|
Gönderen | Mesaj |
|
25 Ağustos 2005 Perşembe
12:49:23
|
|
|
Sana gitme demek isterdim ama geç kaldım
Yetişemedim rüzgarına
Sabah güneşi gibi doğar akşam güneşi gibi ışık saçardın
Yıldız gözlerin, altın saçların vardı
Bir kuğu gibi süzülürken yüreğim çarpardı
Zaman şimdi rüzgar oldu geçti
Hep bekledim yollarını; belki de unutmak istedim
Geçmeliydi zaman
Zamandı, zamanı öldüren
Ne zaman ; her şeye yetti
Ne zaman ;seni buralara getirdi
Seni artık, rüyalarımda bile göremiyorum
Zamandı, bunları bana yaptıran
Kızma bana artık rüyalarımda da yoksun
Ve sen yoksun hayatımdan
Zamandı hayatımdan seni çıkaran
Ve artık yoksun işte
Ne rüyalarımda ne hayallerimde
İşte zaman geçsin diye beklemiyorum yollarını
Kızma bana; seni rüyalarımda bile göremiyorum
|
|
|
26 Ağustos 2005 Cuma
13:10:09
|
|
|
O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler, arkalarında doldurulması mümkün
olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer. Dayanılması o kadar da zor değildir,
büyük ayrılıklar bile, en güzel yerde başlatılsaydı eğer. Utanılacak bir şey
değildir ağlamak, yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer Yüz kızartıcı bir
suç değildir hırsızlık, çalınan birinin kalbiyse eğer. Korkulacak bir yanı
yoktur aşkların, insan bütün derilerden soyunabilseydi eğer. O kadar da
yürek burkmazdı alışılmış bir ses, hiçbir zaman duyulmasaydı eğer. Daha
çabuk unuturdu belki su sızdırmayan sarılmalar, kara sevdayla sarıp
sarmalanmasalardı eğer. Belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla,
öylesine delice bakmasalardı eğer. Çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün
yakıcı tadı belki de kalp, göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer. Yerini
başka şeyler alabilirdi uzun gece sohbetlerinin, son sigara yudum yudum
paylaşılmasaydı eğer. Düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman, meydan
savaşlarında korkular, aşkı ağır yaralamasaydı eğer. Su gibi akıp geçerdi
hiç geçmeyecekmiş gibi duran zaman, beklemeye değecek olan gelecekse sonunda
eğer. Rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla, tanımsız kokuları
yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer. O büyük, o görkemli son, ölüm bile
anlamını yitirirdi, yaşanılası her şey yaşanmış olsaydı eğer. O kadar da
çekilmez olmazdı yalnızlıklar, son umut ışığı da sönmemiş olsaydı eğer. Bu
kadar da ısıtmazdı belki de bahar güneşleri, her kaybedişin ardından hayat
yeniden başlamasaydı eğer. Kahvaltıdan da önce sigaraya sarılmak şart
olmazdı belki de, dev bir özlem dalgası meydan okumasaydı eğer. Anılarda
kalırdı belki de zamanla ince bel, namussuz çay bile ince belli bardaktan
verilmeseydi eğer. Uykusuzluklar yıkıp geçmezdi, kısacık kestirmelerin
ardından, dokunulası ipek ten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer. Issız bir
yuva bile cennete dönüşebilirdi belki de, sıcak bir gülüşle ısıtılsaydı
eğer. Yoksul düşmezdi yıllanmış şarap tadındaki şiirler böylesine, kulağına
okunacak biri olsaydı eğer. İnanmak mümkün olmazdı her aşkın bağrında bir
ayrılık gizlendiğine belki de, kartvizitinde 'onca ayrılığın birinci
dereceden failidir' denmeseydi eğer. Gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar,
ihanetinden onlar da payını almasaydı eğer. Issızlığa teslim olmazdı
sahiller, Kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle avunmaya
kalkmamış olsaydın eğer. Sen gittikten sonra yalnız kalacağım. Yalnız
kalmaktan korkmuyorum da, ya canım ellerini tutmak isterse... Evet Sevgili,
Kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu, kim uzanmak isterdi ince
parmaklarına, mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık etmiş
olmasalardı eğer!!
|
|
|
26 Ağustos 2005 Cuma
13:10:54
|
|
|
BANA GÖZYAŞI BORCUN VAR !
