İş Yaşantısı > Meslekler > Öğretmenler > Mesaj Panosu > BİR ÖĞRENCİMİN BANA ÖĞRETTİKLERİ

BİR ÖĞRENCİMİN BANA ÖĞRETTİKLERİ


GönderenMesaj

Abdullah (candaş)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
2062
7 Mart 2008 Cuma 08:24:20

Bir Öğrencimin Bana Öğrettikleri 



 Yazan: Doğan Cüceloğlu



 Kaliforniya`da Long Beach şehrindeki Eyalet Üniversitesi`nde öğretim üyesi
olarak ders verirken, aynı sömestrde benim iki dersimi alan bir kız öğrencim 
dikkatimi çekmeye başlamıştı. Bu genç bayanın şu özelliklerinin farkına
varmıştım: Her şeyden önce çok güzel bir kızdı; gözüm gayri ihtiyari ona
gidiyordu. İkinci olarak çok iyi bir öğrenciydi; bütün sınav ve ödevlerde en 
yüksek notu o alıyordu. Ayrıca, çok hanımefendi, çok nezih bir kişiliği
vardı. Bölümün bir pikniğinde kız öğrencimin nişanlısıyla tanıştım ve itiraf
edeyim, ilk aklımdan geçen, "Armudun iyisini ayılar yer" düşüncesi oldu. 
Yukarıda özelliklerini saydığım o güzel kızın bana tanıştırdığı erkek, yirmi
yedi-yirmi sekiz yaşlarında, saçı biraz dökülmüş, şişman denecek kadar
toplu, çirkin, kısa boylu biriydi.
 
Bu kişiye parası için yüz vermiş olabileceğini düşündüm. Daha sonra öğrendim 
ki, bu genç adamın parasal gücü yok; başka bir üniversitenin psikolojik
danışmanlık bölümünde doktora öğrencisi olarak okula devam ediyor ve ileride
akademisyen olarak kariyer yapıp profesör olmak istiyor.
 
Acaba benim güzel öğrencim bu adamda ne bulmuştu? Bir hafta sonra ders
çıkışı koridorda öğrencimin yanına yaklaştım ve Sally adıyla anacağım
öğrencimle aramızda şöyle bir konuşma geçti:
 
"Sally, nişanlınla nasıl tanıştığınızı merak ediyorum?
 
"Bir kilise faaliyetinde aynı komitede çalıştık; o zaman tanıdım kendisini "
 
"Nesi seni etkiledi; hangi özelliklerini sevdin?
 
Sally, bir Amerikalı olarak bu soruyu hiç beklemiyordu. Amerikan kültüründe, 
bu tür sorular kişinin mahremiyetine tecavüz olarak kabul edildiğinden pek
sorulmaz. Amerikan kültürüne göre ben o anda Sally`nin mahremiyetine
`burnumu sokuyordum.`
 
Şaşkınlığı geçince çok içten, gözlerinin içi gülerek, "O şahane bir insan; o 
benim kahramanım! Ben ondan çok şeyler öğrendim" dedi.
 
O anda ilk hissettiğim şey kıskançlık duygusu oldu. Güzel bir kadının
erkeğine, "Sen benim kahramanımsın" duygusu içinde bakmasının erkeğe 
verilmiş en büyük hediye olduğunu hissettim ve anladım. Bu hediyeyi, hayatım
boyunca hiç almadığımı biliyordum ve o kişiyi kıskandım.
 
"Nasıl yani?" dedim.
 
"Frank bir yetimhanede büyümüş. Yetim olmanın ne demek olduğunu bildiği 
için, üniversite öğrencisi olunca, yetimhaneden iki çocuğa ağabeylik yapma
kararı almış. Haftada on saatini onlara ayırıyor; onlarla buluşup oynuyor,
kitap okuyor, onları müzeye götürüyor. Onların iyi gelişmesi için elinden 
geleni yapıyor. Biri ameliyat oldu, hastanede yatıyor ve Frank şimdi
akşamları hastanede kalıyor, geceleri ona bakıyor."
 
