|
Gönderen | Mesaj |
|
29 Haziran 2008 Pazar
22:06:51
|
|
|
Şarkı söyle, konuşma artık!
“Şarkı söyle, konuşma artık!” Nietzsche! “Yıldız doğuramayan karanlıklar içinde” kulak kesilelim sana. Bize geceyi ve ışığı anlat. “Ah! Gece olsaydım, nasıl emerdim ışığın memelerinden!” Do-re-mi-fa-sol-la-si-do.
Atıldıkça fişekler nota çizgilerinden, kıvılcımlar saçarak dökülsün harfler. “Ah!” bir göktaşı, düşsün dipsiz karanlığımıza, “Tokluk içindeki sonsuz açlığımızı” hatırlatsın. “Ah! Etrafımı buzlar kuşatmış. Elimi yakıyor soğuk!” dedikçe sen, sarksın posbıyıklarından buzlar. Wagner’in parmakları dokundukça tuşlara, güneşler, o “fırtına gibi uçanlar yörüngelerinde” bizim kalelerimize de uğrasın. Madem “Fısıldanan sözlerdir fırtınayı getiren,” sarıl can çekişen atın boynuna ve en alçak sesinle söyle şarkını. Çehov atla paylaşmıştı acısını “Acı”da. Sen atın acısıyla ağla. Aklınla bizi delirttin, deliliğinle uyandır!
“Şarkı söyle, konuşma artık!” Nietzsche! Dilinle düğümlüyorsun sen. Kötülüklerin içinde bir ışık gibi yanan “Üstinsan” nerede? Nerede kirli nehirleri arındıran “Deniz”? Nerede o denizin tehlikeli balıkçısı, “Bir oltadır yazılarımın her biri: Kim bilir belki de herkesten ustayımdır olta atmakta! Hiçbir şey vurmadıysa benim değil suç. Balık yoktu…” diyen! Misinalarını saklama ey “Tehlikeli belki”! Yakalayıp denize döktüğün balıklar yüzüyor su üstünde, ölü gözlerini şemsiyeler gibi açıp. İki aç kancan gülümsüyor kurbanlarına: Apollon ve Diyonizos. Akıl ve coşku. Fakat su alıyor teknen, yalnızlık, hastalık ve acıdan yonttuğun. Avladın ya taşın içindeki heykel gibi susuyorsun. “En kaba söz bile susmaktan onurludur,” demiştin oysa.
“Şarkı söyle, konuşma artık!” Nietzsche! On dört yaşında girdiğin bahis bitti; at yanan kibrit çöplerini elinden. Ya da dört yıl sonra bırak arkadaşlarının ruhuna: “Hıristiyanlığa ve kiliseye özgürce bakabilseydik, benimsenen düşüncelere aykırı neler söyleyecektik. Fakat alışkanlıkların ve önyargıların boyunduruğundayız. Kurtulmak için bir ömre ihtiyaç var!” Deniz sonsuz fakat “kara da yok artık.” Ah alışkanlıklar; “elimizi becerikli aklımızı beceriksiz kılan.” Deli bu adam! “Avrupa gerilemekte,” diyor. “Bencillik, bayağılık ve korkaklık devri”ymiş yaşadığımız çağ. Ona göre kötülüğü genişletmenin adını “ilerleme” koymuşlar. Halbuki bozulma Hıristiyanlıkla başlamış. “Batıyordu, Luther kurtardı yazık!” diye hayıflanıyor. “Uygarlıkla tımarhaneleri komşu yapan dünya”yı sorguluyor. “Yoksa üst varlık olmak yerine, hayvanlığa geri mi dönmek istiyor insan?” diye soruyor köprünün üstünde. “İnsan köprüsü”nde, hayvandan üstinsana uzanan.
