Sanat > Harflerle çizdiğimiz resimlerin bir hikayesi var > Mesaj Panosu > Herkezin Anlaşılmaya İhtiyacı Vardır

Herkezin Anlaşılmaya İhtiyacı Vardır


GönderenMesaj

Volkan (volkanhan)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
2506
28 Eylül 2005 Çarşamba 10:17:29
Bir zamanlar, Uzak Doğu'da, artık yaşlandığını ve yerine geçecek
birini seçmesi gerektiğini düşünen bir imparator varmış.
Yardımcılarından ya da çocuklarından birini seçmek yerine; kendi
yerine geçecek kişiyi değişik bir yolla seçmeye karar vermiş. Bir gün,
ülkesindeki tüm gençleri çağırmış ve:

"Artık tahttan inip yeni bir imparator seçme vakti geldi. Sizlerden
birini seçmeye karar verdim." demiş.

Gençler şaşırmışlar, ancak o sürdürmüş:
"Bugün hepinize birer tohum vereceğim. Bir tek tohum... Ama bu çok
özel bir tohum. Evlerinize gidip onu ekmenizi, sulayıp büyütmenizi
istiyorum. Tam bir yıl sonra büyüttüğünüz o tohumla buraya
geleceksiniz. Sizi, yetiştirdiğiniz o tohuma göre değerlendirip,
birinizi imparator seçeceğim."

Saraya çağırılan gençlerin arasında Ling adında biri de varmış.
O da diğerleri gibi tohumunu almış...
Evine gidip heyecanla olayı annesine anlatmış.
Annesi bir saksı ve biraz toprak bulup, onun tohumu ekmesine yardım
etmiş. Sonra birlikte dikkatlice sulamışlar. Her gün sulayıp
büyümesini bekliyorlarmış.

Yeterince zaman geçtikten sonra diğer gençler tohumlarının ne kadar
büyüdüğünü anlatırken, Ling hayal kırıklığı içinde, kendi tohumunda
hiçbir değişiklik olmadığını görüyormuş.

Üç hafta, dört hafta,beş hafta geçmiş... Hâlâ hiçbir gelişme yokmuş.
Diğerleri yetişen bitkilerinden söz ederken Ling çok üzülüyormuş.
İmparatorun onu beceriksiz sanmasından çok endişeleniyormuş.
Arkadaşlarına da hiçbir şey diyemiyor, sabırla bekliyormuş.

Sonunda bir yıl bitmiş ve gençlerin yetiştirdikleri bitkileri
imparatorun huzuruna götürecekleri gün gelip çatmış.
Ling, annesine boş saksıyı götüremeyeceğini söyleyince, annesi ona
cesaret verip; saksısını götürüp dürüst bir şekilde olanları
imparatora anlatmasını istemiş. Ling, pek istemese de, annesinin
sözünü tutmuş ve boş saksıyla saraya gitmiş.

Saraya varınca arkadaşlarının yetiştirdiği bitkilerin güzellikleri
karşısında şaşırmış.

Sonra imparator gelmiş ve tüm gençleri selamlamış. Ling, arkalarda bir
yerlere saklanmaya çalışıyormuş.
"Ne büyük bitkiler, çiçekler ve ağaçlar yetiştirmişsiniz. Bugün
biriniz imparator olacak." demiş imparator.

Aniden arkada elinde boş saksısıyla Ling'i fark etmiş. Hemen
muhafızlarına onu öne getirmelerini emretmiş. Ling çok korkmuş.
"Sanırım beceriksizliğimden dolayı beni öldürtecek."

Ling öne geldiğinde imparator adını sormuş.
"Adım Ling." demiş.

Diğer gençler gülüşüp onunla alay etmeye başlamışlar. İmparator onları
susturmuş. Ling'e ve elindeki saksıya dikkatle bakıp kalabalığa doğru
dönmüş.
"Yeni imparatorunuzu selamlayın. Adı Ling!" demiş.

Ling inanamamış. Çünkü tohumunu yeşertememiş bile, nasıl imparator olurmuş?...

İmparator devam etmiş:
"Bir yıl önce burada herkese bir tohum verdim. Siz ekip, sulayıp bir
yıl sonra getirecektiniz. Ama hepinize kaynamış tohum vermiştim. Asla
büyüyemeyecek olan... Ling'in dışında herkes ağaçlar, bitkiler ve
çiçekler getirdi; çünkü tohumun büyümediğini fark edince hepiniz onu
bir başka tohumla değiştirdiniz. Sadece Ling içinde benim verdiğim
tohum olan boş saksıyı getirme cesaret ve dürüstlüğünü gösterdi.
Beklentisi gerçekleşmeyince umutsuzluğa kapılsa da, dürüstlüğünden
vazgeçmedi...
Onun için yeni imparatorunuz o olacak!"

