Sanat > Harflerle çizdiğimiz resimlerin bir hikayesi var > Mesaj Panosu > Sohbet.....:)

Sohbet.....:)


GönderenMesaj

Luthien28 (iremsalar)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
1235
14 Temmuz 2005 Perşembe 12:40:04
Güzel bir şiir paylaşmak istedim.....

Bulut (betamix)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
1344
14 Temmuz 2005 Perşembe 12:51:23
Gönlüne sağlık......
Sevgiler.........

Tuğba (tuğba)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
1235
15 Temmuz 2005 Cuma 10:20:21
Gözlerinin içi gülsün yasarken, bakışların pırıl pırıl olsun ve her zaman nemli kalsın göz pınarların. Kendini sevilebilecek bir
insan haline gelmeyi ve ondan sonra da kendini sevip kendine sarılmayı, Zamana güvenmeyi ve onun, senin en büyük dostlarından biri olduğunu, acılarının ve felaketlerinin ancak onun koynunda uyuyabileceğini, Başına gelenlerin günün birinde
kişisel tarihinin ayrıntılarından biri olmaya mahkum olacağını sakin unutma.

Her çiçek sevgilin olsun, her sevdiğin ise bir çiçek. Açık tut gönlünü tüm güzelliklere. Aydedenin sihirini gönderdiği gecelerde
uyuyarak çalma hayatından saatlerini. Gecenin içinde yolculuğa çıkmayı unutma. İçinde hiç ölmeyecek bir gençlik virüsü yarat ve kaç yaşında olursan ol, her zaman ruhsal olarak yirmi beş yaşında kalman gerektiğini unutma. Asla taviz verme
seni sen yapan yanlarından. Onurlu bir yaşam sürebilmen için, şartlar ne olursa olsun direnmeyi sakın unutma. İçindeki seni
katletmeye kalkma sakın.

Kendine vuracağın her darbenin seni senden biraz daha uzaklaştıracağını unutma. Hatanın tekrarlanmasından kaçın, ama hata
yapmayayım diye de yakıp gecme yıllarını. Unutma ki; Hiç hata yapmayan bir insan, yapabileceklerinin en iyisini yapamamış demektir hayatta. Korkma insanca korkularından.

Korkunun kendisinden çok, beklentisinin daha korkutucu olduğunu unutma.
Bir anlamı olsun kendinle yaptığın kavgaların. Ve hep ileriye tasısın seni kavgada attığın her adım. Acık bırak pencereni ki,
sabah güneşinin rüzgarı önüne katarak perdelerle yapacağı raksa dönük olsun bakışların.

KUCUCUK MUTLULUKLARIN GORKEMINE INANDIR KENDINI VE GULUMSE
))
Sevdiklerinizin ve kendinizin gulumseyisi olun,........................
her turlu güçlüğe rağmen bile olsa.


Okuyan herkese saygı ve sevgilerimle...Tuğba...

Luthien28 (iremsalar)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
1235
15 Temmuz 2005 Cuma 17:16:45
Korkarım

ay soluk soluğa
yıldızlar akla ziyan bir irilikte
uzaydan yanmış kibrit kokuları
koklasam korkarım
koklamasam
gizli yılan ıslıklarıyla özsuyu zaptediyor
henüz birer iskelet gibi çıplak
asağıdan yukarıya ağaçları
çiçekleri uyandı uyanacak
koparsam korkarım
koparmasam
öyle yoğun bir elektrikle
çıtırdar ki saçları
kim değse tutaşacak
dokunsam korkarım
dokunmasam
gözleri bir yangın başlangıcıdir
dudakları kırmızı alarm
uğultusu şehre yayılır
sokak sokak
tutulsam korkarım
tutulmasam....

Bulut (betamix)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
1344
15 Temmuz 2005 Cuma 17:54:22
Kesinlikle.....Haklısın Gül&ay

Bulut (betamix)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
1344
15 Temmuz 2005 Cuma 18:02:36
bir o kadarda anlamlı....

Bulut (betamix)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
1344
15 Temmuz 2005 Cuma 18:12:50
sonuda hep hüzün......