Adam genç kadına seslendi:
- Bana gözyaşı borcun var!
Genç kadın sordu:
- Nasıl öderim?
Adam gözlerini kırptı;
- Haydi gülümse!
Gülümsedi genç kadın. Adam, cebinden mendilini çıkarıp, borcunu sildi.
Ve mendilini özenle katlayıp, yine kalbinin üzerindeki iç cebine koydu.
Bir demet mor sümbül vardı kadının elinde.
İkisi de bahar kokuyordu...
Biri ilkbahar, diğeri güz.
Adam, seslendi yine;
- Bana mutluluk borcun var!
Genç kadın, biraz mahcup, biraz şaşkın sordu:
-Nasıl ödeyebilirim?
Heyecanlandı adam
- Haydi yat dizlerime!
Genç kadın bir kedi uysallığında, yattı dizlerine usulca.
Adam, şefkatle saçlarını taramaya başladı kadının.
Saçları, güneşe ve yağmurlara hasret hiç yaşanmamış baharlara benziyordu.
Çaresizliğini ördü sırasıra.
Sonra saçının her teline, mutluluğun çığlıklarını bağladı adam.
Yetmedi, gizli düğüm attı... Ağladı.
Hava kararmak üzereydi. Dışarıda yağmur yağıyordu delice.
Adam, sürekli borç defterlerini kurcalıyordu.
Genç kadının gözlerinin içine baktı;
- Bana yürek borcun var!
Borcunun farkındaydı sanki genç kadın, şaşırmadı.
- Bu borcumu nasıl ödeyebilirim?
Adam kollarını uzattı
- Haydi tut ellerimi!
Sümbül kokusu sinmiş ellerini uzattı genç kadın.
Elleri öyle sıcaktı ki, eriyiverdi bütün borcu avuçlarının içinde.
Genç kadın gitmek üzereydi.
Adam son kez seslendi;
- Bana can borcun var!
Kadın irkildi;
- Can mı?
Sigarasından derin bir nefes çekti adam;
- Evet... Can borcun var. Sensizlik öldürüyor beni!
Hoşuna gitti sözler kadının
- Peki bu borcumu nasıl tahsil etmeyi düşünüyorsun?
Adam, biraz daha yaklaştı;
- Yum gözlerini!
Hiç tereddüt etmeden yumdu gözlerini.
Adam da yumdu gözlerini, masumca bir öpücük kondurdu
kadının titreyen dudaklarına.
- Bu ne şimdi yaptığın? diyerek çattı kaslarını kadın...
Adam, pişmanlıkla, memnunluk arasında gidip geldi. Kekeledi;
- Hayat öpücüğüydü!
Kısa bir sessizliğin ardından bu kez kadın öptü adamı şehvetle...
Adam, şaşırdı;
- Ya senin bu yaptığın neydi?
Genç kadın kapıya yöneldi;
- Veda öpücüğü!
Kalan borçlarına karşılık, yürek dolusu çaresizlik
ve bir de mor sümbüllerini masanın üzerine rehin bırakıp gitti genç kadın.
Adam koştu peşinden sümbülleri geri verdi kadına.
- Ne olur iyi bak umut çiçeklerime, solmasınlar...
Genç kadın sümbülleri aldı:
- Merak etme, gün aşırı sularım çiçeklerini!
Adam sevindi:
- Güneşe, suya gerek yok. Gülümse yeter!
Kadın gözden kaybolurken haykırdı adam,
- Umutlarımı kefil yaptım. Unutma, bana aşk borçlusun!
Haykırışı yağmura karıştı.
Kadın, yağmuru hissetmeyen kalabalığa
|
|
Mesaja cevap yazmak için gruba üye olmanız gerekmektedir.
|
|