bu aklın değil yüreğin seçimidir. Burada yürekten kastedilen henüz mantık süzgecinden geçirilmemiş öznel duygulanımdır. Aşk duygulanımı içine girdiğimizde yaşadıgımız en büyük sorun, işte yüreğin bu hızlı secimiyle daha sonra zaman içinde sesini git gide yükselten aklın sesi arasındaki çelişkidir. Başlangıçtaki yüreğin seçimi aklı tamamen devre dışı bırakacak kadar güçlüyse, seçenin kendisi bile seciminde pasif duruma düşer ve aşkı için kendini yok etme eğilimine girer. Bunun nedeni , harekete geciren `unsur` un, aşık olan kişide yarattığı anlamla ilgilidir, bunu da kendisinden daha iyi bilen olmaz. İlk görüşte aşk bu tür bir aşktır. İlk görüşte aşık olanların aptal aşık durumuna düşüp düşme oranı bü yüzden oldukça yüksektir.

Bütün bunlardan sonra beni düşündüren en önemli nokta, birisine aşık olmamızı sağlayan bu `unsur` un(artık o her ne ise), benliğimizin tedaviye muhtaç ,ya da onda eksik olan bir alanla bir ilgisi oldugu fikridir. Bu yazının ortaya cıkmasını sağlayan da aşkın fonksiyonel işlevlerin irdelemenin beni böyle bir sonuca götürmüş olmasıdır. Eğer aşk böyle bir ilginin sonucu olaral tezahür ediyorsa, aşkta strateji gerekir demekten başka çıkar yol gözükmüyor. Çünkü ancak staratejik davranmak suretiyle, bir başkasına aşık olmamızı sağlayan `unsur` un, benliğimizdeki şifaya muhtaç alanımızı sağlıklı ve dengeli etkilemesini temin edebiliriz. Aksi takdirde sözkonusu alanın daha da çok hasar görmesi ve ciddi kişilik sorunları yaşamamız kaçınılmazdır. Aşkı için kafayı çizip obsesyona düşen pek çok kişinin yaşadıgı kader budur; bu tür insanlar strateji yapma yetisini tamamen kaybettikleri için saplantı içerisinde, karşısındakine hiçbirşey veremeyen insan olarak sürekli tedavi edilme talebinde bulunurlar aşık oldukları insandan. Aşka metafizik bir boyut katmayı imkansız hale getiren ve aşkı küçülten de böylesi aşklardır. Aşk konusu açıldıgında küçümser tutum takınan, hatta aşkı aşağılayan insanlar böylesi bir aşkın muhatabı olmak bahtsızlığını yaşamış olanlardır.

Yasmin (Yasmini)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
247
30 Temmuz 2008 Çarşamba 00:25:42
DİLEK GİBİ SEVGİ GİBİ


Ben de yağmur gibi yağsam
Güneş gibi parlasam
Kuş kelebek gibi uçsam
Ay gibi gündüz uyusam.

Ben de dünya gibi dönsem
Bülbül gibi şiir söylesem
Kitap gibi okunabilsem
Ben de senin gibi sevebilsem
Tıpkı senin gibi sevilebilsem.

Ben de hasret gibi kavrulabilsem
Hüzün gibi kavrulabilsem
Gözyaşı gibi silinebilsem
Dilek gibi, Sevgi gibi,
Tıpkı senin gibi sevilebilsem.

Ben de hayat gibi yaşanabilsem
Zaman gibi öldürülebilsem
Tebessüm gibi süzülebilsem
Ben de senin gibi sevebilsem
Tıpkı senin gibi sevilebilsem

Can Akın

Sayfa:1 - 2 - 3 - 4İlk sayfa « Geri · İleri » Son sayfa