Mistik > Felsefe ve Mistizm > Mesaj Panosu > TANRIYI DENEYİMLEMEK

TANRIYI DENEYİMLEMEK


GönderenMesaj

Arzu (polgara)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
1235
30 Mayıs 2005 Pazartesi 00:10:16




(Alman asıllı olmasına rağmen Nazi kampına konulan, oradan kaçmayı başaran bir kadının hayatından olağanüstü bir kesit)



"Gerçek din bir Tanrı'nın varolduğuna inanmak değildir, Tanrı'yı deneyimlemektir. Eğer insanlara "Tanrı'yı nasıl deneyimlersiniz?" diye sorarsanız, mevcut insan sayısı kadar farklı yanıtlar alırsınız, çünkü bu deneyim her bir insana çok kişisel bir şekilde gelir. Ben kendi tecrübemi sizinle paylaşmak istiyorum.



Sizi benimle 1937 yılının baharında, Hitler ve Nazi partisinin yönetimi aldığı zamanki Almanya'ya bir yolculuğa çıkaracağım. O zamanlar genç bir eş ve anne idim. O günlere geri döndüğümde,birbirleriyle yakından ilişkili olan iki duygu berrak bir şekilde zihnime gelir: Korku ve güvensizlik. Felç edici bir korku vardı, kimse kendisinin ve ailesinin başına neler gelebileceğini bilmiyordu. Herhangi bir ilişkinin temeli olan güven olmadan, karı-koca, ebeveyn-çocuk, öğrenci-öğretmen, arkadaşlar, komşular, okul arkadaşları, hiçbir ilişki mümkün değildi.



Hiç kimseye, kendi ailenize bile güvenemiyordunuz. Eğer bir oğlan çocuğu babasından yeni bir bisiklet isterse ve babası da hayır derse, çocuk şöyle cevap verebilirdi, "Öğretmenime senin Hitler'i sevmediğini söyleyeceğim." Ve çocuk hemen yeni bisikletine kavuşurdu. Bir çocuğun, babasını tutuklatma ve sorgulanmadan toplama kampına gönderme gücü vardı ve muhtemelen ondan bir daha haber alınamıyordu.



Bir toplu taşım aracına bindiğinizde, sessiz kalırdınız, çünkü kimse konuşmaya cesaret edemezdi. İçinde yaşadığımız boğucu bir atmosferdi. Kocam müşterilerini Nazi üyelerine karşı savunan bir avukat idi, bu kendi başına riskli idi, ama onun Yahudi olması tehlikeyi ikiye katlıyordu.



İlk korkutucu deneyimimizi 1936 Noel'inden birkaç gün önce yaşadık. Gecenin ortasında, ön kapımızın çalınması ve "Açın! Açın!" sesleri ile uyandırıldık. Kapıyı açtığımızda, Nazi üniformalı üç adam içeriye daldı. Açıkça, özel emirler almışlardı, görevlerini metodik olarak yapıyorlardı, Çin porselenlerini paramparça ettiler, çok sevdiğimiz piyanomuzun büyük bir bölümünü kırdılar, büyükbabamın evlilik hediyesi olarak verdiği orijinal bir tabloyu baştan aşağıya kesip parçaladılar. Her odada tahribat yaparak tüm evi dolaştılar. Korkuyla onları izledik, böyle acımasız bir gücün karşısında ne kadar çaresiz olduğumuzu anlayarak. En sonunda,evi terk etmeye hazırlanırlarken, birbirimize sessizce baktık. Kapıda, "Bize yaptığınız bu şeylerden sonra Noel'i nasıl karşılayacaksınız?" demeye cesaret ettim. "Emir emirdir," diye bağırarak yanıt verdi biri ve uzaklaştılar.



Düşünmeye ya da konuşmaya gücümüz olmaksızın darmadağınık evimizde oturduk. Zihinlerimizde büyük bir soru ortaya çıktı:Ne yapabilirdik? Hayatlarımız da eşyalarımız gibi tehlike altındaydı. Ama nereye gidebilirdik? Kocamın Amerika'da yakınları vardı, onlara yazmaya karar verdi, ama anavatanımızı ebediyen terk etmek zorunda kalacağımızı üzülerek anladık. Yabancı bir ülkede, yabancı insanlarla ve geleneklerle, yabancı bir lisanla ne yapacaktık? Bir çok ciddi soru vardı,ama seçim şansı yoktu. Mümkün olduğunca çabuk hareket etmemiz gerekiyordu.



Kocamın Amerika'daki yakınları yardım önerdiler ve Amerika'ya göç etmek için gerekli evrakları gönderdiler. Hemen ardından gerekli vizeleri aldık. Ama korkutucu bir güçlük vardı: Her bir ülke için,o ülkenin nüfusuna göre yeni bir göç kotası vardı. Bu nedenle vizelerimiz olmasına rağmen,bize numara verildi ve sıramızı beklememiz söylendi, sıranın ne zaman geleceği belli değildi, altı aydan başlayıp yıllarca sürebilirdi. Hayatları tehlikede olan binlerce insan tuzağa düşürüldü. Birçoğu, evrakları ceplerinde, toplama kamplarında öldürüldü.



İlk tecrübemizden kısa bir zaman sonra Gestapo, Hitler 'in gizli polisi, gece yarısı kapımızı tekrar çaldı ve bu kez kocamı tutukladılar ve götürdüler. Onu bir daha hiç görmedim-daha sonra bir konsantrasyon kampına götürüldüğünü öğrendim ve aylar sonra onun orada öldüğünü söylediler.



