|
Gönderen | Mesaj |
|
22 Mart 2008 Cumartesi
17:52:54
|
|
|
tşk ederiz biz yanlış biliyormuşuz
|
|
|
22 Mart 2008 Cumartesi
17:53:25
|
|
|
TMM ŞİMDİ SUDA O ZAMAN BALIGA GİTMEK GEREK
ÖNCELERİ SU ÇOK SOGUKTU
|
|
|
22 Mart 2008 Cumartesi
17:54:37
|
|
|
balık yasağı var ama şuan
|
|
|
22 Mart 2008 Cumartesi
17:56:03
|
|
|
ALLLAH SENİN HAYRINI !!!!!!!!!!!VERE EMİ DEMİR
BİR ERKEK KADININ KARŞISINDA DİZ ÇÖKERMİ DEGİŞTİR
YA O RESMİ`!!!!!!!!!!!!!!
|
|
|
22 Mart 2008 Cumartesi
17:57:14
|
|
|
kim niye nasıl niçin ve neden noluyo orda
|
|
|
22 Mart 2008 Cumartesi
17:57:55
|
|
|
YASAKLAR ÇİGNEMEK İÇİNDİR AMA BİZ BALIKLARA ZARAR VEREN BİR AG SİSTEMİ İLE AVLANMIYORUZ
.
KÜÇÜK BALIKLARA ZARAR VEREN ŞEKİLDE DEGİL
AG FANYALARI BÜYÜK
OKADARDA FAZLA TUTAMIYORUZ KARDEŞLİK SADCE ZAMANIMIZ ÖLSÜN.
|
|
|
22 Mart 2008 Cumartesi
17:58:36
|
|
|
ya ben biliyordum aslındada kafam yerinde değil
|
|
|
22 Mart 2008 Cumartesi
17:59:11
|
|
|
KARDEŞLİK BEN TAKILIYOM AMA
CANAN HANIM ?
BİLMİYOM.DEMİR?
|
|
|
22 Mart 2008 Cumartesi
18:00:34
|
|
|
NUMARA YAPMA HEMEN BİLİYODUM DİYE AŞIKSAN
ALALIM KARDEŞLİK
MEMLEKETTE RAHAT BIRAKMAZLARSA ATLA GEL YANIMA BEN GİDERİM TR TURUNA SİTEYİ SANA EMANET EDERİM KAFANA GÖRE
|
|
|
22 Mart 2008 Cumartesi
18:01:02
|
|
|
Cemre
Yılın ilk cemresi havaya düştü.
Ağaçlar tomurcuklanmaya başladı, havada bir ilkyaz kokusu.
Dünya yuvarlağının bizim yaşadığımız bölgesi kim bilir kaçıncı baharını karşılamaya hazırlanıyor.
İlk cemre havaya düştü, ikincisi suya, üçüncüsü toprağa düşecek.
***
Dünyanın milyonlarca baharından bizim ömür dilimimize kaçı düşüyor acaba?
Kısacası kaç bahar gördük, önümüzde kaç bahar kaldı?
Siyasetin, kamplaşmanın, silahın ateşine tutulmuş insanlardan kaçta kaçı farkında cemrelerin, doğanın ritminin?
Durup dururken bu sorular aklıma düştü.
***
İlk cemreyle birlikte, bizim buralarda nice canlar toprağa düştü.
“Sonsuz bir uykuyu cananla birlikte uyumak” üzere değil hem de.
Gencecik yaşlarında birbirine kırdırıldıkları için, ömürlerinin baharında toprak oldular.
Ateş ise her zaman olduğu gibi yine onları dokuz ay karnında taşıyıp doğuranların, emzirenlerin yüreğine düştü.
***
Siyasetçiler genç ölüler üzerine bol bol nutuk attı.
Kimini “öldürdük” diye sevindiler, kimi için de yıllardır tekrarladıkları gibi “kanı yerde kalmayacak” dediler.
Parlak sözleri ajanslara düştü.
***
Gençlerimiz Güneydoğu’da toprağa düşerken, ülkenin geri kalanındaki gençler bu olayları duymadı bile.
