|
Gönderen | Mesaj |
|
Işık(düş sokağı (Işık)
1237
|
|
9 Eylül 2005 Cuma
15:10:49
|
|
|
Acaba yanlis çagda ve mekanda mi bulunuyorum yoksa bir ben mi
farkindayim bu manadan yoksun metamorfozun?
Biliniz ki ey dostlar! Ne günes eski hirçinligini,
hasmetini koruyabilmis ne de dolunay eski masumiyetinde ve
güzelliginde. Gülün anlam ifade etmeyen bir bitki olarak
algilandigi, gündüzün geceden; aydinligin karanliktan
farkinin kalmadigi, baharlar ile kislarin birbirine
karistigi mevsimler yasaniyor. Akip giden zamanin farkinda
olmadan hayatin o güzelim sayfalarini hababam tüketiyoruz. Ömür
dedigimiz günlüge biraz daha dikkatlice baksaniza! Yazilanlar,
kenar süslemeleri, renkler, sayfalar iç açici degil. Içinde biz
bulunmuyoruz; bizi ifade etmiyor bu günlük.
Ne yazik ki oldugumuz gibi görünmüyoruz, içimiz
yansimiyor sayfalara. Tüm planlarimizi, tavirlarimizi
disariya uydurma çabasindayiz. Kendimizi dinlemeye muktedir
degiliz, yüregimizin sesine cevap vermeye cesaretimiz yok. Yasami
"ne derler" telasina kurban ediyoruz. Kim bilir kaç degisik
kisilikle karisiyoruz kalabaliklarin arasina. Arkadasimiza
bir yüzümüzü, komsumuza bir yüzümüzü pazarliyoruz.
Akrabamiza bir diger çehremizi. Söylesenize! Hangimiz yalniz
basimiza iken oldugumuz "ben"i oturtuyor sevgilinin
karsisina? Korkularimiz, güvensizligimiz bukalemuna çevirmis
bizi. Oldugumuz gibi göründügümüz, davrandigimiz takdirde
reddedilmekten, dislanmaktan korkuyoruz.
Biz biz degiliz. Birini ariyoruz, bulursak hemen
bizligimizi ilan edecegiz lakin aradikça kaybolup gidiyoruz
kalabaliklarin içinde. Merkezin biz oldugunu unutarak disarida
ariyoruz her seyi. Bos arazide define arar gibi mutlulugun pesine
düsmüsüz. Hangimiz mutluga ulasti, hangimiz huzurun
tilsimini yakalayabildi? Psikologlarin terapiye ihtiyacini
oldugu, sosyologlarin kendini tanimakta aciz kaldigi devinimleri
yasiyoruz. Esiri oldugumuz ideolojiler birer birer iflas ediyor.
Kendimizi savunmak, kurtarmak varken biz ideolojilerin mücadelesini
veriyoruz. Her yeni yaklasim bir baska çikmazi beraberinde
getiriyor ve sonunda iflas edince boslukta kaliyoruz. Bunali
yüklü havalar hakim yasantimiza.,
Ah dostlar ah! Ask hiçbir devirde bu kadar anlamsiz bir
olguyu ifade etmedi literatürümüzde. Ask; fakir edebiyati, karin
doyurmayan safsata yahut demode olmus felsefe. Aski acizligin
olgusal disavurumculugu olarak tanimlamaktan gocunmuyoruz. Bizler
elastik sevgiler kusagiyiz ve tabii ki çeliskilerdeyiz. Bir yanda
aski yadirgiyor, küçümsüyoruz ama diger tarafta aski
romanlarda, filmlerde ariyoruz. Ask romanlari moda tabirle
"bestseller" da liste basi, ask filmleri hasilat yagmasinda.
Farkinda misiniz? Sinema salonlari hinca hinç dolu;
filmler gise rekorlari kiriyor. Hayat perdede ve tüm hayaller
ipotek altina alinmis. En iyi basarabildigimiz sey özenti. Film
kahramanlarinin gölgesine siginiyoruz; kendimizi inkar
edercesine onlara benzemeye çabaliyoruz. Benligimiz bizden
çalinmis. Ilginç degil mi; komsumuzun basina gelen kaza bizi
pek müteessir etmez de senaryodaki karakter göz yaslarimizin
ilmek ilmek akmasina sebep olabiliyor. Uzun söze ne hacet! Gerçek
hayati gösterimden kaldirmisiz ve hayati filmlerde yasiyoruz
sadece.
Biliniz ey dostlar! Rol yapiyoruz; hoslaniyoruz kendimizi
kandirmaktan ve sonra da baskalarini. Simalarda sahtekârlik
fragmanlari birbirini takip ediyor, samimiyet yer almiyor
bültenlerde. Gözler tekzip metinleri yayinliyor dudaktan
dökülenlere. Farkindayiz da aldirmiyoruz. Zira kandirilmak ve
kandirildigimiz kadar da kandirmaktir racon. Dekorasyonu
bozulmus ciddiyetle dinliyor, ruhu uçmus mimiklerle sunuyoruz
tepkimizi.
Ne kendimize güvenebiliyoruz ne de baskalarina güvenmek
istiyoruz. Sanki Zümrüd-ü Anka güven denilen iksiri alip ta Kaf
dagina kaçirmis. Belki de bu yüzden etrafimizi saran
kalabalik pençesinde kivrandigimiz yalnizligi izale
edemiyor. Ufuklardaki, uzaklardaki belirsizliklerden medet umuyoruz.
Düsünsenize denizasiri bir ülkenin hiç bilmedigimiz bir
vatandasiyla saatlerce "chat"lesip içimizi dökebiliyoruz da
yanimizdaki insani fark edemiyoruz bile...
Oysa hayat o kadar güzel ki anlatilamaz yasanir ancak.