Bulut (betamix)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
1344
28 Eylül 2005 Çarşamba 11:17:04
Korkunun olduğu yerde aşk yoktur. Cesarettir sevmek.
Düzenlere,oyunlara,kötülüklere meydan okumaktır. Sevmek;
uzaklaşmaktır yalandan,bencilliği hiçe saymaktır.
Bir başka açıdanda inanmaktır sevmek. Gerçekten inanmaktır,
tümden inanmaktır.
İnsan sevince; sevdiğine bütün varlığı ile teslim
olmamışsa,yeteri derecede sevmemiş demektir.
Ve ona kayıtsız şartsız inanmıyorsa,sevgiden bahsetmeye bile
hakkı yoktur.
Kıskançlık inancımızın bütünlüğü ölçüsünde besler aşkı. Şüpheyse
öldürür.Şüphenin olduğu yerde inancın yeri olmaz. Sevgiden bahsedilemez
orada.
Kıskançlıksa; kutsal bir duadır,dudağında sevenlerin. Sevmek; var
olmaktır bir bakıma,derinden bakılınca yokluğa benzer.
Sevmek bütünlenmektir. Çok seven eksildiğini zanneder,oysa
artmaktadır sevmek,çoğalmaktır.
Çevrenin gözlerimizden silinmesi, önce bir eksilme hissi verir
insana. Fakat o her şeyimizi varlığı ile doldurdukça arttığımızı anlarız.
O bir tek kazanç,bütün kayıplarımıza bedeldir. Bir an gelir; her
şeyi onunla değerlendirmeye başlarız. O bugün mutluysa yaşamak
güzeldir. Kabımıza sığmayız. Şarkılar söylemek gelir içimizden. O kederliyse
,gözlerimizde herşey kederlidir artık. Bütün güzellikler bir bir
yitirirler anlamlarını. O anlarda ölümü düşünürde,yine ölemeyiz kurtulamamak
için.
Yanmaktır,tutuşmaktır sevmek ve yaşadıkça hiç sönmemektir.
Dinle sana sevmenin ne olmadığını söyleyeceğim önce. Ne olduğunu
sonra anlayacaksın.
Dinle, sevmek alış veriş değildir. Geometri değildir,aritmetik
değildir. En değerli şeydir belki,ama karşılığında hiçbir şey alınmaz.
Karşılıksız bir çeke atılmış kuru bir imza değildir sevmek.İskambil
kağıdı değildir,zar değildir,bir dilim değildir,hesap pusulası değildir
sevmek. Sevginin bedeli yine sevgiyle ödenir,altınla değil.
Sevilmekse; sevmenin mükafatıdır ancak,karşılığı değil. Bir
sevgiye eş bir başka sevgi olamaz. Çünkü her sevgi birbirinden büyüktür.
Sevgi tartılamaz, sevgi ölçülemez. Sevgi; gram değildir, mesafe
değildir. Derinlik sanırsınız,yüksekliktir o. Sevgi; dudak değildir,göz
değildir,saç değildir. Sandalye değildir sevgi,yatak değildir, çarşaf
değildir. İçki değildir,içemezsiniz fakat herşeyden güzeldir sarhoşluğu.
Geçip karşısına seyredemezsiniz,manzara değildir,tablo
değildir,heykel değildir.
Okuyamazsınız kitap değildir. Bilmece değildir,çözemezsiniz.
İstesenizde içinizden atamazsınız.
Kan değildir,kesip damarınızı akıtamazsınız.
Siz ağladıkca o güçlenir içinizde.
Akmaz, gözyaşı değildir.
Kuş değildir uçmaz,
çiçek değildir koklanmaz.
Bitmez çile değildir.
Ne desen o değildir sevmek.
SEVGİYİ TARİF ETMEYE KALKSAM,SENİ ANLATIRDIM DÜNYAYA . .


Volkan (volkanhan)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
2506
29 Eylül 2005 Perşembe 17:16:21
Yaşadığı şehirden, bulunduğu ortamdan kısacası yaşantısından sıkılan
bir adam, cebindeki az miktar para ile yanına hiçbir şey almadan
bulunduğu kenti terk edip daha önce hiç bilmediği bir ülkeye gitmiş.
Oraya henüz alışmaya çalışırken birden bir ses duymuş.
Bir çığırtkan, avazı çıktığı kadar meydanda bağırıyormuş:
- Tiyatro! Gelin! Kaçırmayın! Bu akşam Tiyatro!...
Adam hayatında hiç tiyatroya gitmemiş ve inanılmaz derecede merak etmiş.
Biletin nereden alındığını öğrenmiş. Bilet fiyatı cebindeki tüm para
kadar olmasına rağmen hiç tereddütsüz bileti almış.
Başlamış merakla oyunu izlemeye.
Oyun bitmiş, herkes dağılmış ve bizim meraklı öylece kalmış, izlediği
muhteşem oyun karşısında.
O sırada temizlikçi tarafından salonu boşaltmak için ikaz almış. Adam ise:
- Bana müdürünüzün yerini söyler misiniz? Onunla bir şey konuşmam
gerek... demiş.
Seyrettiği oyunun etkisi ile müdür ile konuşmuş ve ne olursa olsun, ne
iş olursa olsun buranın bir parçası olmak için çalışmak istediğini
belirtmiş. Müdür çok şanslı olduğunu, şu sıralarda bir temizlikçi
aradığını fakat önce onu denemesi gerektiğini ifade etmiş ve denemek
üzere aylardır el değmemiş bir kütüphanenin temizliğini uygun bulmuş.
- "İşte burayı temizle. Eğer beğenirsem seni işe alırım" demiş ve gitmiş.
Tiyatro aşkının verdiği şevk ile temizlik beklenenden kısa sürede
bitmiş. Müdür odayı görmeden adamın samimiyetine inanmamış.
Onu diğerleri gibi işi savsaklayan biri sanmış.
Fakat odanın temizliğini görünce hayretler icinde kalmış.Aylardır
içeriye girilmeyen oda gıcır gıcır oluvermiş.
Müdür bu çabuk ve becerikli adamı işe almaya karar vermiş.
- "Tamam seni işe alıyorum"
- "Fakat benim yatacak yerim yok."
- "O zaman burada yatarsın ve işe daha erken başlarsın."
İstediği olan tiyatro tutkunu, huzurlu bir şekilde odayı terk ederken müdür:
- "Adın neydi senin buraya yazalım..." demiş.
Aldığı cevap ise;
-" William! William Sheaksper!... " olmuş.
Bu hikaye hem insanı dehşete düşürücü hem de ilham verici.
Sheaksper tiyatro yaşantısına bu şekilde baılamış. Tam kırk (40)
yaşında...Tiyatroyu o yıllarda tanımış ve büyük bir azimle o muhtesem
oyunları yazmış. Üstelik büyük bir fedakarlık göstermiş mesleği için.
Meslek hayatı boyunca sadece üç saat uyuyarak yaşamını sürdürmüş.
Sabah erken kalkıp oyun provasını yapıyor oyununu oynuyor ve akşam
yeniden oyun yazıyor...
Bu böyle sürüp gitmis.

Bu hikayeyi ilk duyduğumda yaşamım için duyduğum kaygıları bir kenara
bıraktım. Anladım ki, hiçbir şey için geç değil. İnsan eger isterse
imkansız gibi görünen olayları da gerçekleştirebilir. Yeter ki
yürekten istesin ve bunun için çaba sarf etsin.
Hiçbir şey için geç değil. Kırk yaşında olsak da...


Volkan (volkanhan)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
2506
29 Eylül 2005 Perşembe 17:21:56
hava atma yolları))

1-Çöp torbanız asla cılyı ve küçük olmasın. Battal boy
çöp poşeti kullanın. Eski gazeteleri buruşturup biraz
ıslatın ve çöp poşetinizin içine yerleştirin.Komşularınız boğazınıza
ve damak zevkinize fena halde düğkün olduğunuzu ve sizin bir "gurme"
olduğunuzu düşüneceklerdir.

2- Elden düşme, yani ikinci el bir lap-top bilgisayar
alın. Şu aralar fiyatları oldukça uygun. Yenisi 3000,
ikinci eli sadece 200 dolar. Kimse bilgisayarınızın
içini açıp işlemcisine bakmayacağına göre, foyanızın
ortaya çıkma ihtimali de olmayacaktır.

3- Giyim kuşamınızda devamlı açık renkleri tercih
edin. Bu sizi olduğunuzdan daha koyu tenli
gösterecektir.

