|
Gönderen | Mesaj |
|
1 Nisan 2008 Salı
17:52:39
|
|
|

Yağmur Yağıyor ve Sen Yoksun-10/
/Bana ne kurumuş susuz çeşmeden,Ben yağmuru tesbih yaptım çekerim. /Ben de bir Yusuf olsaydım, emînim ki; görenler ellerini keserlerdi. Demek ki benim rızalığım, onun da benden râzı olmuş olması anlamını hiç taşımıyor-muş. demek ki; o artık sandığım yâr-ı vefâdârım değil! .. Demek ki; ey caaan derken ben, "bir başka lügat tekellüm ettim" ya da etmişim. Ve demek oluyor ki; her yağmur yağışında nâgehân yanımda olan can, aslında başka bir gönül yurdunun kurak ovasına kurulmuş bir tahtın hânı imiş. Ey serseri şâir bozuntusu! .. Otur şimdi sen, hâline hiç kimseciklerin bile ağlamayacağını bile bile; "Baştan başa bu cism-i siyahkârım ağlasın / Ağ yârim ağlasın bana, hem yârim ağlasın" şeklinde Şeyh Galib`den şiirler savur şu efil rüzgâr önüne. Vaktinde âh eylememiş miydim söyle caaan! Bir Hayâli gibi zülfünle perişân olmamış mıydım evvel emirde söyle caaan! Söylesene sînem üzre oturtmadım mı seni nâr-ı sûzânım bilerek ki? .. Ve caaan; her yağmurlu şarkısında Ayna`ya eşlik etmemiş miydim; "Gittiğin yağmurla gel" diye diye! .. Yaşanan onca yaman çağdan sonra netmeli- neylemeli bilmem ki şimdi. Gerçi "Söyleyemem derdimi hiç kimseye / Derman olmasın diye" de.. .. Yine de hâl ehli bakıp şu ahvâlime, demez mi gayri; "Bu dert sana az / Kendin ettin kendine / Yana yana gezzzz! .." Bak yine yağmur yağıyor caaan! /Ve sen yoksun. Ve anlaşıldı gayri gelmezsin yağmurunla birlikte şu kalb-i fakîre. Suretin bile gelmez bilirim şimdi! Keşke birkaç zaman daha..... Hayır hayır! .. Gelme artık istemeeeeeeem! .. Evet ben bir bülbülüm ama, değil bir can gül, derdimden habîr. Şimdi rûz-ı mahşere bıraktım bu bekleyişlerin âhını yâr! Şimdi dolaştırsın beni yağmurlar altında şu felek diyâr diyâr. Ve oturtsun bir sevdâ ovasında kocaman bir kaya başına, yanık bir musammat gazel okutsun o felek caan; " Söylersem bu derdi ben sırrım cihâna fâş olur / Sâkin olup oturursam, sığmaz yüreğim baş olur" Olsun de korkma! .. Çünkü yağmur yağıyor Ve sen yoksun.. Hatta son kez -kendin gelmesen de - gönder gamzelerini. Onunla birlikte söyleyelim bu şarkıyı hadiiiiiiii caaan; "Böyle ayrılık olmaz / Böyle sensiz yaşanmaz / hani verdiğin sözler / Hani..............." Hani sen hep.. Kahretsin! .. Yağmurrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrr...!
Ali Rıza Navruz
|
|
|
8 Nisan 2008 Salı
03:36:17
|
|
|

YAĞMUR YAĞIYOR VE SEN YOKSUN/ 5
"Acaba tütsü yaksam, Görünür mü yüzünüz? Acaba tütsü yaksam..."
Muhabbet bağladım artık yokluğuna bu mevsim... "Uzuuuuuuuuuunca bir ayrılıktan sonra, bu yağmurda seninle buluşmanın yaşam dolu sevinciyle merhaba cân" diyebilmek hoş bir olay olacaktı bu gece. Ama olmadı yine!. Kalbur kalbur yağıyor yine yağmur, öbek öbek... Yâni..... Evet, onu demek istiyorum; yağmur yağıyor ve sen yoksun...