Bulut (betamix)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
1344
16 Temmuz 2005 Cumartesi 09:22:03
elim sende


çaldıklarımı veriyorum sana,
eleyip
dokuduklarımı
bin bir parçadan birini
çıkarıp
sunuyorum
sana
oyunun labirentlerine
girip
duvarlarına sözcükler bırakıyorum
ardımda
senden düşenlerse
cebimde.
hangi köşe sana
döner
hangi ışık sana
yanar
bulsam
elim sende...


"sesinin düştüğü yerde"

Tuğba (tuğba)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
1235
16 Temmuz 2005 Cumartesi 09:23:34
Öyle bir ilk yaz ol ki korkut yaprakları,
Öyle bir son yaz ol ki tut yaprakları,
Sararıp dökülürken güz rüzgârlarında
Ardında savrulsunlar, unut yaprakları.
Sevinçlerinde onlar vardı, hüzünlerinde onlar
Seninle yeşerdiler, seninle soldular..
Olsunlar senden sonra da umut yaprakları.

Tuğba (tuğba)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
1235
16 Temmuz 2005 Cumartesi 09:33:48
GERÇEK MUTLULUK;

GECENİN KARANLIĞINDA GÜNEŞİ PENCERENE ÇİZEBİLMEKTİR,

YILDIZSIZ BİR GECE DE, YILDIZ ÇİZEBİLMEKTİR GÖKYÜZÜNE,

YAĞMURLU BİR GÜNDE , GÜNEŞİ GÖREBİLMEKTİR HER YERDE,

EN KÖTÜ ANINDA SEVDİKLERİNİ AKLINA GETİREBİLMEKDİR,

NE OLURSA OLSUN HATIRLANMAKTIR,

SEVDİĞİN KİŞİNİN MUTLU OLDUĞUNU GÖRMEKTİR,

HİÇ BEKLEMEDİĞİN BİR ANDA DOSTTAN GELEN TELEFONDUR,

ŞİKAYETTEN ÇOK ELİNDE OLANLARA ŞÜKRETMEKTİR,

KOKLAMAKTIR, GÖRMEKTİR, DUYMAKTIR, TATMAKTIR, HİSSETMEKTİR,

SEVMEKTİR, SEVİLMEKTİR,

AZ DA OLSA ELİNDEKİ ÇOK DA OLSA ; PAYLAŞMAKTIR,

ÇOK ÇARESİZ KALDIĞINDA ARAYACAK DOSTUNUN OLMASIDIR,

SABAH SANA GÜNAYDIN DİYEN HERHANGİ BİRİDİR,

SOKAKTA SANA ÖYLESİNE GÜLÜMSEYEN BİR ÇOCUKTUR,

YOLUN KENARINDA DURAN BİR KEDİ YAVRUSUDUR,

SICAK BİR YUVADIR, GÜLEN BİR YÜZDÜR,

KEŞKE YERİNE, İYİ Kİ DİYEBİLMEKTİR......



Peki ya sizce nedir gerçek mutluluk?...

Tuğba (tuğba)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
1235
16 Temmuz 2005 Cumartesi 12:08:57
adına sevindim mutluluğunun bozulmaması ve daim olmasını dilerim
sevgiyle kal...

Bulut (betamix)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
1344
16 Temmuz 2005 Cumartesi 15:14:26

Pırıl pırıl ütülü giysili, misler gibi parfüm kokulu, saçları taralı, dişleri fırçalanmış adamı / kadını sevmek kolaydır.

Aslında aşk, aynı insanı, sabahın körü uykudan uyandırdığındaki en sinirli hali ile de kabul edebilmek, aynı tuvaleti bir dakika arayla kullanabilmek, diz yapmış pijamalarla kanapede yastıklara sarılıp sızmışken bile şefkatle okşayabilmektir.


Buna katlanamayanlar zaten aşık değillerdir.


Bu durumda evlilik hoşlandığın insana karşı olan duygularını öldürüyor diyebiliriz. Zira aşıksan, aynı havayı solumak bile zevk verir. hep beraber olmak istersin. banyodan gelen su sesi bile onun evde olduğunun işaretidir ve huzur verir.