4- En çok yakan güneş kreminden alın. Her fırsat
bulduğunuzda yüzünüze sürüp balkonda çay için. "Nerede
bronzlaştın?" diye soranlara "Devamlı turbo solaryuma
giriyorum." cevabını verirsiniz.

5- Bir konuyu derin derin düğünmek istiyorsanız, kalın
bir felsefe kitabını yanınıza alyn ve güzel bir kafeye
gidin. Kitabın ortasını açıp, öküzün trene baktığı
gibi bakın. Herkes" Çok derin bir kişilik" olduğunuzu
düşünecektir. Ayrıca bu yoldan gelecek karizmanızıda
unutmayın.

6- Tatil için yurtdışındaki olanakları değerlendirin.
Mesela bu aralar Yunan adaları ve Bulgaristan oldukça
ekonomik. Herkes tatil köyü, pansiyon maceralarını
anlatırken, siz Yunan adalarında çekilmiş fotolarınızı
gösterip 1-0 öne geçebilirsiniz.

7- Gece eğlencesine yalnız gitmeyin. Eğer erkekseniz,
bütün paçoz ve sırıtkan kız arkadaşlarınız toplayıp
öyle gidin. Unutmayın, diğer kızlar, yanınızdaki
kızları neşeli bir halde görürlerse, sizin çok
espritüel bir tip olduğunuzu düşüneceklerdir. Bu
sayede de piyasanız otomatikman artacaktır. Kızlar
için durum biraz farklı. Onlar kız kıza eğlenmeye
gitmelidirler. Eğer bu mümkün değilse yanlarına en
pasif ve cılız erkek arkadaşlarını alıp dışarıya öyle
çıkmalıdırlar. Bu diğer erkeklerin onlara asılmasını
bir nebze kolaylaştıracaktır.

8- Evinizde hiç dinlemeseniz bile bir kaç tane klasik
müzik cd'si bulundurun. (Mozart, Paganini, Bach
vs.) Diğer cd'lerinizi dolapta muhafaza edebilirsiniz.
Konuklarınız yalnızken Hakan Taşıyan dinlediğinizi hiç
bir zaman bilemeyeceklerdir.

Volkan (volkanhan)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
2506
29 Eylül 2005 Perşembe 17:42:45
İstanbul da yalnız bir kadın olmak...
>
>Kışın gece yarısı bir tren garı ya da boş bir otoban kadar yalnızlık
kokan bir hayat...
>
>Sahilde, terkedilmiş o köşkün ihtişamlı yalnızlığı gibi...
>
>Kaç erkek var bunun ne anlama geldiğini bilebilecek? Kaçının ruhu hala
o kadar temiz?
>
>Yok.
>
>Böylesine kocaman böylesine kalabalık bir şehirde bir kadının
kendisini yalnız hissetmesinin nasıl yüce, nasıl da yaşanmış bir
hayatın
eseri olduğunu anlayacak kaç ince ruhlu erkek kaldı İstanbul'da Attila
İlhan'dan, Murathan Mungan'dan başka...
>
>Nasıl kendini belli eder İstanbul'da yalnız bir kadın?
>
>Tamircide, arabasının kaputunu açmış ustaya bir şeyler anlatırken...
Bilgisayarcıdan boş cd ve USB kablo alırken... Elektrikçide üçlü priz
seçerken... Bir kafede tek başına yemek yerken...Sinemadaki sağındaki
ve
solundaki boş koltukların ortasında film izlerken...Su tesisatçısına
elektrikçiye dert anlatırken...Carrefour' da matkapları incelerken...
Balıkçıda en iyi balıkları seçerken
>
>Bu kadar basit işte...
>
>Bakarkörlerin bir adım önünde...
>
>İstanbul'da yalnız bir kadın hem bir erkeğin doğası ve sosyal konumu
itibariyle yapması gereken her tür işi kendi görür, hem de o erkeklerin
kimi zaman aptal kimi zaman alaycı bakışlarına maruz kalır sanki
boyundan
büyük işlere kalkışıyormuş gibi...
>
>O erkekler ki çoğu ışıltılı ayakkabılardan, parlak rujlardan yansıyan
ışıklarla gözleri kamaşmış, ambalaja aldanmış, zincirlerinin farkında
bile
olmadan bir hayalin peşinden giderken, İstanbul'da yalnız bir kadını
nasıl fark edebilsin ki?
>
>Kimse bilmez İstanbul'da yalnız bir kadının mutsuzluğunu belli
edemeyecek kadar gururlu olduğunu...
>
>Aslında kalabalıktır etrafı, yakınan, gocunan, alınan, kızdıran,
kızan, sevindiren, üzen, yardım isteyen...
>
>Ama o derdini hep içinde misafir eder ya da kendi gibi birkaç
arkadaşının kalbinde...
>
>Ne de olsa o güçlüdür, o sağlamdır... Güzel yemek pişirir... Bize de
pişirir...Güzel fal bakar bize de bakar... Balığın en iyisini o
seçer...
Bize de seçer... Filmden anlar... Bize de anlatır...
>
>Ufak bir hata yaptığı zaman hayretler içinde bırakır insanları "Hele
senin bunu yaptığına inanamıyorum" diye kendisinin bile ne olduğunu
anlamadığı aptal ve bakarkör olanların tepkilerine maruz kalır...
>
>Yeri geldi mi hükümet gibi kadındır... Alımlıdır... Beceriklidir...
Yeteneklidir... Sanatçıdır.... Aşıktır... Evlidir...
>
>AA bi arayalım bak o halleder kesin....
>
>Ohoooo... O her şeyin üstesinden gelir canım siz ona bırakın...
>
>Oysa mecazi de olsa gerçek de olsa yan komşudan gelecek bir tas çorba,
"bir şeye ihtiyacın var mı" denilen o yapay,o sevimsiz ve samimiyetten
uzak, o metazori cümle kullanılmadan karşılanan ufak bir ihtiyaç,
küçücük
bir sürpriz ona dünyalara bedeldir ya...
>
>Kim anlayacak.... Kim görecek... Kim bilecek?
>
>Ancak İstanbul'da bir başka yalnız kadın...
>
>İstanbul'da yalnız bir kadın en güzel kadındır...
>Çünkü onun bakışlarına yansır, şehrin büyüsü, denizi, kargaşası ve o
uğultulu sesi...
>
>İstanbul'da yalnız kadın en güçlü kadındır...
>Çünkü onun omuzlarındadır yükü, yılların yıkamadığı yaşlı ve bilge
şehrin...
>
>İstanbul'da yalnız bir kadın en doğru kadındır...
>Çünkü gözlerinin hemen arkasındadır, şehrin bilgeliği...
>
>Ve insanlar bunun farkına varamıyorsa yalnızlıktır onun ruhunun tek
ilacı...
>
>O zaman bırakın o İstanbul'da yalnız bir kadın olmanın haklı onuruyla
kalsın...
>
>Anlayana...
>
>Ve anlamayana...