İki küçük çocukla bir başıma kalmıştım. Paris 'teki bir yakınım, çocuklarımı yanına alması için beni ikna etti ve kalbimde kederle onları emniyetleri için göndermeyi kabul ettim. Nazi rejimine karşı organize bir direniş yoktu ve olamazdı da,ama bir çok küçük direniş grupları vardı. Ben de bu gruplardan birine katılmıştım. Katıldığım grupta bir başka genç kadın ve iki adam vardı. Hayatları tehlikede olan kişilerin Hollanda, Fransa, İtalya, Avusturya ve İsviçre sınırlarından kaçmalarına yardım ediyorduk. Eğer yakalanırsak, toplama kampına gönderileceğimizi ve muhtemelen orada uzun süre yaşamayacağımızı biliyorduk. Ama bu herhangi bir şekilde olabileceği için,bir şeyler yapmanın hiçbir şey yapmamaktan daha iyi olduğunu hissediyorduk.



Amerika'ya iltica için kota sıram nihayet geldi, ama yola çıkış vaktinden sadece dört saat önce Gestapo beni tutukladı. Üzerimde kısa kollu bir elbise ve ayaklarımda sandaletler vardı ve yanımda başka bir şey götürmeme izin verilmedi. Polis merkezinde,diğer üç arkadaşımla karşılaştım, hiç sorgulama yapmadan bizi üzeri açık bir kamyona koyup Buchenwald konsantrasyon kampına götürdüler. Orada üç ay geçirdikten sonra biri bizim daha ağır muamele görmemize karar verdi, tekrar kamyona koyup uzun bir yolculuktan sonra,en ünlü konsantrasyon kampı olan, Dachau'ya götürüldük. Orada da üç ay kaldık. Mesajım spiritüel olduğu için kamplardaki hayatı tarif etmeyeceğim.



Kamplardan sadece bahsedeceğim, çünkü ışığı gerçekten görebilmemizden ve onun değerini anlayabilmemizden önce, çoğu zaman karanlığı deneyimlemeye zorunlu kalıyoruz.Bütün çetin koşullara ve zorluklara rağmen, dua etmeye ve meditasyona devam ettim, bize işkence eden gardiyanlar için bile dua ettim ve sonra bir mucize meydana geldi.



Bir gün, gardiyanlar, eğer gece yarısı belirli bir yere gidersek, kampı çevreleyen tellerin o bölümündeki elektrik bağlantısını bir süre için keseceklerini söylediler. Bu vaat gerçek olamayacak kadar çok iyi görünüyordu, ama kaybedeceğimiz ne vardı ki ? Bu bizim dualarımıza bir yanıt mıydı? Bu sert adamların böyle bir şey önermesini neyin sağladığını asla bilemeyecektik.



Önceden belirlediğimiz noktada toplandık. Grubumuzdaki adamlardan biri, tellerden ilk önce geçmek için gönüllü oldu, bu hepimizi öldürmek için bir tuzak olabilirdi, kimseye güvenemezdik. O, tellerden geçince, onu takip ettik. Ama, tellerden geçer geçmez ve dağılmaya başlayınca, gardiyanlar kendilerinin sorgulanmaması için, alarmı çalıştırdılar. Sanki bir sinema filmi gibiydi - projektörler, makineli tüfekler ve etrafımızda uçuşan mermiler. Saklanabileceğimiz tek yer, yoğun ağaçlıktı, ağaçların arkasına saklandık ve güvenliğimiz için dua ettik. İronik olarak, tellerden ilk önce geçerek hayatını bizim için tehlikeye atan arkadaşımız bir mermiyle vuruldu, ama yardım etmek için yapabileceğimiz hiç bir şey yoktu. Bu tehlikeli durumda herkes kendi başının çaresine bakmak zorundaydı.



Bir süre sonra, silahlar sustu ve ölüm sessizliği hakim oldu. Arkadaşlarımın izini kaybetmek zorundaydım ve onlara seslenmek çok tehlikeliydi. Kasım ayının ortalarıydı, yerler karla kaplıydı, karlar gün boyunca ekstra ışık sağlıyordu, ama gece daha da soğuk olmasına neden oluyordu. Hala kısa kollu elbisemi ve sandaletlerimi giyiyordum, beni sıcak tutacak hiçbir şey yoktu. Ayrıca, kampta geçirdiğim altı aydan sonra çok zayıf ve bitkindim.



Çocukken Münih 'te yaşamış olduğum için, bu bölgeyi çok iyi biliyordum. Almanya ve Avusturya'nın bazı bölgelerinde, diğer ülkeye geçiş kolaydı. O zamanlar, Avusturya hala özgür bir ülkeydi ve oraya ulaşmak yakalanmamak ve ölümden kurtulmak anlamına geliyordu, fakat bulunduğum yerden Avusturya'ya gidebilmem için Alpler'den geçmem gerekiyordu. Bu yüksek dağları tırmanmaktan başka yapabileceğim bir şey yoktu.



Üç gece ve iki gün boyunca, buz ve karlardan geçerek tırmandım, yiyecek hiçbir şey yoktu, susuzluğum için sadece kar vardı. Bu yüksek bölgelerde, gün boyunca sıcaktı, ama gece çok soğukt