Ütülediğin gömleğin ona ne kadar çok yakışacağını düşünürsün, pişirdiğin yemeği ne çok seveceğini, o bin tane ayakkabısı dururken bin birinciyi almaktan mutlu olacak diye, istediğin gömlekten vazgeçersin. zamanla, almaktan çok bir şeyler vermekten mutlu olduğunu keşfedersin.


Eğer evlilikte ikinize yemek pişirecek, dolabı düzenleyip ütüyü yapacak bir anne olacak sanılıyorsa, o kadının saçlarının hiç yağlanmadığı ve adamın geceleri terlemediği düşünülüyorsa, asla kavga edilmeyecek ve lavabo tamir edilirken dahi gülüşüp öpüşülecek zannediliyorsa zaten beklenti bir evlilik değil, bir amerikan filmini yaşamaktır. Bu hayaller ile yola çıkıldığında, damat ilk gece gelinin saçlarından on bin firkete sökmeye çalıştığında, gelin ise damat firketeleri çıkaramayıp, öyle kuaförü diye söylendiğinde zaten evlilik sandıkları şey çatırdamaya başlayacaktır.


Evlilik; sadece aşk değildir. evlilik; ev arkadaşlığı, kankalık, sırdaşlık, ortak hesaba sahip mudilik, ayrı kökenlerin birleşmesi, başı hatırlanmayan bir akrabalık ilişkisidir. aşk bu ilişkide tutkuyu sağlar ama zaten tek başına ayakta tutamaz.


Aşıksanız ateşli sevişmeler yaşarsınız ama kış akşamları evde konyak içip geyik yapamayabilirsiniz. Hala canınız sıkıldığında onu değil de annenizi arıyorsanız, yalan olmuştur o evlilik.


Aşk evlilikte gider gelir. Halıya kola döktüğünde aşk biter, ama o, halıyı temizleyebilirse gene aşık olunur. o aradaki sinir evresini aşabilenler ellinci yıla kadeh kaldıranlardır.


Tahammül edemeyenler ise ikinci evlilikten sonra artık evliliğin yalan olduğuna inanacaklardır.


Sonuçta zafer, direnenlerin olur...



Tuğba (tuğba)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
1235
16 Temmuz 2005 Cumartesi 15:43:06
Ellerine sağlık can, çok güzel ve çok çok doğru bir yazı paylaştığın için teşekkür ederim...
Sevgiyle Kal...

Cem (cemo975)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
1235
4 Ağustos 2005 Perşembe 09:30:12
SEVMEK ÜZERİNE

Sevmek; farkında olmaksa yaşadığının
Sevmek; bakmak değil görmekse eğer
Aklın başından gitmesi değil,
Duymak ve bilmekse eşit olarak;
Yemeden, içmeden kesilmeden
Çoğalmaksa sevmek eksilmeden,
Çağına tanıklık ederek
Ve kahrolmamaksa arabeske inat.
İçin içine sığmamaksa
Bir coşku, bir şenlik, bir erdemse sevmek;
İnsanları, çocukları, kuşları unutmadan
Verem olmamaksa sevmek senin aşkından
Daha sağlam basıyorsam toprağıma,
Unutmak, şaşkınlık, azap değilse;
Bilinç, öğreti ve sevinçse,
Paylaşılan bir ekmek gibiyse sevgi;
SENİ SEVİYORUM!


Enis Fosforoğlu


Cem (cemo975)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
1235
4 Ağustos 2005 Perşembe 09:35:28
Arkadaşım Badem Ağacı


Sen ağaçların aptalı
ben insanların..
Seni kandırır havalar
beni sevdalar..
Bir ılıman hava esmeye görsün
düşünmeden gelecek karakış..
Açarsın çiçeklerini..
Bense hayra yorarım gördüğüm düşü..
Bir güler yüz bir tatlı söz
açarım yüreğimi hemen..
Yemişe durmadan çarpar seni karayel
beni kara sevda..
Hem de bilerek kandırıldığımızı..
Kaçıncı kez bağlanmışız bir olmaza..
'Koş' desinler bize 'şaşkın'
sonu gelmese de hiçbir aşkın..
Açalım yine de çiçeklerimizi
senden yanayım arkadaşım..
Havanı bulunca aç çiçeklerini..
Nasıl açıyorsam yüreğimi..
Belki bu kış olmaz
bakarsın sevdan düş olmaz..
Nasıl vermişsem kendimi son sevdama
vur kendini sende bu güzel havaya..