“Şarkı söyle, konuşma artık!” Nietzsche! “Sığ olma da ne olursan ol!” diye çağırsan da derinlere, kumu seviyoruz biz. Tarihi seviyoruz, bir bilgi yığını olarak. Sen kaşlarını çatıyorsun yığınlara bakarken. “Büyük kişilerle, büyük işler incelenmezse tarih seni yutar!” diye korkutuyorsun. Bir kitap alsak elimize soru işaretiyle çekiyorsun yanına: “Bütün kitapların ötesine götürmeyen kitap da ne!” Kitap dediğin “ağır bir taş gibi yuvarlanmalı içten”. Çılgınca yazıyorsun “Böyle Buyurdu Zerdüşt”ü çıldırtmak için okuyanları. Acıyı kanırtıp uzaklaştırmak istiyorsun kendinden. “Tanrı mı? Onu biz öldürdük. İnsanlık bugün şaşkınlık içinde, onun cenaze töreninde bulunuyor. Tanrı artık öldü, hepimiz Tanrı’nın katilleriyiz.” Söylemiştik. Konuşmamalıydın. Dinlerdik şarkı söylesen.
“Şarkı söyle, konuşma artık!” Nietzsche! Varsın mecnun saysınlar seni. Akıl hastanesindeyken kız kardeşinin tahrif ettiği kâğıtları yafta olarak assınlar boynuna. Yozlaşmaya karşı isyanına kulplar döksünler yalandan. Köle ahlakı bir kez daha vursun hakikatin boynunu. “Deccal” adlı kitabındaki “Eğer Müslümanlık, Hıristiyanlığı küçümsüyorsa bunu yapmakta binlerce kez haklıdır. Çünkü Müslümanlık insana değer verir (...) Hıristiyanlık, eski kültürün mirasını bizden çaldı. Sonra da bizi İslam kültürünün mirasından yoksun bıraktı. Temelde bize, Grek ve Roma’dan daha yakın olan ve doğrudan duyu ve zevkimize hitap eden İspanya’nın muhteşem Magribi kültürü ayaklar altında çiğnendi. Neden? Çünkü soyluydu, çünkü kökenlerini insanca içgüdülerden alıyordu,” sözlerini aklına mı verelim deliliğine mi!
“Şarkı söyle, konuşma artık!” Nietzsche! Pencerenden gördüğün kırbaçlanan yaşlı at seni çağırıyor yanına. Hıçkırasın diye çağırıyor sarılıp boynuna. Can yükünden kurtulurken, akıl yükünden kurtarmak için seni. En kısık sesinle, fısıldaman için kulağına: “En derin acılardan doğar en derin sevinçler.”
“Şarkı söyle, konuşma artık!” Nietzsche!.
A. ALİ URAL
|
|
|
Yemliha (ts836668986)
1305
|
|
30 Haziran 2008 Pazartesi
00:53:32
|
|
|
|
|
|
30 Haziran 2008 Pazartesi
02:52:03
|
|
|
Ben ölürsem kara kutumu bulamayacaklar ne bir aşk zerafeti ne bir hayal tabiri.. küçücük ömrüm hep rüzgar gülleri kokacak!
Bir sinek cenazesinden dönmüşüm de sanki ağzım burnum kanyak denizden yeni çıkartmışlar yağmurun ölüsünü mevsimlerden napalm günlerden ilkbahar
hummalı sabrımın glayöllü dağ köyleri sana hasret şakımak mı yakışacak çok arayacak çocukluğum esas sırrını
benim yüzüm bir kedi amipidir ben ölürsem o kendiliğinden çoğalacak!
ben ölürsem kara kutumu bulamayacaklar ne bir buz yorgunluğu ne bir sinema perdesi yırtık... küçücük kabrim
bir çocuk kalbi gibi haylaz olacak!
|
|
|
30 Haziran 2008 Pazartesi
11:31:26
|
|
|
Sensizliğimin Penceresine Resimler Çizdim
Sensizliğimin penceresine Resimler çizdim Rengârenk, siyah-beyaz Ama sadece seni anlatan Resimler… Saçarlında ısındım Gözlerinde uyuttun beni Bak bu saat oldu Uykum gelmedi benim
Rüyalar gördüm sokaklarda Yürürken dostlarımla Senle dolu uyanıkken rüyalar Sen gülüyordun Bu şiirimi fısıldıyordun
Ve bana diyordun ki A canım
“Sensizliğimin penceresine Resimler çizdim”
Ve bütün renklerini kullandım Hayatının, Sevdiğini bildiğin Kaç renk varsa kullandım.