Volkan (volkanhan)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
2506
29 Eylül 2005 Perşembe 17:53:18
Birbiriyle Karistirilan Sozcukler

aktor == Sinema ve tiyatroda erkek sanatci

aktris == Sinema ve tiyatroda kadin sanatci

bilakis == aksine

bilhassa == ozellikle

cefakâr == eziyet eden

cefakes == eziyet goren

cozmek == halletmek

cozumlemek == tahlil etmek

delalet == yol gosterme

dalalet == dogru yoldan sasma

dansor == erkek dansci

dansoz == kadin dansci

esgal == isler

eskâl == sekiller (Hirsizin eskâli)

etkin == faal, aktif

etken == faktor

etkin == aktif

edilgin == pasif

folklor == halkbilimi

halkoyunlari == halk dansi

haseb(hasebiyle) == neden (nedeniyle)

hesap == matematik, alis veris iliskisi

irtica == gericilik

iltica == siginma

istifa == Kisinin bir gorevden

istigfa == bir alacagin odenmesi kendi istegiyle ayrilmasi

kabil == olabilir, mumkun

kabîl == soy, sinif; tur, gibi

(kabil-i tahammul degil==tahammul edilemez)

(Bu kabil isler == Bu gibi isler)

katl == oldurme isi (katil zanlisi)

katil == olduren kisi

mahsur == kusatilmis

mahzur == zarar, sakinca

masor == masaj yapan erkek

masoz == masaj yapan kadin

matine == sinema, tiyatro, konser vb sanatsal etkinliklerin gunduz
gosterisi.

suare == sinema, tiyatro, konser vb. sanatsal etkinliklerin gece gosterisi

muhabere==(haber) haberlesme

muharebe == (harb) savas

muhasebe == hesaplasma

musahabe == soylesi

murteci == gerici

multeci == siginmaci

mutehassis == duygulanma

mutehassis == uzman

mutevazi == esit

mutevazi == alcakgonullu

nufus == insanlar

nufuz == sozu gecme, sayginlik, itibar

olasilik == ihtimal

olanak == imkân

ogretim == bilgi verme isi (2000-2001 ogretim yili)

ogrenim == bilgi alma isi(ogrenim hayati)

râkip == binici

rakîp == birbirinden ustunluk yarisinda kisilerden her biri.

tabii == dogal

tabi == bagli, bagimli

tahrifat == bozma, degistirme

tahribat== harab etme, yikma

taktir == damitma

takdir == deger bicme

tanitmak == takdim etmek

tanistirmak == iki kisiyi birbirine tanitmak

teamul == alisilmis uygulama

temayul == egilim

tefris etmek == dosemek

tesrif etmek == sereflendirmek

tehdit == gozdagi verme

tahdit == sinirlama

tellal == Meydanda bir seyi bir seyi duyuran kisi

tellak == Erkekler hamaminda musterileri yikayan erkek

natir == Kadinlar hamaminda musterileri yikayan kadin

-zede == ...-den zarar gormus kisi (kazazede ==kaza gecirmis kisi)

-zade == ...-nin oglu (pasazade ==pasa oglu)

Volkan (volkanhan)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
2506
29 Eylül 2005 Perşembe 22:54:26
Salaklığın sınırı var mı?
Bob Fenster'ın "Salaklığın Tarihi" kitabından örnekler.

Arizonalı bir adam kelepçelerle oynarken kendini kelepçeledi ve anahtarı bulamadı. Kendisini kurtarmak için çilingir çağırmak yerine polisi arayınca başı belaya girdi. Onu kelepçeden kurtaran polisler, ödenmemiş bir kefalet borcu bulunduğunu belirleyince onu yeniden kelepçelediler.

Gillette şirketi 1902 yılında güvenli jilet satmaya başladığında yüzlerce erkek satın aldı. Sonra da bu jiletlerin sakallarını kesmediğini söyleyerek onları çöpe attılar. Gillette yetkilileri, mutsuz müsterilerin tıraş olmadan önce jiletin sarıldığı kağıdı çıkarmadıklarını fark ettiler...

Chevrolet, yeni model arabası içın "Nova" ismini buldu ama sonra arabayı Latin Amerika'da satamayacakları anlaşıldı... Çünkü "Nova", İspanyolca'da "gitmez" anlamına geliyordu...

1932 yılında Los Angeles olimpiyatlarında Fransız atlet Jules Noel'in disk atmada kırdığı olimpiyat rekoru sayılmadı... Çünkü atışı izlemesi gereken bütün hakemler, sırıkla yüksek atlama yarışmasını izlemek için arkalarını dönmüşlerdi...

1840'da ABD başkanlığına şeçilen William Henry Harrison, çok soğuk bir günde Washington'da açık havada düzenlenen göreve başlama töreninde şapka ve palto giymeyi reddederek yaptığı uzun konuşma sonucu zatürre oldu... Yeni başkan sadece bir ay görev yaptıktan sonra öldü...

Meksika'daki bir sağlıklı yaşam merkezinin sahibi, vasiyetine mezarlığın sigara içilmeyen bölümünde gömülmek istediğini ısrarla ekletmeye çalıştı.

1971'de toprak kaymalarını incelemek isteyen Japon bilim adamları, büyük bir yağmur fırtınası efekti yapmak için bir tepeyi yangın hortumlarıyla adam akıllı suladılar. Bu yüzden tepenin çökmesi sonuçu meydana gelen heyelanda, dört bilim adamıyla 11 izleyici hayatını kaybetti.

Fransız ordusu, askerlerin mayın tarlalarında yürüyebilmelerini sağlayan patlamaya dayanıklı botlar icat etti. Fakat botlar o kadar ağır ve içinde yürünmesi o kadar zordu ki, askerler mayınlarla havaya uçmadan önce pusuya yatan düsman askerleri tarafından vuruluyorlardı.

1985'de New Orleanslı cankurtaranlar o yıl şehrin havuzlarında kimsenin boğulmamasını kutlamak için bir parti verdiler. Partide konuklardan biri boğuldu.

1975'de İngiliz bir çift televizyonda en sevdikleri programı izlerken erkek yarım saat süren bir gülme krizi sonucu kalp krizi geçirerek öldü. Eşi, cenazeden sonra programın yapımcılarına bir mektup yazarak, kocasını hayatının son dakikalarında bu kadar mutlu ettikleri için teşekkür etti.