Onların payına da Recep İvedik filmine gidip, oradaki küfürlere bol bol gülmek düştü.
***
Bu arada borsa düştü.
Dolayısıyla hayattaki tek amacı ve insanlığa katkısı, borsada oynayıp başkalarının parasını ütmek olan zat-ı muhteremlerin suratı düştü.
***
Cemre düştü, canan düştü, can düştü.
Bizim buralara zulüm düştü, karanlık düştü, cehalet, magandalık düştü.
***
Vicdanlı insanların payına düşen ise bir yürek sızısıyla bu utanca katlanmak oldu.
|
|
|
22 Mart 2008 Cumartesi
18:02:46
|
|
|
bilmiyorum belki yadırgarsın ama ben kıyamıyorum canlılara
|
|
|
22 Mart 2008 Cumartesi
18:02:52
|
|
|
HHHHHHHHHHIIIIIIIIIIIMMMMMMMMMMM
BİLGE ABLAM TŞKLER BİLGİLER İÇİN
|
|
|
22 Mart 2008 Cumartesi
18:04:13
|
|
|
KARDEŞLİK SEZON MAYISTA AÇILIYOR
BOŞ VAKİT GEÇİRECEK YERLER ARIYORUM .
BALIK AVINA GİDEREK ZAMAN GEÇİYOR
|
|
|
22 Mart 2008 Cumartesi
18:06:25
|
|
|
tşkler canan hanım
|
|
|
22 Mart 2008 Cumartesi
18:08:44
|
|
|
ABİ SEN BALIGA KIYAMIYORSUN
NE GÜZEL BİR YÜREGİN VAR
OZAMAN SENİN
|
|
|
22 Mart 2008 Cumartesi
18:10:01
|
|
|
SEYHAN NEHRİ NERDE ABİ
BEN DENİZDE TAKILIYOM SİTELERİN ÖNÜ KOY ŞEKLİNDE
|
|
|
22 Mart 2008 Cumartesi
18:13:20
|
|
|
KARDEŞLİK BULUNDUGUM YERELE ADANA ARASI 8 SAAT
|
|
|
7 Temmuz 2008 Pazartesi
17:36:14
|
|
|
KÜÇÜK MUTLULUKLAR
Küçük derelerdir büyük nehirleri oluşturan Küçük mutluluklar, küçük, küçücük derelerdir Büyük nehri ararken üzerinden atladığın Arkana dönüp de bakmadığın
Küçük mutluluklar Çıtır çıtır Kızılay simitidir, çayın yanında Aniden radyoda karşına çıkan şarkı Kar yağınca tatil olan okul
Başarılı bir rejimin birinci günü Sokakta sevebildiğin kedi Yürüyen güvercinin kafası Tenekedeki fesleğen
Kurumuş çamaşırlar, bir kış ikindisi Geri gelen elektrik Babanın hikayeleri Annenin yemeği
Tamir ettiğin alet Yeşil tişörtün, yatarken giydiğin Bir dostun başarısı, neler çektiğini bildiğin Elini sımsıkı tutan minik el
Dudağında ıslık yürüdüğün yol Birden çıktığın yolculuk Sana açılan kapılar Sana kapıyı açanlar
Hoş gelenler Hoş buldukların Yalnız kalabilmek - dilediğinde Kavuşabilmek - özlediğinde
(Gerisini ve milyonlarca satırı boş bırakıyorum;
kendi küçük mutluluklarını yazman, bundan da küçücük bir mutluluk duyman dileğiyle...)
düş hekimi yalçın ergir
|
|
|
7 Temmuz 2008 Pazartesi
18:30:11
|
|
|
Bu sabah beni uyandırmadan işe gitti. Giyindiğini duydum, ama kalkmadım. Kalkmak istemedim. Bir ara yatağa eğilip bir süre yüzümü seyretti. Soluğunu hissettim. Uyumadığımı fark etti sanıyorum. Ama bir şey demedi. Gözlerim kapalıydı, ama yüzüme umutsuz bir hüzünle baktığını hissettim.