Adetâ karanlık bir sahne bu gece; ışık yok, mehtap sessiz... Damlalar arasından geçen rüzgârla dolu dolu ağlıyor bahçemin çiçekleri bak!.. Serseri cırcır böcekleri bir hicaz şarkı söylüyor seni anlatan. Senin yüzünü yansıtan bu sevdâ ateşi inan ki sönmez... Dinliyorum rüzgârın eşsiz fıskiyesini. Yıpranmış bir yalnızlık valsindeyim damlalarla bu gece. Çünkü sadece yağmur var iki yakamda tutunan. O var, ama sen yoksun... Bir ara, üşüyen yüreğimin duman dalgaları gibi yükseldiğini görür gibi oldum... Kendiliğinden mi oluşmuştu bu duman dalgaları ki?.. /Dur bir sigara yakayım/
Bak! Ve gör cân!.. Çünkü her türlü kaygılardan uzak şu koskoca şehir, kapı üzerine kapı aralıyor sıkıntılardan ve sızılardan. Bense -sıkıntılarımdan olacak galiba- masama kapanıp buzlu oyun kağıtları ile fallar açmaya çalışıyorum senin niyetine. Falımda çıkan, bu kez de sadece sensizlik oluyor. Sensizlikti sessizlik anlıyor musun?..
Yağmur yağıyor ve sen yoksun yüreğimin aordu... İyi de oluyor biliyor musun bu yağmur?.. Bu yağmur, yokluğunun yüklediği hatırı sayılır acılarımı devşiriyor bu gece bir bir... Elhâk! Şimdi bir bulanık geçit, kararmış zöhre yıldızından dolaşarak geliyor silinmeye yüz tutmuş özlemlerime...
Velhâsılı kelâm; olan yağmur, olmayan sen... Karanlık bir sahneyken şu zaman, çocukluk günlerim ayıldı mavi gözlerimde... Yağmur yağdı, sen olmadın ve ben pastel boyalarla renklendirdiğim yüreğimi hatırladım işte! Sonra seninle başlayan o ilk ağrı!.. Şu taze yağmurlar misali nasıl da konmuştu sol yanıma... Ne bir bülbül olmak istemiştim o zamanlar, ne de gül!.. Ne bulut, ne deniz... Ve ne de bulunmaz dallar üzerinde rüzgâr, mahmuzlu yıldız...
Dedim ya; âdeta karanlık bir sahne bu gece... Aynanın önünden geçerken bir an için duraksıyorum ve anlamsız bir tebessümle;
"ey benim dur durak bilmez yalnızlığım! Birazdan............ "İşte gidiyorum!" diye bağırıyorum... Yeryüzünün yüksek gel-gitleri arasında bir dengeli noktaya, yada billur yıldızlar içine gidiyorum, hiç ulaşamamacasına...
Dinmek bilmiyor bu yağmur ve hâlâ sen yoksun cân! Sence de gitmeli değil miyim? Senden sonra, -sen de biliyorsun ki- artık hiçbir sevgilinin sevgi salamurasına tuz bile olamayacağım... Evet, gidiyorum işte... Gamze yüklü bulutları gözlerimde taşıyarak hem de!.. Hem de, kendime kaçarak!.. Bu kendime kaçış, sana belki de bir daha "merhaba" diyebilmek için olacak... Ama sen yoksun ki! Ama, yağmur yağıyor... Yağmur yağıyor caaaaaaaaaaaaaaaa!.. Ve sen yoksun... B e n d e.......
ALİ RIZA NAVRUZ/ KAYSERİ
|
|
|
15 Nisan 2008 Salı
02:04:12
|
|
|

YAĞMUR YAĞIYOR VE SEN YOKSUN/ 17 /……. yoksa gönlümü şu anda öfkeyle yakarım!/
Minberdeki vaiz efendi gerçekten de haklı! Âdem kelimesinin Arapça yazılışına, şöyle geriye çekil bir bak; dimdik ve uzunca bir /elif/, beli bükük bir /dal/ harfi ve başı aşağıya eğilmiş mahzun bir /mim!.. Yani; Âdem= kıyam- rükû- secde… Herhalde Allah şöyle buyurmuş oluyor: Biz sizi Âdem olarak dosdoğru –elif gibi- yarattık. Sonra dal’’landırdık, mim’lendirdik ki; şükredici, secde edici olun… İşte caaan bütün mesele bu!..