1983'de mağazada hırsızlık yaparken yakalanan San Diegolu bir kadın polislere eğer onu bırakmazlarsa morarana kadar nefesini tutacağını söyledi. Polisler kadını bırakmadılar, o da gerçekten ölünceye kadar nefesini tuttu.



Volkan (volkanhan)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
2506
30 Eylül 2005 Cuma 00:03:30
Dikkat, çok önemli
Bankalar arabayla yanaşıp para çekilebilecek bankamatikleri hizmete sokacak. İşte Kanada'dan gelen ATM Kullanma klavuzunun dilimize çevrilmiş hali. Kadın ve erkekler için ayrı ayrı hazırlanan klavuzu iyi okuyup iyice bellemekte fayda var!!!

Erkekler için:

1- Aracınızla bankamatiğe yanaşın.

2- Sol ön camı açın.

3- Kartınızı yuvaya sokup şifrenizi girin.

4- Çekmek istediğiniz tutarı girin.

5- Kartınızı, paranızı ve fişinizi alın.

6- Camı kapatın.

7- Yolunuza devam edin.

Kadınlar için:

1- Aracınızla bankamatiğe yanaşın.

2- Geri vitese takıp camla makine aynı hizaya gelmesi için gereken miktarda geri gelin.

3- El frenini çekin, camı açın.

4- Çantanızı bulun, kartınızı bulmak için ön koltuğa boca edin.

5- Radyonuzu kapatın.

6- Kartı makineye takmaya çalışın.

7- Arabadan bariz miktarda uzak kalan makineye daha rahat ulaşabilmek için arabanın kapısını açın.

8- Kartı yerleştirin.

9- Doğru tarafından tekrar yerleştirin.

10- İç kapağında şifrenizin yazılı oldugu telefon defterinizi bulmak için çantanızı kurcalayın.

11- Şifrenizi girin.

12- İPTAL tuşuna basın ve doğru şifrenizi girin.

13- Çekmek istediğiniz tutarı girin

14- Yan aynadan makyajınızı kontrol edin.

15- Paranızı ve fişinizi alın.

16- Çantanızı tekrar koltuğa boşaltarak cüzdanınızı bulun ve paranızı içine koyun.

17- Fişinizi fermuarlı bölüme yerleştirin.

18- Makyajınızı tekrar kontrol edin.

19- 1 metre ilerleyin.

20- Bankamatiğe doğru geri geri gelin.

21- Kartınızı alın.

22- Çantanızı tekrar döküp kredi kartlığınızı bulun ve kartınızı uygun yere yerleştirin.

23- Arkanızda söylenmekte olan erkek sürücüleri kızdırmak için uygun el hareketini yapın.

24- Motoru tekrar çalıştırın ve yola devam edin.

25- 5-6 kilometre ilerleyin.

26- El frenini indirin.


Volkan (volkanhan)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
2506
30 Eylül 2005 Cuma 00:05:49
Dahi çocukların yazılı cevapları
* Yukarıdaki şiirin ölçüsü nedir?
Cevap: Yaklaşık dokuz santimetredir. (Lise 1)

* Kimlere zekat verilmez?
Cevap: Şeytana. (İlkokul 5)

* Demokrasilerde kuvvetler ayrılığı kaça ayrılır?
Cevap: Üçe. Kara, deniz, hava kuvvetleri. (Orta 3)

* Mondros'u açıklayınız.
Cevap: Mondros kimdir bilmiyor (Orhan/8)

* İneğin midesi kaç bölümdür?
Cevap: İki oda, bir salon, bir mutfak (Ortaokul 1)

* Servet-i Fünun edebiyatı hangi edebi akımlardan etkilenmiştir?
Cevap: Elektrik akımından (Yaşar/Lise 3)

* Üremeyi açıklayınız.
Cevap: Anne ve babanın gece yaptığı işe üreme denir. (Gül şah/Lise 1)

* Canlıların ortak özellikleri nelerdir?
Cevap: Yol, su, camii, mezarlık.

* Orta Asya'dan göçün sebepleri nelerdir?
Cevap: Elektirik kesintisi (Gülümser/6)

* Türkiye'nin geçitlerini yazınız.
Cevap: Altgeçit, Üst geçit, yaya geçidi (Serkan/7)

* Kanuni Fransa'ya neden kapitülasyon tanımıştır?
Cevap: Bir kadına yardım etmek için (Berat/İlkokul)

* Güneydoğu Anadolu bölgesinde petrol nerelerden çıkartılır?
Cevap: Petrol, Raman ve Gazman'dan çıkartılır. (Filiz/Ortaokul 2)

* İzmir'i kim işgal etti?
Cevap: Gazeteci Hasan Tahsin (Barış/Orta3)

* Ailenin reisi kimdir?
Cevap: Anam (Sabri/İlkokul3)

* Koşma nedir?
Cevap: Yürümenin hızlı şekline koşma denir. (Samet/Lise1)

* Canlıların en küçüğüne ne ad verilir?
Cevap: Bebek

* Kasabayı kim yönetir?
Cevap: Şerif ve adamları (Kamil/İlkokul5)

* Mübarek geceler hangileridir, yazınız.
Cevap: Kına, gerdek ve dolunay gecesi (Hatice/İlkokul 5)


Volkan (volkanhan)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
2506
30 Eylül 2005 Cuma 00:16:44
Hayat böyle olsa...
* Sabah jimnastiğimizi yapmak için "Çalıştır" komutuna tıklamak yetse...

* İşten güçten bunaldığımızda ESC'ye basarak herşeyden kaçabilsek, biraz rahatladıktan sonra "Herhangi bir tuşa basarak" geri dönebilsek...

* "EKLE/KALDIR"a girerek görmek istediğimiz herkesi hayatımıza dahil etsek, sevmediğimiz insanları sonsuza kadar hayatımızdan çıkarabilsek...

* Kafamızda binbir gürültü uğultu bizi allak bullak ettiğinde hoparlörlerimizi kapatabilsek...

* Görünüşümüzde değişiklik yapmak istediğimiz zaman, "Görünüm Ayarları'ndan" istediğimiz renkleri, inceliği, büyüklüğü, uzunluğu seçebilsek...

* Eşyalarımızı kaybettiğimizde "BUL" komutuna tıklayarak evin her tarafını arayıversek..

* Ev işleri için de bir tıklamayla "YARDIM"a ulaşabilsek.. .

* Sigorta yaptırmaya ihtiyacımız olmasa, kendi kendimizin Backup'ını alabilsek ve yaralandığımızda hasar gören yerlerimizi yenileyebilsek...

