Sanat > Edebiyat > Charles Bukowski > Mesaj Panosu > Kaptan - Charles Bukowski

Kaptan - Charles Bukowski


GönderenMesaj

İsmail (sauroktonos)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
1235
19 Kasım 2005 Cumartesi 12:58:27
Charles Bukowski
Kaptan Yemeğe Çıktı ve Tayfalar Gemiyi Ele Geçirdi

28/08/1991 23:28
Hipodromda iyi bir gün. Tahminlerimin tümü tuttu neredeyse.
Yine de sıkıcı olabiliyor orası, kazanınca bile. İki koşu arasındaki otuz dakikalık bekleyişler yüzünden; hayatın hiçliğe akıp gidiyor. İnsanlar kasvetli görünüyorlar orda, çiğnenmiş. Ben de aralarında-yım. İyi de nereye gideyim? Müzeye mi? Bütün gün evde oturup yazarcılık oynamayı bir düşünün. Küçük bir eşarp bağlayabilirim boynuma. Arada sırada ziyaretime gelen hayli düşmüş bir şairi anımsıyorum. Gömleğinin düğmeleri kopuk, pantolonunda kusmuk, saçı yüzünde, bağcıkları çözük, ama boynunda her zaman tertemiz uzun bir eşarp. Şairliğinin simgesiydi o eşarp. Şiirleri mi? Hiç girmeyelim...
Eve döndüm, havuzda yüzdükten sonra jakuziye girdim. Ruhum tehlikede. Hep oldu.
Linda ile kanepede oturmuştuk, iyi ve karanlık gece inmek üzereydi ki kapı çalındı. Linda gidip kapıyı açtı.
"Buraya gelsen iyi olacak Hank..."
Kapıya gittim. Üstümde rob, yalın ayak. Sarışın bir delikanlı, iri-
5
ce bir genç kız ve ortalama ölçülerde bir kız daha.
"Evime insan kabul etmem," dedim onlara.
"imzanızı istiyoruz sadece," dedi sarışın genç, "Bir daha gelmeyeceğimize söz veriyorum."
Sonra elleri ile başını tutarak kıkırdamaya başladı. Kızlar bakıyorlardı sadece.
"Ama ne kağıdınız var, ne de kaleminiz," dedim.
"Şey," dedi genç ellerini başından çekerek, "başka zaman kitaplarınızdan biri ile geliriz. Daha uygun bir zamanda..."
Rob. Yalın ayak. Oğlan beni eksantrik bulmuş olmalıydı. Öyleydim belki de.
"Sabah gelmeyin," dedim.
Dönüp gittiler ve kapıyı kapattım.
Şimdi yukarda oturmuş onlar hakkında yazıyorum. Sert davranmak zorundayım, yoksa acımasızdırlar. Kapımı kapalı tutabilmek için korkunç şeyler yaşadım birkaç kez. Çoğu onları içeri davet edeceğimi ve sabaha dek içeceğimizi sanır. Yalnız içmeyi yeğlerim. Yazarın borcu yazarlığınadır sadece. Okuyucuya karşı sorumluluğu yazılarını bastırıp sunmaktan öteye geçmez. Üstelik kapımı çalanların çoğu okurum değiller, benim hakkımda bir şeyler duymuşlarda". En iyi okur ve insan beni yokluğu ile ödüllendirendir.
29/08/91
22:55
Bugün hipodromda zaman geçmek bilmedi, lanet hayatım bir çengelin ucundan sarkıyordu sanki. Personel dışında her gün orda olan başka birini tanımıyorum. Bir tür hastalık olsa gerek. Saroyan bütün parasını at yarışlarında kaybetti. Fante pokerde, Dostoyevski rulette. Ve son meteliğinle oynamıyorsan para değildir asıl mesele. Kumarbaz bir arkadaşım bir keresinde bana, "Kazanmak ya da kaybetmek umurumda değil, tek istediğim oynamak," demişti. Ben paraya arkadaşımdan daha çok saygı duyarım. Ömrümün büyük kısmı yoksulluk içinde geçti. Bir park bankının, ev sahibesinin kira istemek için kapıyı çalmasının ne olduğunu bilirim. Para ancak iki şekilde sorun teşkil eder: çok fazla ya da çok azsa.
Kendimize işkence etmek için kullanmak isteyeceğimiz bir şey hep bulunur sanırım. Hipodromda başkalarının hislerini paylaşırsın; o ümitsiz karanlığı, pes edip vazgeçmenin kolaylığını. Bahisçilerin dünyası gerçek dünyanın makul ölçülere indirgenmiş şeklidir; hayatın ölümle sürtüşmesi ve kaybetmesidir. Sonuçta kimse kazanmaz. Geciktirmektir tek isteğimiz, o göz kamaştırıcı ışıktan gözlerimizi
7
bir an için kaçırmak. Allah kahretsin, amaçsızlık üstüne düşünürken sigaramın yanık ucu parmağıma çarptı. Bu da beni uyandırıp Sartre havasından çıkardı. Mizah gerek bize, kahkaha gerek. Eskiden daha çok gülerdim, herşeyi daha çok yapardım. Yazmak hariç. Artık yazıyorum, yazıyorum ve yazıyorum. Yaşlandıkça daha çok yazıyor, ölümle dans ediyorum, iyi bir gösteri. İyi de yazdığımı düşünüyorum. Bir gün, "Bukowski ölmüş," diyecekler ve gerçekten keşfedilip yaldızlanacağım. Ne fayda? Ölümsüzlük fanilerin aptal bir icadıdır. Hipodromun işlevini anlayabiliyor musunuz? Dizelerin yuvarlanmalarını sağlar. Talih kuşu. Bülbülün son ötüşü. Ağzımdan çıkan her söz mükemmeldir çünkü yazarken kumar oynarım. Çok fazla yazar çok dikkatli yazıyor. Çalışıyorlar, öğretiyorlar ve başarısız oluyorlar. Alışıla gelmiş kalıplar ateşlerini söndürüyor.