Günlerdir doğru dürüst birşey konuşamıyoruz. Birbirimizden saklanarak yaşıyoruz sanki. Oysa bir yıl önce ne büyük bir hevesle başlamıştık birbirimizi sevmeye... 5 aydır bende kalıyor. Günlük hayatın o basit, o bayağı ayrıntıları sevgimizi acımasızca kemiriyor. Ama o bu konuyu açmaktan ısrarla kaçıyor. Ne zaman ilişkimizin nereye gittiğini konuşmak istesem, ya konuyu değiştiriyor, ya kaçamak cevaplar veriyor...
Kalktığımda mutfakta notunu gördüm: Sevgilim, öyle güzel uyuyordun ki, uyandırmaya kıyamadım. Bu gece işyerinde nöbetçiyim. Beni merak etme. Sevgiyle, yazıyordu...
Notunu okuyunca gözlerim doldu. Bir bıçağın ucu kalbimde hafifçe gezindi sanki... Ona karşı hoyrat davrandığımı hissettim bir an. İlişkimizin sürmesi için asıl çırpınan oydu sanki. Bir de bana bu aralar çok ihtiyacı vardı. Başka bir eve taşınacak gücü yoktu. Aslında ben de onu hayatımdan kolay kolay çıkaramazdım. Bir tek onunla huzur içinde uyuyabiliyordum. Bu sevginin en gerekli koşullarından biridir, bilirsiniz. Ama başka bir sevgiliyi, başka bir aşkı özlüyordum. Ve bu kentten uzaklara, çok uzaklara gitmek istiyordum. Hem onsuz uyuyamıyordum, hem de çok yalnızdım. Ben ondan uzaklaştıkça, o da benden uzaklaşıyordu. Uzaklaştıkça ruhumuz üşüyor, üşüdükçe de örtünüyor, birbirimizden gizleniyorduk. Gizlendikçe daha bir yalnızlaşıyorduk...
Bütün gün onu düşünüp içtim. Başka hiçbir şey yapmadım. Akşam oldu. Şehrin ışıkları yandı. Kalktım internetimin başına geçtim. Aslında yaptığım büyük bir hataydı. Bu ilişkiyi tamamen bitirebilirdim. Ama nedense kendime karşı koyamadım. Ve internette onun sayfasına girdim... Sayfasının ismi Ayazdaki Bir Yürek?ti. Fransız yönetmen Claude Saute`nin bu filmini birlikte gözyaşları içinde seyretmiştik... Filmin ismini günlerce sayıklayıp durmuştu. Benim de yüreğim hep ayazdadır, diyordu. Sinema tutkunuydu. Para bulduğunda çekmeyi düşündüğü bir sürü senaryosu vardı... Ama parası hiç olmuyordu. Zamanının daraldığını düşünüyor, yaptığı işlerin onu asıl yapmak istediklerinden uzaklaştırdığını fark ettikçe hırçınlaşıyor, bu yüzden çalıştığı yerlerde fazla barınamıyordu...
Kendimi tiyatrocu Ümit olarak tanıttım ona... Dedim ya, yaptığım büyük bir hataydı diye...
- Sizi tanımak istiyorum.. Ben tiyatroyla uğraşıyorum. Adım Ümit. Arada sırada dublaj yaparım. Adını söyledikten sonra, onu aramama iten nedenin ne olduğunu sordu.
- Sitenizin ismi Ayazda Bir Yürek. Yanılmıyorsam bu bir filmin adı.
- Evet, Claude Saute?nin filmi. Çok etkilenmiştim. Siz seyrettiniz mi?..
- Seyrettim. Ben de çok etkilenmiştim. Sinemayla ilgilisiniz galiba.
- İlgili ne demek. Sinema benim tek tutkumdur. Senaryo yazıyorum. En büyük idealim yazdığım senaryoları çekebilmek... Ama para meselesi işte...
- Şu an ne iş yapıyorsunuz?
