|
28 Kasım 2006 Salı
21:53:10
|
|
|
Roger Keith “Syd” Barrett (gitar ve vokal) ve Roger Waters (bas) birbirlerinden birkaç metre uzakta yaşıyorlardı. İkisi de babalarını kaybetmişlerdi ve bu sayede yakınlaşmışlardı. David Gilmour ve Storm Thorgerson’ı aralarına alıp asosyal asosyal takılıyorlardı. Syd 1964’te Londra’ya taşındı ve Camberwell Art College’da okumaya başladı. Bu ortam değişimi ile grubun tamamlanmasını bekliyorsunuz ama geri kalan Nick Mason (davul) ve Rick Wright (klavye) ile Roger Waters tanıştı. Grup kurmaya karar verdiler ve kendilerine Sigma 6 adını seçtiler.
O isim tutmadı, T Set oldular. O da olmadı derken bir yıl içinde Megadeaths, The Architectural Abdabs, The Screaming Abdabs ve sonunda The Abdabs oldular. Syd Barrett’ın hani bana, hani bana demesi sonucu onu ve Bon Close’u da aralarına aldılar ve Barrett’ın favori iki blues ustasının, Floyd Council ve Pink Anderson’un isimlerini birleştirip Pink Floyd haline geldiler.
Sonradan gelmesine rağmen Barrett’in şarkı yazarlığı kısmını hemen sahiplenmesi ve Bob Close’un sepetlenmesinden sonra basit bir blues grubu olmak yerine bir ses ve ışık deneyimi olmaya karar verdiler. Şarkıların aralarına uzun enstrümantal kısımlar ekleyip, elektronik sesler, enstrümanlarındaki ustalıkları sonucu çıkardıkları ürkütücü melodimsiler yaratarak, bunlara bir de menajerleri Peter Jenner tarafından yaratılan ışık gösterisini ekleyerek tam bir saykodelik deneyim haline gelmeyi başardılar da. 1966’da ilk şovlarını yaptılar ve aralarında Jimi Hendrix’in de olduğu bir seyirci grubunu hipnotize ettiler.
Böylece 1967’de kendilerine bir plak anlaşması kopardılar ve ilk single’ları “Arnold Layne” ile İngiltere’de ilk 20 içine girdiler. Şarkının sözleri yüzünden BBC’de yasaklanmasının da bu başarıda elbette etkisi vardı. İkinci single “See Emily Play” ilk 10’a girince albümün zamanı geldi. Pink Floyd’un ilk albümü “The Piper at the Gates of Dawn”ın, Beatles’ın “Sgt. Peppers”ı ile birlikte kaydedilmiş en başarılı saykodelik albüm olma ihtimali gayet yüksek. Asit oranı yüksek, pop oranı düşük bu albüm son derece başarılı oldu, hem müzik adamları hem de dinleyiciler tarafından çok sevildi.
Pink Floyd için rüya günleri çok kısa sürdü. Syd bu liste başarısını kaldıramamıştı, tekrar aynı başarıyı yakalayacak şarkılar yazma isteği ile kendini büyük bir baskı altına soktu. Öte yandan Piper dışında hiçbir üye bu baskıyı kaldırmaya gönüllü olup Syd’in istediği gibi çalışmaya niyetlenmiyordu. 1967 ortalarında Syd’in hareketleri dengesizlik sınırlarına gelmişti, sahnede kaos yaratıyor, şarkıları olduğundan farklı çalıyor, hatta bazen hiç çalmıyordu. Artık konserlerde tamamen çalmamaya başlaması sonucu Amerika turnesi iptal edilince, Pink Floyd’un yaratıcı beyni Syd Barrett da olsa grubun geri kalanı artık onunla ne sahnede ne de stüdyoda birlikte çalışmanın daha fazla mümkün olmayacağına karar verdi.
1968’de Dave Gilmour, beşinci üye olarak gruba dahil oldu. Plan, Barrett’ın şarkıları yazması, onun diğer işlerini de Gilmour’un yapmasıydı, en azından konserler adam akıllı tamamlanabilecekti. Ancak planlar istendiği gibi gitmedi, Syd Barrett birkaç ay sonra gruptan ayrıldı. Plak firması, solisti, şarkı yazarı ve ana gitaristi ayrılan Pink Floyd’dan artık daha fazla para kazanamayacağını düşünüp onları terk etti ve Barrett’ı solo bir proje olarak desteklemeye karar verdi.