Aziz NESİN

Cem (cemo975)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
1235
4 Ağustos 2005 Perşembe 09:37:19
Bağışla


Ya zamanından çok erken gelirim
Dünyaya geldiğim gibi
Ya zamanından çok geç
Seni bu yaşta sevdiğim gibi...

Mutluluğa hep geç kalırım
Hep erken giderim mutsuzluğa
Ya herşey bitmiştir çoktan

Ya hiçbir şey
başlamamış....

Öyle bir zamanına geldim ki
yaşamın,
Ölüme erken, seviye geç
Yine gecikmişim
bağışla sevgilim
Seviye on kala ölüme beş...

Aziz Nesin


Cem (cemo975)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
1235
4 Ağustos 2005 Perşembe 09:45:41
Şİmdi okudum bu yazıyı ve sizlerle paylaşmak istedim
NE kadar açık belki acımasız ama ;


ÇOK MU İÇTENSİNİZ?
Nasıl oynamak istiyorsunuz peki bu oyunu..?
Kavı yükseltsek gene oyuna girer misiniz?..
Ya her şeyi biliyorsam hayatınız hakkında, ya gizlediğiniz her şeyi biliyorsam,
ya bütün düşüncelerinizi, sırlarınızı, küçük numaralarınızı, değişen ses
tonlarınızı, yalanlarınızı biliyorsam...
Ya sahtekarlıklarınızı biliyorsam...
Nasıl oynamak istiyorsunuz peki bu oyunu?..
Karşınızdaki, acımalı ve görmezlikten mi gelmeli sizin
kuytuluklarınızdakileri?..
Şefkat mi göstermeli?..
Yoksa derinliklerinizi görmeyen birilerini mi tercih edersiniz?..
Nasıl bir oyun arkadaşı arıyorsunuz?..
"Beni anlamıyorlar" derken, ne kadar anlaşılmak istiyorsunuz, her şeyinizin
anlaşılmasını istiyor musunuz gerçekten?..
Hayır… Her şeyin anlaşılmasını istemiyorsunuz...
Anlaşılmasını istediğiniz bir bölgeniz var değil mi, beğendiğiniz ve görenlerin
beğeneceğine inandığınız...
İçtenlikle herkese açtığınızı söylediğiniz bir bölgeniz...
Zayıflıklarınızın, eksikliklerinizin, bilgisizliklerinizin,
yeteneksizliklerinizin de görülmesini ve anlaşılmasını istiyor musunuz?..
Eğer, ruhunuzu çırılçıplak gören biri olsaydı, "Beni anlıyorlar" diye ağlayacak
mıydınız?..
Anlaşılmak istiyor musunuz gerçekten?.. Söylediğiniz her sözün arkasında saklı
olan o ikinci sözcüğü de anlasınlar istiyor musunuz?
Nereye kadar içten olabileceksiniz?
Nasıl oynamak istiyorsunuz bu oyunu?..
Haydi herkes birbiri hakkındaki gerçek düşüncelerini söylesin...
En sevdiğiniz insan hakkındaki gerçek düşüncelerinizi söyleyin. Söyleyin ve üç
cümle sonra onu aslında o kadar da sevmediğinizi ya da aslında onun o kadar
sevgiyi hak eden biri olmadığını keşfedin...
Kendinizi anlatın bize...
Anlatırken neleri atlayıp geçtiğinizi fark edin...
Roger Vaillant'ın "Kanun isimli romanını okumuş muydunuz? İtalya'nın güneyinde
oynanan bir oyunun adıdır Kanun. Kazanan, kaybeden hakkında bildiği bütün
gerçekleri söylüyor. Bilinen ve söylenmeyen bütün sırlar ortaya çıkıyor...
Bütün kasaba birbirinin gizlisini kapalısını öğreniyor. O sakin görünen
kasabanın üstüne örülmüş huzur örtüsünün altında ne ihanetler, ne yalanlar, ne
fırtınalar yaşandığı ortaya çıkıyor...
Bir el böyle bir oyun oynayalım mı?..
Açalım mı kağıtlarımızı?..
Ya her şeyi biliyorsam hakkınızda?..
Ya bilinmesinden en çok korktuğunuz yönünüzü biliyorsam?..
Ya "anlıyor" isem sizi?..
Ya anlaşılmasını istediğiniz sınırların da ötesine geçiyorsa anladıklarım?..
Korkmaz mısınız?..
Nasıl oynamak istiyorsunuz bu oyunu?..
Alay edenler, kendileriyle de alay edildiğini; küçümseyenler, kendilerinin de
küçümsendiğini; suçlayanlar, kendilerinin de suçlandığını öğrendiğinde ne
yapacak?..
En aldırmaz duranlar, gizli gözyaşlarını gören birileri olduğunu anlayınca ne
olacak?..
Sizi anlamadıkları için çok mu üzülüyorsunuz?..
Ya sizi anlarlarsa?..
Ya söylemekten utandığınız kıskançlıklarınızı, içinizi kemiren aşağılık