Yüzüme tokat yemiş gibi oldum. Utandım. Kendime kızdım. Ben güya en yüksek
eğitim düzeyine gelmiş biriydim ve karşımdakini hala dış görünüşe göre
yargılıyor ve onu "ayı" olarak görüyordum. İçimdeki pislikten utandım. Bir
süre sonra Sally`nin içinde yetiştiği aile ortamını merak etmeye başladım. 
Şöyle bir mantık yürüttüm: o adama baktığım zaman ben neden, `Armudun
iyisini ayılar yer` diye düşündüm? Çünkü ben, içinde yetiştiğim ortamda sık
sık bu benzetmeyi duyarak büyümüştüm. İçinde yetiştiğim ortam beni nasıl 
etkilemişse, Sally`nin içinde yetiştiği ortam da onu öyle etkilemiş
olmalıydı.
 
Birkaç hafta sonra Sally`e, ailesinin nerede oturduğunu sordum. Los
Angeles`in üç yüz elli km kuzeyindeki bir kasabada oturuyorlarmış. Onun 
ailesiyle tanışmak istediğimi, bunu mümkün olup olamayacağını sordum.
"Kendilerine bir sorayım, eminim sizinle tanışmak isteyeceklerdir," dedi ve
iki gün sonra, "Ailemle konuştum; sizinle tanışmaktan mutlu olacaklarını 
söylediler," dedi. Dört-beş hafta sonra San Francisco`ya gidecektim,
Sally`nin ailesinin yaşadığı kasaba yolumun üstündeydi, onlara uğrayabilir,
onlarla tanıştıktan sonra yoluma devam edebilirdim. 
 
Bu planımı Sally`e söylediğimde Sally, "O gün ben de aileme gidecektim;
isterseniz beraber gidebiliriz," dedi. Ailesine haber verdi. Onlar da sabah
kahvaltısına gelmemizi söylemişler. Long Beach`ten sabahın altısında yola 
çıktık ve dokuz buçuk civarında Sally`nin ağabeyi Brian`ın evine vardık.
Sally`nin babası George orada buluşmamızı uygun görmüş. Çok güleryüzlü bir
aileydi. Brian`ın, en ufağı dört yaş civarında dört çocuğu vardı. 
 
Ziyaret ettiğim bu güleryüzlü sıcak ailede, iki olay gerçekten dikkatimi
çekti. Bunlardan ilki, Sally`nin babası George`un torunlarıyla konuşurken
onların göz hizalarına inmesiydi. Bunu o kadar doğal yapıyordu ki, artık 
farkına varılmadan yapılan bir davranış olduğu belliydi. Sally`ye, babasının
torunlarıyla hep böyle mi konuştuğunu sordum. "Evet" yanıtını alınca,
kendisi çocukken de babasının, onunla göz hizasına inerek mi konuştuğunu 
sordum. "Evet, biz böyle biliyoruz. Ağabeyim Brian da çocuklarıyla böyle
konuşur; ben de kendi çocuklarımla böyle konuşacağım. Biz böyle biliyoruz",
dedi. Tüylerim diken diken oldu. Ben üniversite öğretim üyesiydim ve insan 
psikolojisi benim uzmanlık alanımdı ama üç çocuğumdan hiçbiriyle göz
hizasına inerek konuştuğumu hatırlamıyordum. Kendime kızdım; sonra kendime
kızmaktan da vazgeçtim, beni yetiştirenlere kızdım. Sonra onlara kızmaktan 
da vazgeçtim ve bütün nesilleri yetiştiren kültür ortamına kızdım. Daha
sonra kimseye kızmayacağımı anlayarak, oradaki öğrenme fırsatından
yararlanmaya karar verdim. Torunlarının ön&u

Abdullah (candaş)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
2062
7 Mart 2008 Cuma 08:30:59
Torunlarının önünde diz çökerek konuşan dede 
George`a "Beyefendi, çocukların göz hizasına inerek konuşuyorsunuz!" dedim.
Bana biraz şaşkınlıkla gülümseyerek, "Tabii, onlar küçük insanlar!" yanıtını
verdi. Öyle bir bakışı vardı ki, bu bakış sanki `Bu kadar doğal bir şey ki, 
herhalde bunu herkes yapıyordur; sen yapmıyor musun?` diyordu.
 
O bakışa karşı bütün yaptığım, mahcup bir gülümseme oldu.
 