Burada, ikinci katta Macintosh'umla mutluyum şimdi. Dostumla.
Ve radyoda Mahler çalıyor; kolaylıkla süzülen, büyük risklere giren bir müzik. Risk gereklidir bazen. Şimdi de o güçlü uzun dalgaları gönderiyor. Sağol Mahler; senden ödünç alıyorum ve borcumu asla ödeyemeyeceğim.
Çok fazla sigara içiyorum, çok fazla içki içiyorum, ama çok fazla yazmam mümkün değil. Durmadan geliyor ve doyamıyorum ve her şey Mahler'e karışıyor. Bazen durdururum kendimi. Dur bir dakika derim, git yat ya da dokuz kedini seyret ya da karınla otur biraz. Ya hipodromdasın ya da Macintosh'un başında. Ve dururum, frene basıp park ederim. Kitaplarımın devam etmelerine yardımcı olduklarını söyleyen mektuplar alırım bazen. Benim de devam etmeme yardımcı oldular. Yazmak, atlar ve dokuz kedi.
Bu odanın küçük bir balkonu var, şu anda kapısı açık ve Harbor Karayolunda seyreden arabaların ışıklarını görebiliyorum. Sonu gelmeyen bir ışık akışı. Bu kadar insan. Ne yaparlar? Ne düşünürler? Hepimiz öleceğiz, hepimiz, ne sirk! Bunu bilmek birbirimizi daha çok sevmemiz için yeterli bir neden olmalı, ama değil. Son derece önemsiz şeyler bizi dehşete sürükleyip dümdüz ediyor, yutuyor.
Devam et Mahler! Harikulade kıldın geceyi. Durma, orospu çocuğu! Durma!
8
11/09/91 01:20
Ayak tırnaklarımı kesmeliyim. Birkaç haftadır ayaklarım ağrıyor. Nedeni tırnaklar, ama yine de kesecek zamanı bulamıyorum. Her dakika için savaşıyor, hiçbir şeye vakit bulamıyorum. Hipodromdan uzak durabilsem vakit bulacağım elbette. Ama ömrümü kendime ayırabileceğim bir saat için savaşarak geçirdim. Kendimle başbaşa kalmamı engelleyen bir şeyler vardı hep.
Bu gece ayak tırnaklarımı kesmek için büyük gayret göstermeliyim. Biliyorum; kanserden ölenler, sokaklarda yatanlar var ve ben burada oturmuş ayak tırnaklarımı kesmekten söz ediyorum. Olsun, yılda 162 beysbol maçı izleyen bir denyodan daha yakınım gerçekliğe muhtemelen. Cehennemimi yaşadım ben ve hâlâ yaşıyorum. Kendimi üstün hissetmiyorum. Yetmiş bir yaşında hâlâ hayatta olup ayak tırnaklarımı kesmekten şikayet edebilmem mucizenin ta kendisi bana kalırsa.
Filozofları okuyorum son günlerde. Gerçekten tuhaf, deli matrak, kumarbaz adamlar bunlar. Descartes çıkıp herkesin zırvaladığını, mutlak ve aşikar gerçekliğin tek modelinin matematik olduğunu
söylüyor. Mekanizm. Derken Hume nedensel bilginin geçerliliğini sorguluyor. Sonra Kierkegard, "Parmağımı varoluşa daldınyorum-kokusu yok. Nerdeyim?" diye soruyor. Derken Sartre ve varoluşun anlamsız olduğu iddiası. Seviyorum bu adamları. Dünyayı sallıyorlar. Bu düşünceler başlarını ağrıtmadı mı? Ani bir kasvet kükreme-si çıkmadı mı dişlerinin arasından? Böyle adamları sokakta karşılaştığım, kafelerde gördüğüm adamlarla kıyasladığımda fark o denli büyük ki içimde bir yer burkuluyor, bağırsaklarım düğümleniyor. Bu gece de ayak tırnaklarımı kesmeyeceğim galiba. Deli değilim ama aklımın başımda olduğu da söylenemez. Hayır, deliyim belki. Neyse, gün ışıyıp saat ikiye geldiğinde Del Mar hipodromunda mevsimin son koşusu koşulacak. Bu mevsim her gün oynadım, her koşuda. Gidip uyuyacağım sanırım. Jilet gibi tırnaklarım güzelim çarşafı yırtacak. İyi geceler.
10
12/09/91 11:19
Bugün atlar koşmuyor. Tuhaf bir normallik duygusu içindeyim. Hemingway'in boğa güreşlerine neden ihtiyaç duyduğunu biliyorum; resmi çerçeveliyordu onun için; gerçeğin nerede olduğunu ve ne olduğunu hatırlıyordu. Elektrik faturası, yağ değiştirme filan derken unuturuz bazen. Çoğu insan ölüme hazır değildir, ne kendi ölümlerine ne de başkalarının. Şoka girerler, ödleri patlar, beklenmedik bir sürprizdir ölüm onlar için. Olmamalı oysa. Ben ölümü sol cebimde taşırım. Bazen cebimden çıkarıp onunla konuşurum: "Selam yavrum, nasılsın? Ne zaman geleceksin beni almaya? Hazırım."
Bir çiçeğin büyümesi bizi ne kadar kederlendiriyorsa, ölüm de o kadar kederlendirmeli. Korkunç olan ölüm değil, yaşanan ya da ya-şanamayan hayatlardır. İnsanlar hayatlarına saygı duymuyorlar, işiyo