|
Gönderen | Mesaj |
|
28 Eylül 2005 Çarşamba
14:23:16
|
|
|
mutluluğa dair yorumlarınızı bekliyoruz arkadaşlar...?
Umarım haftanız güzel geçiyordur
selam ve sevgilerimle...
|
|
|
28 Eylül 2005 Çarşamba
16:28:53
|
|
|
Yakalaması zor,ama herşeye rağmen bıkmadan usanmadan peşinden koştuğumuz,yeri geldimi gülümseyişlere, yeri geldimi akan iki damla göz yaşına kendini bırakan,şu kısacık hayatın içinde yaşadığımız ender güzelliklerden birisi bence, MUTLULUK...
|
|
|
29 Eylül 2005 Perşembe
00:49:00
|
|
|
bir filmden mutluluğa dair çok güzel bir trad hatırlıyorum. küçük bir çocuk manevi babası olan bir adama, mektubunda mutlu olup olmadığını soruyordu.adam da cevap olarak "şu anda mutlu olup olmadığıma cevap veremem. ne yazık ki insanlar GERCEKTEN mutlu olup olmadığını ancak seneler sonra dönüp geriye baktıklarında hatırlayabiliyorlar"diye cevap veriyordu.
belki gercekten süre seneler olmayabilir. ama mutluluk bana göre daha çok biriken güzel anılar gibi geliyor. bu günü ne kadar güzel yaşarsak (ki genellikle planlı olamaz)yarına o kadar mutluluk bırakmış oluyoruz.
|
|
|
29 Eylül 2005 Perşembe
11:26:19
|
|
|
*GERÇEK SEVGİ*
Bu kadar sevebilir misiniz?
Bir otobüs durağında karşılaşmışlardı ilk kez.... Biri tıpta okuyordu,öbürü
mimarlıkta. O ilk karşılaşmadan sonra, bir kere, bir kere, bir kere daha
karşılaşabilmek için, hep aynı saatte, aynı duraktan, aynı otobüse
bindiler.
Gençtiler, çok genç... Birbirileriyle konuşacak cesareti bulmaları biraz
zaman
aldı ama sonunda başrdılar. İkisi de her sabah otobüse bindikleri semtte
oturmuyorlardı aslında. Delikanlı arkadaşında kaldığı için o duraktan
binmişti otobüse, kız ise ablasında.... Sırf birbirilerini görebilmek
için,
her sabah erkenden evlerinden çıkıp, şehrin öbür ucundaki o
durağa, onların durağına geldiklerini, gülerek itiraf ettiler bir süre
sonra...
Okullarını bitirince hemen evlendiler. Mutluydular hem de çok mutlu...
Bazen işsiz, bazen parasız kaldılar ama öylesine sıkı
kenetlenmişti ki yürekleri ve elleri hiçbir şeyi umursamadılar. Ayın
sonunu zor getirdikleri günlerde de ünlü bir doktor ve ünlü bir mimar
olduklarında da hep mutluydular.
Zaman aşımına uğrayan, alışkanlıklara yenik düşen, banka hesabında para
kalmadığı için ya da tam tersine o hesabı daha da kabarık hale getirmek
uğuruna bitip-tükeniveren sevgilerden değildi onlarınki... Günler günleri,
yıllar yılları kovaladıkça sevgileri de büyüdü, büyüdü... Tek eksikleri
çocuklarının olmamasıydı. Zorlu bir tedavi sürecine rağman çocuk sahibi
olmayınca, "bütün mutlulukların bizim olmasını beklemek, bencillik olur"
diyerek devam ettiler hayatlarına. Çocuk yerine, sevgilerini büyüttüler...
Senin için ölürüm" derdi kadın, sımsıkı sarılıp adama ve adam "Hayır,
ben senin
için ölürüm" diye yanıt verirdi hep...
Bazen eve geldiğinde, aynanın üzerinde bir not görürdü kadın, "Bir
tanem,
kütüphanenin ikinci rafına bak...." Kütüphanenin ikinci rafında başka bir
not olurdu, "Mutfaktaki masanın üzerine bak ve seni çok sevdiğimi sakın
unutma" Mutfaktaki masadan, salondaki dolaba sevgi dolu notları okuyaokuya
koşturan kadın, sonunda kimi zaman bir demet çiçek, kimi zaman en sevdiği
çikolatalar, kimi zaman da pahalı armağanlarla karşılaşırdı... Aldığı
hediyenin ne olduğu önemli değildi zaten....