|
|
|
Yemliha (ts836668986)
1305
|
|
30 Haziran 2008 Pazartesi
23:57:20
|
|
|
|
|
|
1 Temmuz 2008 Salı
14:28:10
|
|
|
GÜZELLİK ,GÖREN GÖZE DEĞİL ,BAKAN GÖZE AİİTTİR !!
Küçük kız, kendini bildiği günden beri annesinden büyük bir şefkat görmüş ve ondan duyduğu sözlerle, pamuk prensesten daha güzel olduğuna inanmıştı. Ona göre; nur yüzlü ve badem gözlüydü. Bir tanecik yavrusuydu her zaman.
Ama ilk okula başlayınca işler değişti. Arkadaşları onun hiç de güzel olmadığını, hatta çirkin bile sayıldığını söylemekteydi. Küçük kız, ilk önceleri onlara inanmadı çünkü herkes birbirini kıskanıyordu. Ama bir kaç yılda gerçeklerle yüzleşti. Annesinin bir pamuğa benzettiği yüzü, çiçek bozuğu bir cilde sahipti. “Badem” dediği gözleri ise şaşıydı. Vücudu da bir selviyi andırmıyordu.
Demek ki, annesi onu aldatmış ve yıllar yılı çekinmeden yalan söylemişti. Genç kızın anne sevgisi, kısa bir süre sonra nefrete dönüştü. Evlenme çağına gelmiş olmasına rağmen yüzüne bakan yoktu. Üstelik de gözleri, bütün tedavilere rağmen düzelmiyordu. Genç kız, doktorların gizlice yaptığı konuşmalardan kör olacağını anladığında çılgına döndü ve kendisini hâlâ çocukluk yıllarındaki ifadelerle seven annesinin bu yalanlarına dayanamayıp evi terk etmeye karar verdi. Fakat annesi, uzak bir yerde iş bulduğunu söyleyerek ondan önce davrandı ve kazandığı paraları bir akrabasına gönderip, kızına bakmasını rica etti. Genç kız bir süre sonra görmez oldu. Karanlık dünyasıyla baş başaydı. Bu arada annesini hiç merak etmiyordu. Yalancıydı annesi, ölse bile bir kayıp sayılmazdı. Bir gün doktorlar, uygun bir çift göz bulduklarını söyleyerek kızı ameliyat ettiler.
Ancak o, gözünü açtığında yine aynı yüzü görmekten korkuyordu. Fakat kör olmak zordu. En azından kimseye yük olmazdı. Genç kız, ameliyat sonunda aynaya baktığında, müthiş bir çığlık attı. Karşısında birdünya güzeli vardı.
Gerçekten de harika bir kızdı gördüğü. Yüzündeki bozukluklar tamamen kaybolmuştu. Çok kemerli olan burnu düzelmiş, kepçe kulakları normale dönmüş ve yaban otlarını andıran saçları, dalga dalga olmuştu. Genç kız, yanındaki yaşlı doktora sevinçle sarılarak: “Sanki yeniden dünyaya geldim!” dedi. “Yüzümde hiçbir çirkinlik kalmamış, estetik ameliyatı siz mi yaptınız?” Yaşlı doktor: “Böyle bir ameliyat yapmadık kızım!.” diye gülümsedi. Annenin bağışladığı gözleri taktık. Sen, onun gözünden gördün kendini !!”
alıntı
|
|
|
1 Temmuz 2008 Salı
15:12:56
|
|
|
Anneler güzel görür, kör olsalar bilee...