Yasamak için de kendimizi dinlemeli ve sonra da kendimize
inanmaliyiz. Kurtulmaliyiz bildik genellemelerden, silmeliyiz
kliseleri. Aykiri bir ses yükseltmeliyiz yasanilanlara.
Sayfalarda bizi ifade den cümleler de bulunsun. Yahu yasayalim
hayati! Birakalim su "ne derler" telasini; ne derlerse
desinler. Biz bizi yasayalim.
Kim bilir kaçiniz bu yazinin yarisinda okumaktan
vazgeçtiniz. Okuyanlarinizin büyük çogunlugu da benim kendi
korkularimi bir yansitma psikolojisiyle dile getirdigimi
düsünebilir hatta bana psikolojik hasta teshisini de koyabilir.
Yargilariniz beni pek de ilgilendirmez ama itiraf edeyim ben
deliyim. Zaten bu yüzden hayati kendimi sevdigim kadar seviyorum.
Amacim sizi uykudan uyandirip bu delilige davet etmekti. Rahatsiz
ettiysem affinizi istirham ediyorum.
Seref AYDIN
|
|
|
9 Eylül 2005 Cuma
15:29:45
|
|
|
FALLARA GEREK KALMADAN..
ZAVALLI PAPATYALARIN YAPRAKLARINI YOLMADAN
HADİ GİDİN BUGÜN SENİ SEVİYORUM DEYİN...BEKLEMEYİN...
|
|
|
10 Eylül 2005 Cumartesi
09:05:49
|
|
|
Yokum artık oynamıyorum
Beceremedim hayat denen oyunu
Zaten sevmedim,sevilmedim
Gülmedim ağlamadım
Fotokopi makinesinden ne farkın vardı?
Aynı şeylerin tekrarı kopyası
Bütün kağıtlar karıştı
Hayat denen kargaşada
Ağaçtan ne farkım vardı
Sadece izlemekle yetinen
Beslendiğinde büyüyen
Beslenmediğinde geberen
Bir farkım olacak artık bunlardan
Kendi isteğimle yapacağım
Kimse etkilemeden
Öleceğim....
|
|
|
Işık(düş sokağı (Işık)
1237
|
|
23 Eylül 2005 Cuma
20:31:29
|
|
|
ÖZLEMEDİM SENİ
Hiç özlemedim seni
Özlemek dostluktandır
dostluğundan öte bulmalıyım seni
Sıcaklığını bulmalıyım
dokunuşlarını, kenetlenişi
Terimizle sulanmalı yeryüzü
güneş terimizle ışıldamalı sabah olunca
Apansız fırtınalar çıkmalı
sarsılmalıyım
Özlemek
yanında olmak isteğidir
gülüşünü görmek biraz da
Hiç özlemedim seni
Saçlarına gül takmam
bir ırmak gibi akıtırım ovaya
soluğunla yanar
dudaklarımın bozkırı
Akkor halindeki ufuk
bakır bir tel gibi eriyip gider
kraterler ortasında kalırım
Toprak yarılır birden
su kirlenir
Ürpertir bu coğrafya
bu serüven
ikimizi bir anda
yaşadığımı duyarım
Hiç özlemedim seni
Özlemek dostluktandır
dostluğundan öte bulmalıyım seni
|
|
|
24 Eylül 2005 Cumartesi
13:21:33
|
|
|
Telefonda hemen hemen her gün kim bilir kaç kez kullandığımız ALO
sözcüğü, gerçekte bir sevgilinin adının "kısaltılmış" biçimidir.
Sevgilinin "tam adı" "Alessandra Lolita Oswaldo"dur. Bu sevimli genç
kız, telefonu icat eden Alexander Graham Bell'in sevgilisiydi. Graham
Bell, telefonu icad edince, ilk hattı sevgilisinin evine çekmişti.
ALO
Atölyesinde, telefonu çalınca, arayanın Allessandra Lolita Oswaldo'dan
başkası olamayacağını bildiğinden Graham Bell, telefonu açar açmaz
"Alessandra Lolita Oswaldo" diyordu.
Bell, zamanla sevgilisine adını kısaltarak hitap etmeye başladı ve
telefonu her açışında onu "Ale Lol Os" diye karşıladı.
Çalışmaları uzadıkça, Graham Bell, sevgilisinin adını daha da kısalttı
ve ona iki heceli bir ad buldu. Bu kısa ad ALO idi.
Allessandra Lolita Oswaldo, geliştirip tüm kente yaymaya çalıştığı
telefondan başka bir şey düşünmeyen, sevgilisinin bitmez tükenmek
bilmeyen deneylerinden rahatsız olmaya başlayınca Bell'i terk etti.
Yaşlı Bell, sevgilisinin kendisini bir gün arayacağı umuduyla
telefonun başından ayrılmadı. Kentte çekilen telefon hatlarının sayısı
da giderek artmaya başlamıştı. Graham Bell'i artık başka kişiler de
arıyordu. Fakat o, telefonun her çalışında, kendisini sevgilisinin
aradığını sanarak telefonunu ALO diyerek açıyor ve herkese artık ALO
diyordu.
O günlerde hemen herkes, telefonu açtıklarında Alexander Graham
Bell'in anısına saygı olarak ALO demeye başladı.
Bugün tümümüzün kullandığı ALO sözcüğü işte o günlerden uzanmaktadır günümüze...
Birde ben ekleme yapayım kısa; suan bildigim kadarıyla italya da ALO
yerine Pronto kullanılmakta. onlar buldu kullanmıyo, biz haALa dewam
))
Bir eklemede ben yapayım.İspanyollarda diga diyorlar))))
|
|
Mesaja cevap yazmak için gruba üye olmanız gerekmektedir.
|
|