- Reklamcılıkla ilgili bir dergide editörlük yapıyorum. Çok sıkılıyorum ve atılmam an meselesi... Sizin işler nasıl?
- Pek iyi sayılmaz, hatta berbat diyebilirim. Tiyatro çevresini bilir misiniz, bilmem. Hep ahbap çavuş ilişkileri geçerlidir. Yoz, çürümüş bir dünya. İdealist, dürüst insanlara yer yoktur bu dünyada...
- Desenize sinema dünyasından pek bir farkı yok. Peki söyler misiniz, bizim gibi insanlara ne zaman şans tanınacak?
- İşimiz çok zor. Ya kurallara uyacağız, ya da köşemizde bekleyip hüzün biriktireceğiz...
- Hayır, ben köşemde oturup beklemek istemiyorum. Mutlaka bireyler yapmalıyım.
- Şu an neredesiniz?
- Lanet olası işyerimdeyim. Bitirilmesi gereken sayfalar var. Yarın dergi baskıya girecek. Ya siz, siz neredesiniz?
- Ben evimdeyim. Ve canım hiçbir şey yapmak istemiyor.
- Yalnız mısınız?
- Evet, yalnızım.
- Birlikte olduğunuz kimse yok mu?
- Neden sordunuz?
- Hiç işte, öylesine sordum.
- Hayatımda biri var. Ama şu an evde değil.
- Peki siz, sizin hayatınızda biri var mı
- Evet, var...
- Ne iş yapıyor?
- Yazar. Oldukça da tanınmış bir yazar. Bir yılı aşkındır beraberiz.
- Nerede yazıyor?
- Nerede yazdığını söylemesem. Onu bilmenizi istemiyorum. Kitapları da var. Peki, siz ne zamandır birliktesiniz?
- Ne tesadüf bizim de ilişkimiz bir yılı aştı. Ama yolunda gitmeyen şeyler var. Tıkandık. Galiba. Birbirimizden gizlenerek yaşıyoruz ne zamandır. Aynı evdeyiz, ama birbirimizden çok uzaktayız...
- Bizim ilişkimiz de pek farklı sayılmaz. Biz de tıkandık. Ne zamandır yoğunlaşamıyor bana. Varsa yoksa yazıları ve okurları. Bazen beni görmediğini bile düşünüyorum. İlişkimiz tıkandıkça kendini yaptığı işe daha çok veriyor ve benden daha çok uzaklaşıyor.
- Hayatında başka biri olabilir mi?
- Biri değil, birileri var. Flört etmeyi çok sever. Ama ilişkiler biraz derinleşmeye, ciddileşmeye başlamaya görsün, hemen bitirir. Bağlanmaktan çok korkar.
- Peki, nasıl katlanıyorsunuz bu duruma, çok zor olsa gerek. Ben olsam dayanamazdım. Ayrılmayı düşünmüyor musunuz?
- Çok düşündüm. Ama bu konuda biraz korkağım galiba. Bir de ona çok alıştım. Yalnızca onunla uyuyabiliyorum.
- Sizin de hayatınıza başkaları giriyor mu?
- Evet, giriyor. Ama hiçbiri onun yerini tutmuyor. Hay Allah, neler konuşuyorum sizinle ben böyle... Ben en yakın arkadaşlarımla bile bunları rahat konuşamıyorum...
- Ama bana rahatça anlatıyorsunuz...
- Bilmiyorum, belki sizi hiç tanımadığım için, bana bir yabancı olduğunuz için bu kadar rahatım sizinle... Hiç tanımadığı insanlara daha kolay anlatıyor insan kendisini... Peki, siz birlikte olduğunuz insanla her şeyinizi konuşabiliyor musunuz?..
- Evet, desem yalan olur. Ben de sizin gibi hiç tanımadıklarıma daha rahat anlatıyorum kendimi...
- Sevgilinizin yerinde olmak istemezdim...