|
|
|
1 Temmuz 2008 Salı
16:18:52
|
|
|
Gördüm şimşekle çatlayıp yarılan gökleri Girdapları,hortumu,benden sorun akşamı Bir güvercin sürüsü gibi savrulan fecri İnsana sır olanı,gördüğüm demler oldu
Güneşi gördüm , alçakta,kanlı bir ayinde Sermiş parıltısını uzun mor pıhtılara Eski bir dram oynuyor gibiydi enginde Ürperip uzaklaşan dalgalar sıra sıra Yeşil geceyi gördüm,ışıl ışıl karları Beyaz öpüşler çıkar denizin gözlerine Uyanır , çın çın öten fosforlar,mavi,sarı Görülmedik sular geçer derinlerden döne döne
Azgın boğalar gibi karalara saldıran Dalgalar aylarca sürükledi durdu beni Beklemedim Meryem’in nurlu topuklarından Kudurmuş denizlerin imana gelmesini
Ülkeler gördüm , görülmedik , çiçeklerine Gözler karışmış,insan yüzlü panter gözleri Büyük ebem kuşakları gerilmiş engine Morarmış sürüleri çeken dizginler gibi Bataklıklar gördüm , geniş , fıkır fıkır kaynar Sazlar içinde çürür koskoca bir ejderha Durgun havada birdenbire yarılır sular Enginler şarıl şarıl dökülür girdaplara
Gümüş güneşler,sedef dalgalar,mercan gökler İğrenç leş yığınları boz, bulanık koylarda Böceklerin kemirdiği dev yılanlar düşer Eğrilmiş ağaçlardan simsiyah kokularla Çıldırırdı çocuklar görseler mavi suda O altın , o gümüş , cıvıl cıvıl balıkları Yürüdüm beyaz köpükler üstünde,uykuda Zaman zaman kanadımda bir cennet rüzgarı
Bazen doyardım artık kutbuna,kıtasına Deniz şıpır şıpır kuşatır sallardı beni Garip sarı çiçekler sererdi dört yanıma Duraklar kalırdım diz çökmüş bir kadın gibi
Sallanan bir ada,üstümde vahşi kuşların Bal rengi gözleri,çığlıkları,pislikleri Akşamları ,çürük iplerimden akın akın Ölüler inerdi uykuya gerisin geri
İşte ben,o yosunlu koylarda yatan gemi Bir kasırgayla atıldım kuş uçmaz engine Sızmışken kıyıda,sularla sarhoş gövdemi Hanza kadırgaları takamazken peşine .................................................................................. Yıldız yıldız adalar,kıtalar gördüm,coşkun Göklerinde gez gezebildiğin kadar serbest O sonsuz gecelerde mi saklanmış uyursun Milyonlarla altın kuş,sen ey gelecek kudret
Yeter,yeter ağladıklarım,artık doymuşum Fecre,aya,güneşe,hepsi acı , boş,dipsiz Aşkın acılığı dolmuş içime ,sarhoşum Yarılsın artık bu tekne , alsın beni bu deniz. ARTHUR RIMBOUD
|
|
|
1 Temmuz 2008 Salı
16:47:36
|
|
|
Göğsümde 15 yara var! Saplandı göğsüme 15 kara saplı bıçak! Kalbim yine çarpıyor, kalbim yine çarpacak!!!
Göğsümde 15 yara var! Deldiler göğsümü 15 yerinden, sandılar ki vurmaz artık kalbim kederinden! Kalbim yine çarpıyor, kalbim yine çarpacak!!!
Yandı 15 yaramdan 15 alev, kırıldı göğsümde 15 kara saplı bıçak.. Kalbim kanlı bir bayrak gibi çarpıyor, ÇAR-PA-CAK!!