Hayat ne kadar hızlı akarsa aksın, işleri ne kadar yoğun olursa olsun hep
birbirlerine ayıracak zaman buluyorlardı bulmasına ama kırklı yaşların
ortalarına geldiklerinde, daha az çalışmaya karar verdiler.
Adam,hastaneden ayrıldı ve muayenehanesinde hasta kabul etmeye
başladı. Kadın da
mimarlık bürosunu kapadı ve sadece özel projelerde görev aldı. Artık daha
fazla beraber olabiliyorlardı. Bir gün sahilde dolaşırken, harap durumda
bir ev gördü kadın, üzerinde "satılık" levhası asılı olan. "Ne dersin, bu
evi alalım mı?" dedi adama. "Bu viraneyi yıktırır, harika bir ev yaparız.
Projeyi kafamda çizdim bile. Kocaman terası olan, martıları kahvaltıya
davet
edeceğimiz bir deniz evi yapalım burayı..." "Sen istersin de ben hiç hayır
diyebilirmiyim?" diye yanıt verdi adam. "Amerika'daki tıp kongresinden
döner
dönmez ararım emlakçıyı... Kaç para olursa olsun, burası
bizimdir artık...."
>Sadece bir hafta ayrı kalacaklarını bildikleri halde,
ayrılmaları zor oldu adam Amerika'ya giderken. Her gün, her saat
konuştular telefonla.
>Gözyaşları içinde kucaklaştılar havaalanında. Fakat birkaç gün
sonra, kocasında
bir tuhaflık olduğunu fark etti kadın. Eskisi kadar mutlu görünmüyor,
konuşmaktan kaçınıyordu. Onu neşelendirmek için, sahildeki evi hatırlattı
ve çizdiği projeyi verdi kadın ama hiç beklemediği bir cevap aldı:
"Canım, o ev bizim bütçemizi aşıyor. Sen en iyisi o evi unut..."
Mutsuzluk, mutluluğun tadına alışmış insanlara daha da acı, daha da
çekilmez
gelir. Kadın, hiç sevmedi bu beklenmedik misafiri. Derdini söylemesi için
yalvardı adama, "Senin için ölürüm, biliyorsun, ne olur anlat" diye dil
döktü boş yere... Yıllardır sevdiği adam, duyarsız ve sevgisiz biriyle yer
değiştirmişti sanki. Ona ulaşmaya çalıştıkça, beton duvarlara çarpıyordu
kadın, her çarpmada daha fazla kanıyordu yüreği...
Bir gün, çocukluğunun, gençliğinin ve bütün hayatının
birlikte geçtiği arkadaşına dert yanarken, "Artık dayanamıyorum, sana
söylemek zorundayım" diye sözünü kesti arkadaşı. "O, seni aldatıyor. İş
yerimin tam karşısındaki restoranda genç bir kadınla yemek yiyiyor her
öğlen. Sonra sarmaş dolaş biniyorlar arabaya...."
"Sus, sus çabuk, duymak istemiyorum bu yalanları" diye
bağırdı kadın. Onca yıllık arkadaşını, kendisini kıskanmakla suçladı....
Ertesi gün, öğle vakti o restoranın hemen karşısında bir köşeye sindi
sessizce ve peri masallarının sadece masal olduğunu anladı... Kocasının
eskiden aynı hastanede çalıştığı genç çocuk doktorunu tanıdı hemen. Bazen
evlerinde ağırladıkları kadına nasıl sarıldığını gördü adamın...
Akşam kocası eve gelir gelmez, bazen bağırıp, bazen
ağlayarak, bazen ona sımsıkı sarılıp bazen de yumruklayarak haykırdı
suratına her şeyi.
İnkar etmedi adam. Zamanla duyguların değişebildiği, insanların orta yaşa
geldiklerinde farklılık aradığı gibi bir şeyler geveledi ağzında ve
bavulunu alıp gitti evden. Kapıdan çıkarken, "son bir kez kucaklamak
isterim seni" diyecek oldu ama kadın, "defol" dedi nefretle...