- Ben de sizin sevgilinizin yerinde olmak istemezdim.
|
|
|
7 Temmuz 2008 Pazartesi
21:03:12
|
|
|
Galiba güzel ilişkilerin sömüren gizli virüsü bu olsa gerek "konuşamamak"
--------
Birlikte gülmekten ölüyor, çok ama çok eğleniyor, dağıtıyor, yerlere düşüyor, gecenin cılkını çıkartıyor ama..
İNSAN bazen arkadaşlarına sevgili gibi davranıyor.
Sahipleniyor, kıskanıyor ama gırtlağına çökmeden.
Tatlı tatlı flört ediyor ama sınırları asmadan.
Birlikte gülmekten ölüyor, çok ama çok eğleniyor, dağıtıyor, yerlere düşüyor, gecenin cılkını çıkartıyor ama o arkadaş ya, sevgili değil ya, hiç sorun olmuyor. Herşeyi konuşuyor, pek fazla sansür uygulamıyor, sürekli anlatıyor, fazlasıyla ilgili oluyor; kulaklarını kocaman kocaman açıp, dinliyor. En önemlisi de büyük bir coşkuyla sonsuza kadar yapılan isler üzerine konuşabiliyor, çünkü is paylaşılabiliyor, birlikte benzer isler üretiliyor.
Müthiş bir keyifle dedikodu yapabiliyor, hatta kendi karisini, kocasını, sevgilisini bile çekiştirebiliyor. Arkadaşlık, bu açıdan insanin hayatini idame ettirebilmesi için büyük bir avantaj oluyor.
* * *
Ama insan sevgilisine her zaman arkadaş gibi davranamıyor. Bir kere eleştiriler, haliyle bu kadar net dile getirilemiyor. Sevgiliyle bir arkadaşla konuşulduğu gibi her zaman rahat da konuşulamıyor.
Tehlikeli sularda dolaşmaktan kaçınmak gerekiyor. Çünkü sonuçları var bunun, bedelleri var bunun, ödemek gerekiyor, burnundan fitil fitil getirebilir, dikkatli olmak gerekir, çünkü sevgililik onuru yaralanıyor. İnsan, sevgiliyken, evliyken çok daha hassaslaşıyor. En küçük şeye bile ``Bana bunu nasıl yapar?`` oluyor.
Oysa arkadaşının kaldırabileceği sınırlar çok daha geniş. İnsan her zaman sevgiliyi dinlemek de istemiyor, bütün gün başka insanları dinlemiş olduğundan yorulmuş oluyor, gına gelmiş oluyor. Ya da karsındaki seni dinlemek istemiyor. Eve bir sessizlik çöküyor, ``Tetiği İlk kim çekecek?`` diye gergin bir bekleyişe giriliyor.
Bir de tabii sevgiliyle ya da kocayla sabahlara kadar zıplanıp eğlenilemiyor. Kalabalık içinde isin içine başkalarının ne düşüneceği girdiğinden gerilim artıyor, ``biz``i düşünmekten ``ben`` karambole gidiyor.
Sevgiliyle başka bir koza yaratılıyor, o koza içine giriliyor, hiç itirazım yok, o da güzel ama ayrı kategorilerdeki ilişkiler gibi sanki: Arkadaş olunca başka şeyler paylaşılıyor, sevgili ya da evli olunca başka şeyler paylaşılıyor.
* * *
Bana en iyisi, en güzeli bu iki kategoriyi birleştirebilmek gibi geliyor. Bunun ideal bir şey olduğunu düşünüyorum: Arkadaş-sevgili olmak. Hem arkadasın hem sevgilin gibi olabileceğin biri, hem arkadaşlığı hem sevgililiği paylaşabileceğin biriyle üretmek, gülmek, ağlamak, konuşmak, çekiştirmek çok daha heyecan verici geliyor.
Kolay bir şeyden söz etmiyorum tabii. Arkadaş gibi zamanı geldiğinde geri çekilebilmek, uygun düştüğünde de sevgili gibi saldırabilmek, bu iki rolü birbirine karıştırmadan oynayabilmek her baba yiğidin harcı değil.
|
|
Mesaja cevap yazmak için gruba üye olmanız gerekmektedir.
|
|