NAZIM HİKMET
|
|
|
1 Temmuz 2008 Salı
18:32:38
|
|
|
aldatan aldanır
Nereye gidiyorsun? Kadın yıllardır bir yastığa baş koyduğu eşine bunu sordu. Eşi sessizce küçük bir valize giysilerini yerleştiriyordu. -İçim daraldı , -iş yerinde çok bunaldım biraz bir yerlere gidip kafamı dinleyeceğim. -Bir arkadaşın şimdi boş olan yazlık evine gitmek istiyorum. -O da nerden çıktı? -Üç çocukla beni yalnız mı bırakacaksın? -Kaç gün kalacaksın? Sorularını ardarda sıralarken yüreğine bir şüphe çoktan düşmüştü . -Fazla kalmam . -Üç beş gün falan. -İş yerinden izin aldım. Adam bunları söylerken farkettiki hiçte rahat değildi, kadın bir şeyler hissetmişti sanki. Gözlerindeki yalan söyleyenlerin kaçamak bakışlarını bir türlü saklayamıyordu. Aylardan kasımdı, havada yoğun bir sis vardı,gözgözü görmüyordu. -Hava çok kötü . -Bula bula bu günümü buldun gidecek?. -Endişe ederim..! -Vazgeç sonra gidersin.! Kucağında henüz altı aylık kızı ağlamaya başlamıştı. acıkmıştı. Diğer iki çocuğuda babalarının gidişine üzgün bakıyorlardı. -Hadi git bakalım. -Eğer gidişin dediğin sebeptense yolun açık olsun! -Değilse Allah bilsin artık! Hiç olmazsa ne düşündüğünü açıkça söylemesede şüphesini bu imalı sözlerle belirtmişti ya, rahatlamıştı. -Alasmarladık,çocuklara iyi bak!. -Ben bir iki güne gelirim. -Bu parayı ekmek parası yaparsın!diyerek karısına kaçamak bir öpücük kondurup evden çıktı. -Hayrola arkadaşım !sabah sabah üç çocukla bu ne telaş gelmişsin?. -Sorma ....abla benimki bu sabah sudan sebeple ....gitti,ona inanmadım yüreğimde bir darlık vardı biraz rahatlarım diye sana geldim. -oooo...hanım hoş geldin! -Merak etme erkekler böyle delilikleri bazen yapmak isterler. -Korkma ...yanlış bir şey yapmaz..diye seslendi arkadaşının eşi. Arkadaşıyla gün boyu oturup evlilik üzerine konuştular... hanım daha yaşlı ve tecrübeliydi. Ona inandı çocuklarını alıp eve döndü. Ezan okunuyordu. İçinden,``her şeyin hayırlısını nasip et Allahım ``diye dua etti kadın. -Kim o..? Kadın sabah sabah çalan kapıyı açtı..Aman Allahım eşi bir sonraki günün sabahı kapıda bitivermişti..Niye gelmiştiki?..Hani kafa dinleyecekti? Hiçte dinlenmiş gibi bir havası yoktu...Gittiği yerden bir gece kalmış ve dönmüştü. -Hayrola ne oldu?dedi kadın sevincini belli etmeden. Fazla konuşmadılarda. Çocuklar babalarının gelişne ne çok sevinmişlerdi. Ertesi gün eşi işe başladı. Yaşamlarında değişen bir şey yoktu ama sanki sessiz konuşmalar yapılıyordu da kimse duymuyordu.. Bir akşam sadece şunları konuştular; -Hava çok kötüydü,yola devam etmedim,... inip bir otelde sabahladım.. geldim. -Yalnızmıydın? -Evet kim olacaktıki? -öyle olsun...anlatmak istediğin başka bir şey varsa dinlerim... Adam iyice mahçuptu şimdi..bu kadın içini mi okuyordu?... -Hayır ne olsunki? -Bu gün eve bu celp geldi,açıp baktım mahkemeye çağırıyor , ne yaptında geldi..? -Bir şey değil ya! bir yanlış anlamadır mutlaka...