İlk celsede boşandılar... Modern bir aşk hikayesinin böyle son
bulmasına kimse
inanamadı. Arkadaşlarının desteğiyle ayakta kalmaya çalıştı kadın.
Adamın, sevgilisiyle birlikte Amerika'ya yerleştiğini
öğrendi. Bazen yalnız kaldığında, onu hala sevdiğini hissedince, ağlama
nöbetleri geçiriyor, aşkın yerini, en az onun kadar yoğun bir duygu olan
nefretin alması için dua ediyordu.
Aradan bir yıl geçti... Her şeyin ilacı olduğu söylenen zaman
bile,kadının
derdine çare olamamıştı. Bir sabah, ısrarla çalan zilin sesiyle uyandı.
Kapıyı açtığında, karşısında o kadını gördü. "Sen, buraya ne yüzle
geliyorsun"
diye bağırmak istedi ama sesi çıkmadı. "Lütfen, içeri girmeme izin ver,
mutlaka konuşmamız gerekiyor." dedi genç kadın. Kanepeye ilişti ve zor
duyulan bir sesle konuşmaya başladı: "Hiçbir şey göründüğü gibi değil
aslında. Çok üzgünüm ama o bir saat önce öldü. Geçen yıl Amerika'daki
kongre sırasında öğrendi hastalığını ve yaklaşık bir senelik ömrü
kaldğını.
Buna dayanamayacağını, hep söylediğin gibi onunla birlikte ölmek
isteyeceğini
biliyordu. Seni kendinden uzaklaştırmak için, benden sevgilisi rolünü
oynamamı istedi. Ailesine de haber vermedi. Birlikte Amerika'ya
yerleştiğimiz yalanını yaydı. Oysa ilk karşılaştığınız otobüs durağının
karşısında bir ev tutmuştu. Tedavi görüyor ve kurtulacağına inanıyordu ama
olmadı. Gece fenalaşmış, bakıcısı beni aradı, son anda yetiştim. Sana bu
kutuyu vermemi istedi..." Gözlerinden akan yaşları durduramayacağını
biliyordu kadın. Hemen oracıkta ölmek istiyordu. Eline
tutuşturulan kutuyu açmayı neden sonra akıl edebildi. İtinayla katlanmış
bir sürü kağıt duruyordu kutuda. İlk kağıtta, "Lütfen bütün notları
sırayla oku bir tanem"
diyordu... Sırayla okudu; "Seni çok sevdim", "Seni sevmekten
hiç vazgeçmedim", "Senin için ölürüm derdin hep, doğru
söylediğini bilirdim."
"Fakat benim için ölmeni istemedim" "Şimdi bana söz vermeni
istiyorum." "Benim için yaşayacaksın, anlaştık mı?" son kağıdı eline
alırken, kutuda bir anahtar olduğunu gördü kadın... Ve son kağıtta şunlar
yazılıydı:
"Sahildeki evimizi senin çizdiğin projeye göre yaptırdım.Kocaman terasta
martılarla kahvaltı ederken, ben hep seni izliyor olacağım...."
|
|
|
29 Eylül 2005 Perşembe
11:28:42
|
|
|
arkadaslar sonuna kadar okuyun lütfen.gercekten çok hoş bir hikaye.beni gerçekten çok etkiledi.sizlerler de paylaşmak istedim...
|
|
|
29 Eylül 2005 Perşembe
12:17:29
|
|
|
ne hoş yorumlarınız..
insan mutluyken mutlu dk larını kaybetme korkusuyla doluyor
ve mutluluğu doya doya yasayamadan bir de bakmışsın ki korktuğun başına gelmiş..
anı yasamak galiba mutluluk
|
|
|
29 Eylül 2005 Perşembe
12:25:30
|
|
|
Mutluluk üzerine Shakespeare 'den ...
Benim için en büyük mutluluk ben öldükten sonra beni hatırlayacağını düşünmemdir.
Fakat beni hatırlamak sana acı verecek olursa, senin tarafından unutulmaya da razıyım.
