Mistik > Felsefe ve Mistizm > Mesaj Panosu > SESLİ DÜŞÜNCE!!!!

SESLİ DÜŞÜNCE!!!!


GönderenMesaj

Arzu (polgara)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
1235
4 Mayıs 2005 Çarşamba 15:24:10
Yaşayıp gidiyoruz işte
Eskimiş bir dünyanın kahrını çekiyoruz,
Anlamsızlığın esiriyiz
Güler bir gün yüzümüz...

Bisiklet sürmekten hoşlanır mısınız? Ya da denizde yüzmekten? Kitap okumaktan hoşlanır mısınız? Ya da yürüyüş yapmaktan?
Dünya üzerinde bizi biz yapan hangi duygudur, hangi hoşlanmadır? Ruhumuzu besleyen hayat suyu "hoşlanmalar" mıdır?
Doksan yaşına gelmiş ihtiyar neden hayata daha sıkı sıkı sarılır. "Ben yaşadım, tattım" diyeceğine, hayattaki hangi hazların peşinde koşmak ister? Onu hayata bağlayan anıları mıdır, beklentileri mi?
Aslında insan ruhu ve onun istekleri hakkında ne çok şey bilmiyoruz!

Bu bir filmi seyretmek ve onun kamera arkasında neler olup bittiğini bilmemek gibi bir şey. Film vardır ve biz onu seyrederiz. Nasıl çekildiği, oyuncuların rollerini nasıl oynadıkları, filmin nasıl montajlandığı, çekimler sırasında ne gibi aksaklıklar yaşandığı, hatta filmin senaryosunuz nasıl hazırlandığı bizi hiç ilgilendirmez.

Hoş! Aynı filmi seyredenler de aynı şeyleri algılamaz filmden. Kimi çok duygusal bulur, kimi çok basit bulur, kimi aptalca der, kimi "çok uçuk".
Belki bunun sebebi her birimizin hayata bakış açısının farklılığıdır. Aynı şeye bakarız ama farklı şeyler görürüz. Sonra da iddia ederiz: "Benim gördüğüm doğru" diye. Gözlerimizin farklı gördüğünü görmeden.
Peki! Herkesin gerçeği farklı mıdır? Ya da şöyle soralım: "Gerçek herkes için farklı mıdır?"
Ya da soruyu tersten soralım: "Gerçek tekse; neden herkes gerçeği kendine göre farklı bir şekilde görür ve yorumlar?"
Bu soruların cevabını vermek biraz zor. Çünkü verilecek cevap konusunda anlaşabileceğimizi sanmıyorum.
*
Belki biraz eski çağlara uzanmamız gerekiyor. Genlerimizdeki temel bilgilerin şekillendiği çağlara. Gürültüden ve parlayan ışıktan korkan atalarımızın çağına...
Şiddetli bir deprem yaşadığında atamız bunu önce genlerine yazdı. (Bu korkular bana o zamanlardan kalma.)
Beyin öğrenen bir organ. Vücudun bir yeri acıyı hissettiğinde sinyalleri beyne yolluyor. Beyin bu sinyalleri önceki kayıtlarla karşılaştırıyor. Olumlu ya da olumsuz olarak puanlandırıyor. Geçmişteki en yakın (uygun) "duygulanım"la eşleştiriyor. Tepkisi de bir önceki benzer olayın etkileşimi gibi oluyor.

Kendimce bir örnekle açıklayayım. "Bir bebeğe hayatında ilk defa acı biberli bir yemek verin. Kokusundan anlamayacaktır. Keyifle ağzına atacaktır.. Yüzündeki o buruşmaları seyredin. Ve yediklerini tükürdüğünü..."
Dikkat edin burada iki tepki var:
- Vücudunun sahip olduğu: Acı tada "refleks"
- Dünyasına yabancı gelen tada: "dışlama"
*
Hangisi olursa olsun, beyin yaşadığı etkileri yazıyor. "Öğrenilen Zeka" süregeliyor.
Aklımıza takılan şu olabilir: Burada vücudun verdiği tepkiyle ruhun verdiği tepkiler arasında nasıl bir paralellik var? Nasıl bir işlem vardır? Bedenin yaşadıkları ruhu direk etkiliyor mu? Yoksa pek çok süzgeçten geçip de mi etkiliyor? Ruhun yaşadıkları ve önceki yaşantılardan gelen bilgi birikimi bedenin tavrını ne yönde etkiliyor?
*
Bana sorarsanız insan ruhu kuru soğana benzer. Her katmanında farklı bir kişilik taşır. Bütün bu kişilikler birbiriyle etkileşim halindedir. Acaba soğanın cücüğünde ne var?

Kafanızda canlandırmanız için bir örnekle anlatayım: "Gece bir arkadaşınızın yaş günü partisine gittiniz. İçkiyi fazla kaçırdınız. Eve gitmek istiyorsunuz. Arabanızın yanına geldiniz . İçerde teyp çalıyor. Ama açmak için arabanın anahtarını bulamıyorsunuz."
O an neler hissedersiniz?
Mantığınız ne der?
Duygularınız ne der?
Çelişkili fikirlere kapılır mısınız?

Aslında bu tür duyguları "sigara" gibi bir alışkanlığımız varsa ve biz onu bırakmaya çalışıyorsak daha çok yaşarız. Tabi ki bunu yaşayan biri böyle bir durumu yaşamamış kişiye ne kadar anlatsa da yetersiz olur.
Ben gecenin üçünde sigarası bittiği için benzin istasyonlarının marketini arayanlar bilirim.(bu ben oluyorum)