Bu güleryüzlü sıcak ailede dikkatimi çeken ikinci olay, Sally`nin ağabeyi 
Brian`ın davranışı oldu. Brian, Pasifik ülkeleriyle ticaret yapan, oldukça
varlıklı biriydi. Evlerinin büyüklüğünden, yüzme havuzundan,
çiftliklerinden, arabalarının türünden ailenin zenginliği belli oluyordu. 
Kahvaltıdan sonra saat on bir dolaylarında telefon çaldı ve Brian bir süre
telefonla konuştu. Ofisten arıyorlarmış, Koreli bir işadamı Los Anegeles`ta
imiş, kendisiyle görüşmek için helikopterle saat 14`te gelmek istiyormuş. 
Başka bir randevusu olduğunu söyleyerek bu teklifi reddetmiş olan Brian,
bize durumu şöyle açıkladı: `Dört çocuğum var ve her hafta biriyle dört saat
başbaşa geçiririm. Bugün dört yaşındaki kızım Mary`le randevum var. Çocuklar 
çok çabuk büyüyorlar, eğer dikkat etmezsen, bir bakıyorsun, büyümüşler ve
onlarla beraber zaman geçirme olanağı kaybolmuş.
 
Brian`ın yaşam vizyonunu sormadım, ama davranışından nelere öncelik verdiği 
belli oluyordu. Brian için çocukları şüphesiz en az işi kadar önemliydi.
Brian`ın yaşamında bununla ilgili bir pişmanlık duygusu, bir `keşke`
olmayacak.
 
Sally`e sordum: "Baban seninle randevulaşır mıydı?" 
 
"Evet", dedi, "yalnız benimle değil, her çocuğuyla sırasıyla başbaşa zaman
geçirirdi. Ve ilave etti, "Biz böyle gördük, böyle biliyoruz. Benim
çocuğumun da babası böyle yapacak!". Gülümseyerek, "Nereden biliyorsun?" 
diye sordum.
 
"Biz Frank`le konuştuk" diye cevap verdi. Yine içim cız etti. Daha doğmadan
çocuğun gelişme ortamıyla ilgili bir bilinç oluşmuştu.
 
Kendi çocuklarıma içim yandı. Evlenmeden önceki bilincimi, kafamın 
karmaşıklığını, evlendiğim kıza ettiğim eziyetleri ve ondan da acısı, kendi
yavrularıma çektirdiğim acıları düşündüm. Biraz daha düşününce kendimin de
acı çektiğini anladım ve bu sefer kendi çocukluğuma içim yandı. Daha sonra 
babamın, anamın çocukluğuna içim yandı. Ve son durak olarak ülkemin tüm
çocuklarına içim yandı.
 
Yine kimseye kızamayacağımı anlayınca, `bundan sonra ne yapabilirimle ilgili
düşünmeye karar verdim. İşte değerli okurum; yazdığım kitaplar, verdiğim 
seminerler, hazırladığım televizyon programları, `Ne yapabilirim?` sorusuna
verdiğim yanıtların öğeleridir. Sally`nin içinde yetiştiği ortamı görmüş ve
anlamış biri olarak onun davranışlarına şimdi daha iyi anlam verebiliyorum. 
Sally, içinde yetiştiği ailede, varoluşun beş boyutunu da doya doya
yaşayabilmişti. Çocuğun hizasına inerek onunla göz göze konuştuğunuz zaman
çocuk, `Sen varsın, sen doğalsın, sen değerlisin, sen güçlüsün ve sen 
sevilmeye layıksın`, mesajı alır ve çocuğun CAN`ı beslenir.
 
Çocuğuyla randevusuna sadık kalan baba, `Seninle zaman geçirmek istiyorum,
seni özledim`, mesajını güçlü olarak verir. Çocuk bu mesajı zihinsel olarak 
değil, sezgisel olarak alır ve aldığı bu sezgisel mesajlar sayesinde çocuğun
hamuru, `Ben sevilmeye layık biriyim!` diye yoğrulur.
 
Bir ana babanın çocuklarına verebileceği en büyük miras, varoluşun beş 
boyutunda beslenmiş ve buna inanmış güçlü bir CAN`dır

Semra (SeHraD)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
231
4 Mayıs 2008 Pazar 00:09:00
mükemmel

Abdullah (candaş)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
2062
4 Mayıs 2008 Pazar 00:53:18
Teşekkür ederim Semra hanım.İki ay sonra birinin dikkatini çekti nihayet

Arif (ts801727121)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
232
14 Ağustos 2008 Perşembe 20:49:33
gercekten güzl olmuş