öğrenirim sen merak etme! Adam mahkemeye gidince anladı. Aslında bir otelde değil bir evde sabahlamıştı, kaldığı evin sahibide onu hırsızlıkla suçluyordu. O evde beraber sabahladığı kadın sözde evsahibi kadının altınlarını çalmıştı.. Hani ev boştu? Hani arkadaşının eviydi? Hani otelde yanlızdı? Şimdi bunların cevabını eşine nasıl anlatacaktı? Anlatmaya mecburdu çünkü işin ucunda hapis cezası,işinden men, yada kefaret ödeyerek şikayet edenin şikayetini geri alması vardı . -Sana anlatmak istediğim şeyleri sözümü kesmeden dinlermisin..? -Sonra İstersen kız bağır. -Hepsini hakettim! -Beni affadermisin? Eşinin dizlerine kapanmıştı, bir yandanda çocuk gibi ağlıyordu.. Allah büyüklüğünü göstermişti. Her şeyi bir bir anlattı. Heyacanla başladığı şey kabusa dönmüştü.. bir hevesti.. yanılmıştı... -Seni çok seviyorum.. -Ne olur beni affet! -Bunu şimdi daha iyi anlıyorum...! Saatlerce konuştular.. iki tarafta eksiklerini ortaya dökmüştü. Olan olmuştu..! -Seni anlıyorum .. -Seni ihmal ettiğimin farkında değildim.. -Ev işi,çocuklar,sorumluluk derken birbirimizi unutmuşuz..sonucuda bu!. -üç coçuğumuz var,onların hatırına unutmaya çalışacağım. -Çalışacağız başka çare yok! -Ama affetmem yıllarımı alacak..... -Bunu bilmelisin!dedi kadın. Kadınında desteğiyle para bulundu, kefaret ödendi, mahkeme bitti..! Aradan yıllar, yıllar geçti.... Bir aradalar.. Ayrılmadılar... ama ikiside hiç unutmadılar
|
|
|
Yemliha (ts836668986)
1305
|
|
1 Temmuz 2008 Salı
23:42:07
|
|
|
|
|
|
2 Temmuz 2008 Çarşamba
00:28:29
|
|
|
yemli ha kardeşim yüregine emegine saglık
|
|
|
Yemliha (gülbahçeli)
5437
|
|
2 Temmuz 2008 Çarşamba
01:38:25
|
|
|
saolasın yiğit seninde eline ve yüreğine sağlık sen benden daha aktifsin ben tek tük yazıyorum asıl senin ve birkaç arkadaşın şiirleri takdire şayan özellikle yasmin ve gülün hepinizin eline ve yüreğine sağlık
|
|
|
2 Temmuz 2008 Çarşamba
01:42:13
|
|
|
tşkler arkadaşım
|
|
|
30 Temmuz 2008 Çarşamba
00:20:41
|
|
|
Biliyorum artık hiç bir şey eskisi gibi olamayacak. Hissediyorum, bir daha asla eskisi kadar önemli olmayacak hiç bir şey. Tek tadımdın hayattan aldığım, tadım kalmadı... Düşerken dipsiz uçuruma, tutunduğum dalımdın, kayıp gittin avuçlarımdan, kırıldın. Yaşama bağımdın düğüm düğüm, koparıldın, acımadı ki diller, daha sıcağını yaşarsın derken kör yürekliler...
Umuda dönüktü yüreğim, gri gök yüzüne gördüğüm bembeyaz buluttun. Çamur deryası içerisinde soluklanabildiğim tek yeşilimdin. Bir ölüm sessizliği yaşarken ben, güvercinin kanadındaki ses oldun kulaklarımda... Yaşadığım tükenişin, acının, mutsuzluğun son durağıydın. Bir sen vardın yürekten hissedebildiğim, bir sen delice içime işleyen... Senleyken doluyordu cigerlerim havayla ancak. Sen varken atabiliyordu yüreğim. Kanım damarlarımda tenini hissetiğim anlarda hareketleniyordu sadece.
Önce aşkı yitirdin sen. Hiç aramaya da gerek duymadin bile. İçini bosalttigin için, yittiginin farkina bile varmadin. Sonrada "bizi" kaybettin... Müsvedde defterinde unuttun aski, temize geçemedin... Bir ormanin içinde buldun kendini. O ormandaki her agaçtan farkli meyvelerle beslerim sandin ruhunu. Oysa çevrende bir sürü aci ve yalnizlik meyvesi veren agaç oldugunu ve onlari üreten agaçlari büyüttügünü göremedin...