Bu duruma düşen bir grubun toparlanmasını beklemezsiniz değil mi? Pink Floyd toparlandı ve daha da büyüdü. Pink Floyd İngiltere’de meşhurdu ama Amerika’da tanınmıyordu, Barrett’ın eksikliği orada hiçbir şey ifade etmeyecekti. Yeni başlanan albümü, Roger Waters sırtlandı ve 1968’de “A Saucerful of Secrets “ İngiltere top 10’a girdi. Waters ile Barrett’ın şarkıları arasındaki fark, Waters’ın şarkılarında enstrümantal kısımların daha uzun olması ve ürkütücü seslerin azalmasıydı. Işık şovları ise hiç olmadığı kadar tripti. Pink Floyd artık daha deneysel ama daha az marjinaldi. Müziklerinde popu ve blues’u dışlamıyorlardı, klavye de gitar kadar önemli hale gelmişti.
1971’de çıkan “Meddle” ile birlikte grup hâlâ bilim kurgu filmi gibi müzikler yapıyordu ama asla ilk albümün başarısına tekrar ulaşamamışlardı. Bu durum 1973’e kadar devam etti, efsanevi “Dark Side of the Moon”a kadar. Artık kozmik rock olarak adlandırılan müzikleri, bu albümle daha bir ulaşılabilir, daha bir epik, daha bir şairane, alışıldık şarkı formatına daha yakın hale gelmişti. “Dark Side of the Moon”, Pink Floyd’u sonunda Amerika’da hit yaptı.
Sadece bir numara olmadılar, o zamana dek konserler biletleri en çok tamamen tükenen gruplardan biri unvanını da kazandılar. Albüm, Billboard listesinde tam 741 hafta kaldı! Bu albümün hâlâ dünyanın en popüler rock albümü olduğu söylenebilir, CD formatı yeni bulunduğunda sadece bu albüme olan talebe yetişebilmek için yeni bir fabrika açıldığı söylenir.
Başarısı altında ezilmeye böyle müsait bir albüm yapıp arkasından 1975’e “Wish You Were Here” gibi bir albüm yapabilmek ancak Pink Floyd’un becerebileceği bir iştir herhalde. “Dark Side of the Moon” ile modern hayatın steril soğukluğu ve korku hakkında şarkılar yapan Pink Floyd, “Wish...” ve 1977’deki “Animals” ile bu konuları daha derin deşiyor ve bir konsept grubu olduğunu dünyaya iyice duyuruyordu. Roger Waters’ın şarkı yazarlığı konusunda işin ucunu nerelere götürebileceğini görmek için ise dünyanın 1979’daki “The Wall”u beklemesi gerekiyordu.
Albüm, modern insanın kendi etrafına kendinin çektiği duvarları konu alıyordu açıkça. Müzik, deneysel özelliklerini yitirmeye başlayıp popa daha bir kucak açtığı halde konunun tamamen Pink Floyd konusu olması, albümün devasa başarılara imza atmasını sağlıyordu. Üstelik sahne şovları da devasa olan grup, bu albümün sahne şovu olarak da şimdiye kadarki en görkemli işlerini yapıp konser sırasında gerçek duvarlar inşa ediyordu.
1980’ler, duraklama dönemlerinin başlangıcıydı. Dört üye de solo projeleriyle ilgilenmek istiyordu. 1983’deki “The Final Cut” hayal kırıklığı yaratınca grup dağıldı. Arkasından da tatsız davalar ve kavgalar geldi. Grubun hayranları ise bu dönemleri hiç hatırlamamayı tercih etti. 1994’de yeni albüm “The Division Bell” çıktığında, grubun efsanevi albümleri sırasında henüz doğmamış olan ciddi bir hayran kitleleri bile vardı. Albüm büyük bir müzikal başarı değildi ama yine de listelerde zirve gördü.
Ve derlerki; Dünya üzerinde iki tür insan vardır. PinkFloyD dinleyenler ve diğerleri.
|
|