duygularınızı, başkalarının görmemesi için dualar ettiğiniz yetersizliklerinizi
fark ediyorlarsa?..
Hadi oyunun ilk turunu ben açayım...
Sahtekar olduğunuzu düşünüyorum... Sahtekar olmanıza diyeceğim yok, kim değil
ki!..
Ama ya asla sahtekarlık yapmıyormuş gibi davranmanıza ne diyeceğiz, sahtekar
olmak değil de hiç sahtekarlık yapmıyormuş gibi durmak bence asıl büyük
sahtekarlık...
Bir yerinizi özenle gizlerken, hiçbir şey gizlemiyor gibi davranmak
ikiyüzlülük...
Hele "doğallık" tan söz etmeniz... Hanginiz bir kunduzdan daha doğal olabilir,
hanginiz bir tavşan yavrusundan daha doğal davranabilir ki?..Elbette
hiçbiriniz...
Sizi bir insan yapan da bu kadar doğal olmamanız zaten...
Niye doğallığı bu kadar övüyorsunuz öyleyse?..
Çok doğalsınız, çok içtensizin, çok dürüstsünüz ve doğal olmayanlara, içten
olmayanlara, dürüst olmayanlara kızıyorsunuz...
Biliyor musunuz sahtekar olduğunuzu düşünüyorum!..
Karşınızdakinin gözlerine baktığınızda, sizin hakkınızdaki her şeyi ama her şeyi
bildiğini düşünün ve konuşmaya öyle devam edin.
Bunu düşündüğünüz andan itibaren tek kelime bile edemeyeceğinizi göreceksiniz...
Başka insanlarla konuşabilmenizi, dostluk edebilmenizi, insanlarla sürdürdüğünüz
bütün ilişkileri, sizin hakkınızda bilinmesi gerekenleri bilmediklerine
güvendiğiniz için sürdürebiliyorsunuz aslında...
Hayatınızı ve ilişkilerinizi sırlarınıza, sakladıklarınıza, hakkınızda
bilinmeyenlere ve anlaşılmayanlara borçlusunuz...
Ama siz içtenlikten, doğallıktan, dürüstlükten söz ediyorsunuz...
Nasıl oynamak istiyorsunuz bu oyunu?..
Kendinizle ilgili ne anlatabilirsiniz bize?..
Hangi noktaya kadar anlatabilirsiniz ya da?..
Sınırlarınız ne kadar?..
Sınırlarınız yokmuş gibi davranmak istiyorsunuz.
Bilgileriniz sınırsız, yetenekleriniz sınırsız, zekanız sınırsız, dürüstlüğünüz
sınırsız, içtenliğiniz sınırsız, doğallığınız sınırsızmış gibi davranmak
hoşunuza gidiyor...
Ya her şeyi biliyorsam hakkınızda?..
Ya şu anda karşınızda oturan her şeyi biliyorsa?..
Ya sizi bütünüyle, gerçekten anlıyorsa?..
Roger Vaillant'ın yazdığı oyundan oynamak istiyor musunuz?..
Söyleyelim mi hepimiz birbirimiz hakkında bildiklerimizi?..
Kabul ediyor musunuz bu oyunu oynamayı?..
Vahşileşelim mi biraz?..
Karşınızda duranı en dibine kadar anlamak vahşiliktir çünkü...
Anlasınlar mı içinizde olup biteni?..
Anlatsınlar mı anladıklarını?..
Nasıl oynamak istiyorsunuz bu oyunu?..
Nereye kadar oynamak istiyorsunuz ya da?..
Doğallığını vahşet çizgisine kadar uzatabilecek misiniz?..
Siz vahşileşirken bir başka vahşinin de size yaklaştığını gördüğünüzde
vahşetinizi sürdürebilecek misiniz?..
İçtenliği sizden bir adım öteye taşıyacak, açık sözlülüğü sizinkinden bir cümle
daha uzağa götürecek, sizin anlaşılmasını istediğinizden bir nebze daha
fazlasını anlayacak birisiyle karşılaşmaya hazır mısınız?..
Anlaşılmak istiyor musunuz?
Gerçekten anlaşılmak...
Ya her şeyi biliyorsan hakkınızda?..
Ya aklınızdan geçenleri biliyorsam?..
Ya çok derinlerde gizli olanı görüyorsam?..
Sever misiniz gerçekten sizi bu kadar anlayan biriniz?..
Anlaşılmak istediğinizden daha fazla anlaşılmaya razı mısınız?..
Bu oyunu nasıl oynamak istiyorsunuz?..
Yoksa o kadar içten, o kadar doğal, o kadar dürüst olmadığınızı söyleyip
içtenliğe, doğallığa, dürüstlüğe doğru biraz yaklaşmayı mı tercih edersiniz?..
Nasıl oynamak istiyorsunuz bu oyunu?..
Anlayalım mı sizi?..
Sizi anlamamak nezaketinden vaz mı geçelim?..
Karşınızdakinin sizinle ilgili her şeyi, ama her şeyi bildiğini, sizi gerçekten
anladığını düşünün?..
Bakalım konuşmayı sürdürebilecek misiniz?..
Bir karar verin, nasıl oynayalım bu oyunu?...