* Ve hayatımız altüst olduğunda, "Ctrl-Alt-Delete" yaparak "YENİDEN BAŞLAT'mak" mümkün olsa...



Volkan (volkanhan)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
2506
2 Ekim 2005 Pazar 15:43:06
Zülfü Livaneli (28.09.2005)/Vatan

Fatih'in bedduası

"İstanbul'da edindiğim yerleri ecnebilere satanlar Allah'ın gazabına
uğrasınlar."

Fatih Sultan Mehmet

İstihbaratı kuvvetli bir gazeteci arkadaşım geçen yıl Galataport
alışverişini anlatmıştı bana.

Sami Ofer'in yatının Bodrum açıklarına geldiğini, Erdoğan'ın kardeşinin de
içinde bulunduğu bir grubun helikopterle yata gittiğini ve orada Salıpazarı
ihalesi işini bağladıklarını söylemişti.

Ben o zamanlar Salıpazarı'na ne yapılacağını bile bilmiyordum; Galataport
sözcüğünü ise hiç duymamıştım.

Erdoğan'ın kardeşi olduğundan da haberim yoktu.

Aradan aylar geçti, arkadaşımın anlattıkları bir bir doğrulandı.

Geçenlerde bunu kendisine hatırlattım, güldü ve "nasıl istihbarat" ama
demekle yetindi.

Ben de gazeteciliğine bir kez daha şapka çıkardım.

Sonra Erdoğan'ın hiç görmediğini söylediği Ofer'le birkaç kez buluştuğu
ortaya çıktı.

Ve ben nedense Clinton'ın başını Monica'nın değil, bu ilişkiyi reddederek
yalan söylemiş olmasının derde soktuğunu hatırladım.

Belli ki Salıpazarı işi daha şimdiden büyük yolsuzluk skandalları arasında
yerini aldı.

İstanbul'un bu değerli bölgesinin yabancı iş adamlarına, yat buluşmaları ve
gizli gece yarısı görüşmeleri ile satılması yıllarca konuşulacak.

***

Tam bunları düşündüğüm sırada Süheyl Ünver'in İstanbul Risaleleri kitabını
karıştırıyordum.

Orada ilginç bir hikâyeye rastladım.

Size de aktarayım, bakalım nasıl bulacaksınız.

''Fatih İstanbul'u alıp da alayla Ayasofya önüne geldiği zaman derinden
derine bir inilti işitti. Sesin geldiği tarafa bir adam gönderdi.

Sakalları uzamış, hali perişan bir keşiş bulup getirdiler. Huzura
çıkardılar. Korktu, teskin ettiler.

Niçin hapsedildin diye sordular? Keşiş fala baktığını ve kuşatma
hazırlıkları sırasında Konstantin'in kendisini çağırıp İstanbul'u Türklerin
alıp almayacağını bildirmek için remil atmasını söylediğini, remilde
İstanbul'un Türklerin eline geçeceğini söylemesi üzerinde de Konstantin'in
kızarak onu zindana attırdığını hikâye etti. Ve şimdi karşınızda
bulunuyorum, demek ki falım doğru imiş.

Bunun üzerine Fatih de İstanbul'un kendi elinden çıkıp çıkmayacağına dair
remil atmasını ve doğruyu söylerse ödüllendirileceğini bildirdi.

Keşiş remil attı ve şöyle dedi:

- İstanbul Türklerin elinden harp ve darp ile çıkmayacak, lakin öyle bir
zaman gelecek ki emlak ve arazileriniz satılacak, bu suretle İstanbul Türk
malı olmaktan çıkacak.

Bu falın bildirdiği sonuçtan büyük üzüntü duyan Fatih ellerini kaldırarak
'İstanbul'da edindiğim yerleri ecnebilere satanlar, Allah'ın gazabına
uğrasınlar!' diye beddua etti.''

***

Ne dersiniz?

Fatih Sultan Mehmet'in laneti onca yüzyılın ardından gelip hükümeti bulur
mu?

Aslında bu soruyu her yıl İstanbul'un fethini kutlayıp yatlarda yabancı iş
adamlarına semt pazarlayan muhafazakâr demokratlara(!) sormak gerekir.

Ne de olsa onların aklı bu işlere daha çok eriyor.

Volkan (volkanhan)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
2506
2 Ekim 2005 Pazar 16:49:45
Kişinin kurduğu iletişimlerde, onun kişiliğinin ve iletişim bilgisinin etkisi kadar, hangi rolü oynadığının, hangi değerleri benimsediğinin de önemi vardır. Diyelim ki Ahmet Bey kuyrukta bekliyor ve kuyruğun ön tarafına birisi kaynak yapıyor. Ahmet Bey bu münasebetsizi nasıl uyarır? Şüphesiz ki Ahmet Bey ait olduğu ekol ve dünya görüşüne uygun bir dil kullanacaktır. Şimdi bu tipleri bir görelim:

Klasik Tepki : Sıraya geç kardeşim!
Neoklasik Tepki : Şeker kardeşim sıraya geçiver.
Realist Tepki : Sıra var!
Sürrealist Tepki : Sallandıracaksın bunlardan ikisini Kızılay'da bak bir daha yapabiliyorlar mı!
Romantik Tepki : Beyefendi galiba sırayı görmediniz.
Natüralist Tepki : Sırana geç!
Modern Tepki : Efendim insanımız eğitimsiz. Halbuki Avrupa’da...
Post-Modern Tepki : Sırana geç lan ayı!
Uzlaştırıcı Tepki : Acelesi olmasa öne geçmezdi; üzmeyin garibi...
Devrimci Tepki : Alt yapı sorunları çözülmeden halkımız sıraya geçmez. Devrim olunca herkes hizaya gelecek.
Kaderci Tepki : İki dakika fazla beklesek kıyamet mi kopar? Kısmetse hepimizin işi görülür.
Septik – Kuşkucu Tepki : Ön ve arka kavramları görecelidir. O tarafın ön taraf olduğuna kim karar verdi? Öne geçtiğini zanneden, aslında arkaya geçmiş olabilir.
Kant’cı Tepki : Efendim algılanmayan şeyler yok demektir. Bakmayın o tarafa,adam yok olur.
Kötümser Varoluşçu Tepki : Herkes bir gün ölecek. Onurlu bir şekilde bekleyin. Bir gün o adamda ölecek...
İyimser Varoluşçu Tepki : Sıkmayın canınızı, şu anın tadını çıkarmaya çalışın. Bakın ne güzel hayattasınız ve birileri önünüze geçebiliyor.
Hümanist Tepki : İnsanlık bir bütündür. Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için... Dolayısıyla birimiz öne geçince, aslında hepimiz öne geçmiş oluyoruz