Paylasmak, konusmak, anlatmak, dinlemek yerine aski sadece tene dokunmaktir olarak tanimladin... Ya ask bu degil ya da ben farkli yasiyor, görüyor, biliyor, hissediyorum. Ask, yagmurun topragi islatmasindaki hüzün, çiçege hayat vermesindeki sevinç, yarim ayin günesle bulusmasi, denizin kayaliklari dövmesi degil belki de. Belki de ask, gönül gözüyle bakip, yürekten hissetmek degil...
Çaresizdir sarsılır yüreğim, sanki bir gemidir Bu sessizlik, hüzün dolu aşkımın matemidir Matem tutan gemimde, inan bu son seferimdir... ...................
|
|
|
30 Temmuz 2008 Çarşamba
00:22:13
|
|
|
Hiç olmadığın kadar yoktun hayatımda ve belki yaşadığım bir hayat bile yoktu.
Tutunamadım sevdana... Yosun tutmuş dallar gibiydi kolların hep. Her dokunduğumda kayıyordum sevdandan. Ve ne acı ki, benden başka bana destek verecek kimsem yoktu. Sen bile yoktun...
Ben hep senin yokluğunda yaşadım sevdamı. Dalların kaygandı çünkü... Hiç olmadığın kadar yoktun hayatımda ve belki yaşadığım bir hayat bile yoktu. Hatırladığım tek şey yokluğun... Hep kimsesizliğin... Hep sessizliğin....
Sen hep çalmayan telefonlarımdın. Duyulmayan aşk fısıltılarım. Dünyayı suskunluğa bürümem bile yetmezdi sana. Sen hemen kendine yeni bir dünya yaratırdın. Bense senin o yeni dünyanın kapısında kimsesiz bir çocuk gibi beklerdim. Güneş doğardı... Güneş batardı... Ama senin kapıların asla kımıldamazdı. Bense susardım... Yokluğunu sessizliğe kurban ederdim. Hıçkırıklarımı bile sustururdum. Susar ve kapını açmanı beklerdim. Sense beni her fark edişinde beni bilmediğim kimliksizliklere bürürdün. Üzerime zorla giydirilmiş gibi hissettiğim kimlikler yüzünden kapının açılmasına bile sevinemezdim. Çünkü bilirdim; açılan her kapının ardında yine sensizliğin olurdu. Aslında beni dünyana almak için açmazdın kapılarını. Açılan kapıların sadece kendine yeni bir dünya yaratma telaşın olurdu.
Bilmezdin sen... bilemezdin... Yarattığın dünyalarının kapılarında bekleyen o sessizlik olmasa, dört duvardan başka bir şeyin olmayacağını bilemezdin. Senin dünyalarının gizemi bendim. Benim varlığımı kapının ardında bilmekti dünya. Ve hep bu yüzden başka kapıları özlerdin. Hep yeni beklemeleri... Yeni sessizlikleri... Bilirdin ki; kapının önü hep dolu olacak... Bilirdin ki; sessizlik orada öylece dinginliği bozmanı bekleyecek...
Ama ben de bilirdim ki HAYAT SONSUZ SESSİZLİK... alıntı..........
|
|
|
30 Temmuz 2008 Çarşamba
00:22:46
|
|
|
Ben acılar denizinde boğulmuşum işitmem vapur düdüklerini , martı çığlıklarını Dalgalar her gün bir başka kıyıya atar beni Duyarım yosunların benim için ağladıklarını
Ölüyüm çoktan, bir baksana gözlerime Gör, içindeki o kanlı cam kırıklarını Bu ne karanlık , bu ne zindan gece böyle Bütün gemiler söndürmüş ışıklarını
Ben acılar denizi olmuşum, yaklaşma Sularım tuzlu, sularım zehir zemberek Baksana; herkes içime dökmüş artıklarını
Bu karanlık bitse artık, bir ay doğsa Bir deli rüzgar çıksa; alıp götürse Yılların içimde bıraktıklarını...
ÜMIT YASAR OGUZCAN
|
|
Mesaja cevap yazmak için gruba üye olmanız gerekmektedir.
|
|