Bulut (betamix)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
1344
15 Ağustos 2005 Pazartesi 13:49:32
Bir kadını ağlatmak çok zor değildir aslında. Kadınlar her şeye ağlayabilir; bir filme, bir şarkıya, bir yazıya...
En az erkekler kadar yani!
Ama bir kadını yürekten ağlatmak zordur. Eğer bir kadın yürekten ağlıyorsa, ağlatan onun yüreğine ulaşmış demektir.


Ama o yüreğin değerini bilememiş olacak ki ağlatan, gözünü bile kırpmadan teker teker batırır iğnelerini yüreğe!

Işte o zaman koca bir yumruk gelir oturur boğazına kadının.
Yutkunamaz, nefes alamaz; çünkü o koca yumruk canını çok acıtır. Gözleri buğulanır kadının sonra.
Ağlamayacağım, der içinden. Ama engel olamaz işte.

Çünkü yüreğine ulaşmıştır birileri ve iğneler saplamaktadır.. Bu acıya ne kadar karşı koyabilir ki bir kadın.
İnce ince süzülür yaşlar gözünden; önce birkaç damla, sonra bir yağmur seli... Ve kadın ağlar; hem de çok!

Sanmayın ki gidene ağlar kadın! Gidenin giderken koparttığı yerdir onu ağlatan, orada bıraktığı yaradır.
O yaranın hiç kapanmayacağını, kapansa bile izinin kalacağını bilir kadın; o yüzden ağlar.
Ama bilir misiniz, ağlamak kadınları olgunlaştırır.

Her damla, daha çok kadın yapar kadınları.Her damla bir derstir çünkü.
Bazen kadınlar ağladığında çoğu insan, ağlama niye ağlıyorsun ki, değmez onun için derler.
Bilmediklerindendir böyle demeleri. Çünkü yürekleri acıyan kadınlar ağlamazlarsa, ölürler. İçlerindeki zehirdir onları öldüren!