Volkan (volkanhan)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
2506
2 Ekim 2005 Pazar 17:02:07
Kırmızı Başlıklı Kız" masalını bir de kurdun ağzından dinleyelim :
Her gün yaptığım gibi ormanı temizlemeye çıkmıştım. Orman benim evim, temiz tutmak da benim görevim. Derken bir kız beliriverdi. Kırmızı başlık ve peleriniyle çok şüpheli bir görünümü vardı. Kimin aklına gelir bu garip kıyafeti giymek. Bir kurnazlık peşindeydi mutlaka. Bir süre dikkatle izledim bu garip kızı. Elinde taşıdığı üzeri örtülü sepette kim bilir ne taşıyordu!.. Yürüyüşü bile normal değildi. Yanına yaklaşıp ne yaptığını sorunca bana büyükannesinin evine gittiğini söyledi ama gel de inan. Yine de bıraktım peşini kendi işime döndüm. Ama aklım o kıza takıldı bir kere... Bir gidip bakayım doğru mu söyledikleri dedim kendi kendime; gerçekten böyle bir büyükanne var mı? Siz olsaydınız gerçekliğini kontrol etmek istemez miydiniz? Orman benim evim. Ben hem ev sahibiyim, hem de diğer orman sakinlerine karşı sorumluyum. Neyse uzatmayayım... Gittim, baktım ve gerçekten bir büyükanne buldum. Sorduğumda "evet o küçük kız benim torunum" dedi. Ben de sorumlu bir kişi olarak; "bu küçük kız yabancılarla konuşulmayacağını öğrenmemiş daha!..." dedim ve anlattım küçük kızla karşılaşmamı... Büyükanne de ürperdi ve birlikte küçük kıza bir ders vermeye karar verdik. O yatağın altına saklandı, ben Onun geceliğini giydim, başlığını taktım ve yatağına yattım. Küçük kız birazdan içeri girdi. Seslendi cevap verdim. Ne şaşkın bir çocuk!.. Beni büyükannesi sanıvermişti. Ben benim büyükannemi değil sesinden, kokusundan bile tanırım oysa ki. Neyse bunlar bir şey sayılmaz, daha neler yaptı bilseniz. Kulaklarımın niçin büyük olduğunu sordu. Ne ayıp şey hiç sorulur mu!... Yine de çocukluğuna verip yumuşak bir sesle cevapladım. "Seni iyi dinlemek için"... Ama bu sefer kalkıp da burnumun niçin büyük olduğunu sormaz mı!.. Küçük kız hiç mi hiç terbiye almamış. Ben zaten burnumu kendime kompleks haline getirdim, öz-güvenim sallantıda. Psikologlar, estetikçiler... Dünya para harcıyorum ama nafile. Yine aldırmamaya çalışırken bu sefer de ağzımın kocaman olduğunu yüzüme vurmaz mı! Tabi ki kızdım, siz olsanız kızmaz mıydınız? O sinirle ayağa fırlayıp peşinde koşturmaya başladım. Birden ne olsa beğenirsiniz! Bir kocaman avcı elinde tüfek kapıdan dalıverdi. Beni "seni hain kurt, büyükanneyi yedin değil mi?.." diye suçlamaz mı !.. Halbuki büyükannenin kılına bile dokunmadım, O da saklandığı yerden çıkıp beni korumaya çalışmadı. Malum yaşlılık,kulakları iyi duymuyor. Avcı mahkeme yapmadan infaz kararımı verdi. Tabi ben de adalet bulamayacağımı, hatta canımı yitireceğimi anlayıp pencereden zor attım kendimi. Geçirdiğim büyük korkunun sarsıntısı yetmiyormuş gibi o gün - bu gün ormanda bile yüzümü rahat gösteremez oldum. Adım haine çıktı.
Yeter Artık... Ben Suçsuzum...

Volkan (volkanhan)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
2506
4 Ekim 2005 Salı 00:40:21
90/10 Sırrını keşfedin


Hayatın %10'u, sizin başınıza gelenlerden oluşur. Hayatın diğer %90'ı ise
sizin bu başınıza gelenlere nasıl davrandığınızla gelişir

Ailenizle kahvaltı yapıyorsunuz.
Kızınız, kahve fincanına çarpıyor ve bir fincan kahve gömleğinizin üzerine
dökülüyor.
Biraz önce olan olay üzerinde hiç bir kontrolünüz yok.

Sonradan olacaklar ise sizin davranışınıza göre belirlenecek.
Lanet ediyorsunuz. Kahveyi üzerinize döktüğü için kaba bir şekilde kızınızı
azarlıyorsunuz. Kızınız üzülüyor ve ağlamaya başlıyor.
Kızınızı azarladıktan sonra eşinize dönüyor ve kahve fincanını masanın
kenarına çok yakın koyduğu için eleştiriyorsunuz. Bunu kısa bir sözlü
tartışma takip ediyor. Öfkeyle
üst kata çıkıyor ve gömleğinizi değiştiriyorsunuz. Aşağıya
indiğinizde kızınızı, ağlamaktan dolayı kahvaltısını bitirememiş ve okul
için hazırlanamamış bir halde buluyorsunuz. Kızınız otobüsü kaçırıyor.
Eşinizin ise gitmek için hemen çıkması gerekiyor. Hemen aceleyle arabanıza
koşuyorsunuz ve kızınızı okula bırakmak üzere hareket ediyorsunuz. Geç
kaldığınız için,
saatte 30 mil hız sınırlaması olmasına rağmen saatte 40 mil hızla
gidiyorsunuz. 15 dakikalık gecikmeden ve hız limitini aştığınız için
ödediğiniz 60$ trafik cezasından sonra okula ulaşıyorsunuz.

Kızınız size
"Hosçakal" demeden binaya koşuyor. Ofise 20 dakika gecikmeyle geliyorsunuz
ve evrak çantasını evde unuttuğunuzu anlıyorsunuz. Gününüz korkunç bir
şekilde başladı! Devam ettikçe, kötüleşiyor, daha da kötüleşiyor
sanıyorsunuz. Eve gitmeyi dört gözle bekliyorsunuz. Eve ulaştığınızda eşiniz
ve kızınızla olan ilişkilerinizde araya sıkıştığınızı sanıyorsunuz.
Neden? Sabahleyin nasıl tepki verdiğinize bağlı olarak!
Neden kötü bir gün geçirdiniz?
A) Kahve sebep oldu
B) Kızınız sebep oldu
C) Polis sebep oldu
D) Siz sebep oldunuz
Cevap "D" şıkkı. Kahvenin dökülmesinde sizin bir kontrolünüz yoktu. Sizin
gününüzün kötü geçmesine o 5 saniye içindeki davranışlarınız sebep oldu.

