Gönderen | Mesaj |
|
23 Şubat 2008 Cumartesi
10:09:21
|
|
|
onları anlamak çok zor değil sadece onların diliyla konuşmak gerekiyo-ki o dili bilen az-
|
|
|
27 Mayıs 2008 Salı
00:12:30
|
|
|
aslında kadınlarda anlaşılacak bir taraf yok. Kadınlar kurnazdır... Baskın (sözünü dinleten) erkekler karşısında tavşan, pısırık erkekler karşısında aslan kesilirler
|
|
|
29 Mayıs 2008 Perşembe
17:44:26
|
|
|
İşte gidiyorum derken hep ondadır aklınız. Sesiniz uzaklaşır her bir adımda, ama daha fazla yaklaşırsınız ona. Seni terk ediyorum derken, onun olmadığı yerde ona gidiyorsunuzdur aslında. Alıştım ben yalnızlığa, alıştım senin yokluğuna derken aslında hala seninleyim demek istersiniz. Hayat kare kare geçer gözünüzün önünden. Her şey onunla doludur. Hiçbir güç çıkaramaz onu içinizden. Acıyla erir yüzünüz. Hüzün bir buğudur artık, tüm benliğinizi saran…
Yalova’da Hayrettin Karaca Botanik Bahçesi’ndeyiz. Görevli alelacele bitkileri tanıtmaya başlıyor bizlere. Anlaşılan binlerce ağaç, bitki ve çiçeğin tanıtımı imkansız…. Hemen girişte yüz metre kadar ilerde sağda bir bitkinin yanında durdu ve bu bitkinin onbeş senede bir kez çiçek açtığını ve açtıktan sonra da öldüğünü söyledi… “Şu anda bundan bir tane var bahçemizde” diye de ekledi. Sarsıldım derinden… Herkes ilerledi diğer bitkileri tanımak için. Bir ben kaldım geride. Dönüp dönüp bakıyordum. On dört bahar bekleyecek ve o gün geldiğinde tüm ihtişamıyla çiçek açacak, bütün renklerini yansıtacak ve sonra bütün ihtişamıyla gözlerini yumacaktı bu hayata… Eğilip uzun, kalın yapraklarına dokundum, toz kanatlı bir kelebeğin narin kanatlarına dokunurcasına. Acıyla eridiğini gördüm yüzünün. Hüzün bir buğuydu.
Acı ve hüzün bir kader miydi? Ömründe bir kez açmak ve sonra yok olup gitmek nasıl bir yazgıydı? Bütün bir ömrünü, bütün renkleriyle çiçeklerine yansıtan kaç bitki vardır bu dünyada?
Ömründe bir kez açan o bitkiyi mi beklersiniz ondört bahar? Yoksa diğerleriyle mi olursunuz hergün? Peki neden dönüp dönüp bakarsınız geriye? Neden acıyla erir yüreğiniz? Ona mı, yoksa kendinize mi acırsınız?
Acıdan keyif almak hummalı bir hastalık mı yoksa yaratılışımızdan mı gelir?
Acının ve zevkin sesleri aynı mıydı? Sesiniz uzaklaşırken ondan, ruhunuz daha mı çok yaklaşıyordu ona? Büyülü bir keder, büyülü bir mutluluk muydu?
Sevişmelerin doruğundaki şehvetinizin sesi ile gövdenize saplanmış bir kurşunun acısıyla attığınız çığlığın sesi aynı değil miydi aslında? Size uzak gözler nasıl ayırt edebilirdi ki bunu?
Acının diğer adı mutluluk muydu?
Acıdan keyif almak hummalı bir hastalık mı yoksa yaratılışımızdan mı geliyordu? Yoksa Tanrı bizimle alay mı ediyor? Yoksa karşımıza geçip dans eden Tanrı mıydı?
Sevdiğim bütün kadınlar hüzünlüydü, hüzün çiçekleri gibi. Hepsini sevdim, sevdiklerini de. Ellerini sevdim, ellerini de. Onlarda beni çok sevdi. Bana geldiklerinde aslında kendilerini terk eden eski sevgililerine gidiyorlardı. Onları terk edenlere… Terk edip geldiklerine…
Sesiniz uzaklaşıyordu, ve her adımda biraz daha yaklaşıyordunuz terk ettiklerinize, sizi terk edenlere…
Belki ondört bahar geçecekti ama acıyla eriyen yüzünüz onunla olmanın mutluluğuyla giderek daha da solgunlaşacaktı.
Hüzün buğulu bir orman gibiydi…Aşkın ve tutkunun sarıp sarmaladığı…
|
|
Mesaja cevap yazmak için gruba üye olmanız gerekmektedir.
|