Ağlayarak o zehirden kurtulur kadınlar, o irini temizlerler yaralarındaki!
Çünkü bilirler, o irin temizlenmezse iltihaba dönüşür yaraları.
Dönüşmemesi lazımdır oysa. O yüzden de bolca ağlarlar. Zaman geçer sonra.

Kadınlar kendilerine sarılmayı öğrenirler. Umarım öğrenirler, yoksa ruhlar sapkın yollara çarpar kendini.
Sapan ruhların doğru yolu bulması da yeni acılar demektir. Bunu bilir kadınlar, o yüzden eninde sonunda öğrenirler kendilerine sarılmayı...

Çok ağlayan kadınlar, bir çok şeyden vazgeçen kadınlardır aslında.
Her damla olgunlaştırır kadınları evet ama olgunlaştıkça o safça inandıkları aşk gerçeği onların gözünde küçülür..
Küçüldükçe değerini yitirir ve işte o zaman kendilerine sarılıp, yeni bir kadın yaratırlar kendilerinden.
Güçlü, yenilmez, mağrur ve aşka inanmayan...

İnsanlar soruyorlar çoğu zaman neden bu kadar çok bekar kadın var diye; hepsi kariyer derdinde olan.
Çünkü inançlarını yitirdi o kadınlar. Zamanında yüreklerine o kadar çok iğne saplandı ki, o kadar çok ağladılar ki!
Artık kendilerinden başka bir doğru olmadığına inanıyorlar, o yüzden kendilerine sarılıyorlar.
Çünkü biliyorlar ki sarıldıkları adamlar onları hak etmedi; hem de hiçbir zaman!
Hep bir çıkarları oldu sarıldıkları adamların.
E o zaman niye sarılsınlar ki!


Bulut (betamix)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
1344
23 Ağustos 2005 Salı 18:40:20
...

Bulut (betamix)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
1344
24 Ağustos 2005 Çarşamba 14:08:59
hayat kimsenin kalbini kirmak icin ozel bir ugras vermez.
ama yani basinizdadir aslinda yasanan acilar,
siz donup bakmazsiniz sadece.
gercekler cirkindir cunku,
gozlerini kapatmak daha faydalidir bazi hayatlara.
tecavuze mi ugramis -kanali degistir;
biri digerini vurmus -yalandir, dizidir;
savas varmis -aralara reklam koysak rating alir mi; sokaktaki cocuk daha cok kucuk -ama tiner cekiyor,
o halde itilip kakilabilir,
zaten yasamaz fazla.
ne kadar ukalayiz sevmedigimiz seyler onumuze kondugunda, soguk bir yemegi iter gibi tabaktan tutup, itiyoruz cirkin hayati gulunclestirdigimiz medyayla.
hayat bazi insanlarin kalbini daha cok kirar.
bazilari uyusamazlar o her gun verilen birkac doz bbg ile, bazilari yutmaz onlara verdiginiz ilaclari,
bazilarina hapi yutturamazsiniz,
onlar hissederler hayatin acilarini.
o yuzden daha cok kirilirlar belki,
belki o yuzden daha hassaslar.
hissedebildikleri muddetce aci geliyor onlara yasananlar.
daha garibi sevmeleri hissetmeyi.
iyiyi de kotuyu de hissetmeden yasayamiyorlar. kanamiyorlar paranin, gucun, iktidarin cazibesine, birilerini etkilemek de birinci amac olamiyor onlar icin.
ve gercekten hayat bazi insanlarin kalbini daha cok kirar. bazi insanlar daha cok kucukken tanisirlar kalp kirikliklariyla.
bazilari kaybederler cok sevdiklerini,
bazilari daha cok kucukken ogrenirler terkedilmeyi. bazilarinin alin yazisiyla yazilmistir gozlerindeki huzun. bir sekilde gulumserler yine de.
gozleri kapali yuruyenler onlardir sokaklarda.
gormek istemedikleri halde daha fazlasini gormekten biktiklari icindir bu yalnizca.