Gel gelelim sana… Sen de bir Âdem’sin işte! Ama /dal/ ın ve /mim/ in gurur törpünle törpülenmiş, yok olmuş âdetâ…Dimdik /elif/sin o kadar… /Damağın acı, bahtın çorak/ kalmış. Halkın ihtilâfı sevgisizlikten doğmaz mı?.. Sevgi nerde, rükû nerde ve secde nerede söyle be caaan!.. Sen Süleyman aradın da bulamadın mı ha? Sanki anne bulamamış da kötü dadılara muhtaç olmuş bir hâlin var gibi… Oysa arayan elbette ki bulurdu. O yağmuru da bulurdu, o yağmur altındaki sevdâ nöbetçisini de. Yani, beni de…
/Git de gelme, sevgide bîvefâ ol/ şeklinde sana öğütler veren o gürûha yanarım ki yanarım ben… Onlar da hakkımı ödemek için yanacaklar eminim… Halbuki; / kendi yerine git, o nimetin hakkını çokça ihmal etme/ demeleriydi doğru olanı… Ey caaan! Ey güzel yüzlüm! O gökyüzüne çıkarken kullandığın merdivenini, inişinde nasıl kullanacaksın söylesene…
Ey güzel yüzlü! İşte yine; y a ğ m u r yağıyor yüreğime! Geeel! Gel ve o güzel yüzün gamze olan zekatını ver bana… El âlemin dilindeyiz biliyor musun? /O canın sûretini neredeyse put yaptın/ diyorlar bana caaan! Ama mânân ile senin bir /put kıran/ olduğunu bilmiyorlar ki onlar…
Yüreklerin dudak sesleri: /Bu sevdâ bitmez- Bu sevdâ bitmez!../ Ama; yağmur yağarken, sen olacaksan…Yüzün dönük olacaksa bana; ancak ve ancak o zaman bitmez olacak bu sevdâ… Yazık! Yoksun sen… Yağmur yağıyor!..
ALİ RIZA NAVRUZ 4/09/2005
|
|
|
18 Nisan 2008 Cuma
01:34:26
|
|
|
“Bir yağsa yağmur! .. Bir yağsa Dağlara sürülen serâp olsa hüzün. Ve göverse sevdânın Hâkî yüzü...” Bir sevdânın hâki yüzünü gövertebilir mi bilinmez ama, o yağıyor işte... Yani; yağmur! .. Ve yani; “rahmet” diye nitelendirdiği şey bir genç kızın... Yağmur yağıyor! Rûha dolan bir hüsn-ü andır bu... Teknemizdeki hamurun sebebi hikmetiydi bir zamanlar. O, teknelerimize yağarken “örtme” denen sundurmanın altına sığınır ve hep birlikte tempo tutardık arkadaşlarla: “Yağ-yağ, yağmur, Teknede hamur. Ver Allah’ım ver, Bir sulu yağmur..! ”
Evet o rahmetti! .. O rahmet altında yağmur kaçağı olunmazdı... Onun adı rahmet olmasaydı, şu bizim Gücük Memed Emmi; “sizi gidi moskof gavurun dölleri, ne var da kaçıyorsunuz bu rahmetten! ..`”diye kızar mıydı bizlere...
Yıllar, çocukluğumun üzerine sis perdeleri çekmeye çalışırken bile yağdı... Gençlik hayallerimin tomurcuklarına bile... Islandı umutlarım bir yerde! Bir yerde Leylâlar otobüs duraklarına sığındı saçları bozulmaması için... Ben, hep altında yürüdüm o damlacıkların. Dermansız bir hastalık bu mor sevdâ suyu... Yağdı ve yağdı! ..
Ve işte yine yağıyor... Bir genç kız rahmet diyor ona... Ve bir serseri şair; hâkî bir yüzün gövermesi hususunda can atıyor ona... Sonra da bir gelencik...................
Peşin para hayaliyle dinliyor bir çoban yağmurun sesini. Bir nevâ telinde “sızı değilse nedir? ” diye soru işaretleri çiviliyor yüreğinin sol köşe başına bir bestekâr...
Yağmur yağıyor ve sen yoksun! .. Hani her yağmur yağışında yanımda olacaktın? Hani; o rahmet çisil çisil çiseleyecekti seni gördüğünde? Ve sen ki; -alnımın şah damarı, mor yazmalım- ürkek kere ürkek...
Şimdi gayri; “Haziran üstümüzde dal- dal” sevdâlım... Gökkuşağı bütün renklerini mora boyatmış bu mevsim... Ve dağlayan, ağlayan bir ezgidir kılcallarımda zaman... Hey! .. Nazlı Can! .. Yağmur yağıyor/ duymuyor musun?
Yağmur yağıyor/ vebâlim benim! Ve sen; Yoksun... Ali Rıza Navruz
|
|
Mesaja cevap yazmak için gruba üye olmanız gerekmektedir.
|
|