Shakespeare
|
|
|
29 Eylül 2005 Perşembe
12:38:34
|
|
|
hikaye çok bildik bi hikaye ama hoş geliyor ilk defa okununca...
|
|
|
2 Ekim 2005 Pazar
15:01:51
|
|
|
cok tatlı yaaaaa
|
|
|
11 Ekim 2005 Salı
02:07:22
|
|
|
vay be harikaydı....Gözlerim dolmadı desem yalan olur şimdi..
|
|
|
Duygu (chantduneant)
1235
|
|
3 Temmuz 2006 Pazartesi
19:21:00
|
|
|
Mutluluk şahsen çok zor yakaladığım bi halet-i ruhiyenin ismi..Hiç de öyle seneler sonra ne mutluymuşum meğer dediğim olmadı..inanmam da buna..ama olur böyle eski resimlere videolara bakıp ne sebep varmış mutsuz olmak için gençlik güzellik sağlık belamı mı aramışım dediğim olmuştur ..Mutluluğu biliyorum..Hani Allah ım galiba ölcem birazdan dediğin nokta..Ya da ölsem de gam yemem..yüreğin dolar taşar ağız dolusu şükür olur bende Tanrı ya..Bilmez olsaydım dediğin ruh hali çünkü kalan ömründe hep o cennetten çalma bikaç anı arar durursun
|
|
|
22 Temmuz 2006 Cumartesi
20:10:21
|
|
|
mutluluk nedir?gözlerinin içinin parlamasımı.yoksa kalbinin hızla carpmasımı.herkes için farklıdır mutluluk şöleni ama önemli olanbunu korumak.her daim bunu yüzüne yapıştırmak.üzüntüler gelecektir elbet. ama seni sevenlerin sucu ne.ne hakkın var onları üzmeye...hadi en iyi tiyatroculara taş cıkar ve en kötü anında bile muhteşem oyunculugunu kullan.onlar anlamasın sıkıntılarınıanlamasınlar hayata küskünlügünü.yüzüne yapıştırdıgın mutlulugu sakın cıkarma .seni sevenleri mutlu et.et ki sahte mutluluklarını sana gercekmiş gibi gösterip seni mutlu etsinlerşimdi mutlu ol.mutlu et.bunu hakediyorsun.....
|
|
|
Muhammet (mamilawyer)
1235
|
|
16 Kasım 2006 Perşembe
23:28:28
|
|
|
mutluluk hayattan ne beklediğindir.kimi bir çiçekle mutlıu olur kimi hazineyle.sen sen kimsin.nasıl birisin bunu bulduğunda mutluluğu bulmuşsundur.mutluluk mu mutluluk
|
|
|
28 Kasım 2006 Salı
02:11:46
|
|
|
ortaya çıkış sebebine göre değerlendirildiğinde iyi, kötü, doğru, yanlış, etik, vs. sıfatları alabilecek bir duygu... durumu. -kiminde çikolata gibi şeyleri yiyerek artabilen ya da bilişsel, psikolojik, fiziksel, vs. yollarla da aktifliği arttırılabilen- hormonu var, . -hormonsuz mutluluk oluyor mu bilen söylesin- bir de tüm mesele onu üretmek ya da üretmemek değildir.
|
|
|
28 Kasım 2006 Salı
18:57:15
|
|
|
Mrb arkadaşım bu ilk mesajım henüz yeniyim hikayen nefisti çok beğendim gözlerim doldu ne kelime ağladım bile...
Mutluluk bence aynı ayna aynı duyguları hissedebilmek, gözlerinde sevgiyi paylaşabilmek, o pırıltıyı yakalayabilmektir.
Ben 16 yıllık evliliğimde sadece ilk aylarda bu pırıltıyı görebildim maalesef. Bekar arkadaşlara bu yüzden bir tavsiyem var. Karşınızdaki insanı çok iyi tanıyın, size ters gelen şeyleri asla gözardı etmeyin, tarafsız olun. Herkese mutluluk, sevgi dolu, sağlıklı yıllar diliyorum
|
|
|
Murat (mmuratkaptan)
1235
|
|
1 Aralık 2006 Cuma
21:08:42
|
|
|
ben bu hikayedeki kadar mutlu olmaya korkardım ama hikayen çok güzel evet ben mutlu olmaya korkuyorum ama başka insanların mutlu olmasını seyretmeyi çok seviyorum
|
|
Mesaja cevap yazmak için gruba üye olmanız gerekmektedir.
|
|