Olabilecek ve olması gereken ise şöyleydi. Üzerinize kahve
sıçradı. Kızınız ağlamak üzere. Siz nazikçe "Tamam tatlım, bir dahaki sefere
biraz daha dikkatli olman gerek" diyorsunuz.

Havluyu kaptığınız gibi üst kata çıkıyorsunuz. Gömleğinizi
değiştirip, evrak çantasını aldıktan sonra aşağıya iniyorsunuz ve aynı anda
pencereden kızınızın otobüse bindiğini görüyorsunuz. Kızınız geri dönüp el
sallıyor. Siz ve eşiniz ise gitmek için birlikte çıkmadan önce
öpüşüyorsunuz. 5 dakika önce işe geliyorsunuz ve çalışma
arkadaşlarınıza neşeli bir şekilde selam veriyorsunuz. Patronunuz ne kadar
güzel bir günde olduğunuz hakkında konuşuyor. Farka bakın! İki farklı
senaryo. İkisi de aynı başladı. İkisi de farklı bitti.
Neden?
90/10 sırrı inanılmazdır! Çok azımız bunun farkındadır.
Sonuç?
Pek çok insan gereksiz yere stressten, dertlerden, problemlerden ve
başağrısından acı çekmektedir. Bu sır nedir?
Hayatın %10'u, sizin başınıza gelenlerden oluşur. Hayatın diğer %90'ına
ise sizin bu başınıza gelenlere nasıl davrandığınızla karar verilir.

İnsanlar anlamsız şeyler söyler ve yaparlar. İnsanlar hasta olurlar.
Arabalar bozulurlar. Uçaklar geç kalır ve bütün planlarımızı alt üst
ederler. Trafikte bir sürücü canımızı sıkabilir v.s. Bu %10'luk kısım
tamamen bizim kontrolumüz dışında gerçekleşir. Diğer %90'lık kısım
farklıdır. Diğer %90'lık kısımı siz belirlersiniz.
Nasıl? Olaylara yaklaşımınızla! Nasıl tepki verdiğinize bağlı
olarak.
Gerçekten olanların %10'unda hiç bir kontrolünüz yok. Diğer
%90'i ise sizin tepkinizle belirlenir.


Volkan (volkanhan)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
2506
4 Kasım 2005 Cuma 03:04:29
bu başlığı bilerek seçtim sanırım
sevgili dostlar bazı gruplardan ayrıldım...
istemiyerek değil isteyerek ayrıldım.. sanırım fazla gruplar beni zorlamaya başladı.. yakınen tanıyanlar bilir ki, pek duygusal bir yapım yoktur!! şiir, güzel lakırdılar vs aşki sözler hiç yazmam..

Bu sebeple gruplarından ayrıldığım arkadaşların yanlış anlamaması için bir açıklama getiriyorum..
kendi kurduğum gruplardan da bazılarını kapatacağım, buradaki üye arkadaşlarımın da yanlış anlamamalarını umarım..

sevgiyle kalın dostça kalın
volkan

Bulut (betamix)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
1344
1 Mayıs 2006 Pazartesi 14:12:38
aşk ve ayakkabı

AŞK VE AYAKKABI Bedenin yükünü ayaklar taşır, ruhun yükünü yürekler.
Bütün ağırlığınızı ve yorğunluğunuzu kaldıran ayaklarınız için rahatlığı
ve şıklığı bir arada barındıran ayakkabıyı seçersiniz. Içinizin
acılarını sıkıntılarını ,kırgınlıklarını ve hayallerini yüklenen yüreginiz
için de huzur verici ve "güzel" bir aşk ararsınız. Zaten aşklar da
ayakkabılar gibidir...Bazıları çamur yagmur, toz, toprak, kar buz gibi her
türlü "kötu hava" koşullarına dayanıklıdır. Bazıları ise ummadığınız kadar
kısa zamanda çabucak "yamulur" ilk yağmurlu havada "altı açılır" veya
güzel havalarda bile "iki günde bozulup" gider. Aşklarıda ayakkabılar
kadar "itinayla" seçmezseniz,tıpkı ayağınızda oldugu gibi yüreginizde
NASIR oluşabilir. Dar gelen bir ayakkabıyı sadece tarzını begendiginiz
için "zamanla açılır " diyen satıcıya inanarak alırsanız,zaman içinde ayak
kemiklerinizde "deformasyon" başlar. Ruhunuzu daraltan bir aşk içinde
yalnızca fiziksel begeniye kapılıp" zamanla düzelir" diyenlere
kanarsanız, yine zamanla içinizdeki olumlu duyguların "çarpıldıgını"
görebilirsiniz. Aşık olabileceginiz insan türü, tıpki ayakkabılar kadar
değisik stillerde, farklı kalitelerde ve sayısız "renktedir".... Aşkı
bir çesit serüven olarak "spor" gibi yasayanlar,aynen "spor ayakkabı"
gibi dikkat çekici ve rahat kişileri bulurlar. Tersine aşkta tutucu ve
istikrarlı olmayı benimseyenler "klasik ayakkabı" gibi muhafazakar
çizgiler taşıyanlara tutulurlar. Dekolte ayakkabılar gibi sadece cinsellik ve
eğlence zevkleriyle ateşlenen aşklar vardır. "Bez" ayakkabılar gibi
kısa omurlu "tatil aşkları" ise hemen herkesin kişisel tarihinde
mevcuttur. "Marka" ayakkabı alır gibi,sevgilinin kariyerine ve maddi durumuna
"tutulan" aşıklar görürsünüz. Katı plastikten "yagmur çizmesi" edinir
gibi mantık süzgecinden geçirip "işe yarar" biçimde yaşamak isteyenleri de
bilirsiniz. Ayrıca ne tuhaf ki,psikolojik testlerde "zaafı" olup evine
sayısız çesitte ayakkabılar yığan insanların aynı zamanda
"değişik" türde aşklara da zaafı oldugu söylenir. Evet, aşk
"ayakkabıdır" Aynen ayakkabınıza bakım yapmayıp "hor" kullandıgınız zaman kolayca
eskittiginiz gibi, aşkınıza da dikkatli davranmayıp özen
göstermediginiz zaman kısa sürede "eskitirsiniz". Ve nasıl ki "delik" bir ayakkabıyı
tamir ettirdiginizde yalnızca "bir miktar" ömrünü uzatmış olursanız;
"delik" bir aşkı onarmaya kalkıştığınızda da "asla eskisi gibi
olmayacaktır"! Can YÜCEL

Sayfa:1 - 2İlk sayfa « Geri · İleri » Son sayfa