|
Gönderen | Mesaj |
|
29 Haziran 2005 Çarşamba
22:15:04
|
|
|
Kıza bir partide rastlamıştı.. Harika birşeydi. O gün peşinde o kadar
delikanlı vardı ki... Partinin sonunda kızı kahve içmeye davet etti. Kız
parti boyu dikkatini çekmeyen oğlanın davetine şaşırdı ama tam bir
kibarlık gösterisi yaparak kabul etti. Hemen köşedeki şirin kafeye
oturdular.
Delikanlı öyle heyecanlıydı ki, kalbinin çarpmasından konuşamıyordu.
Onun bu hali kızın da huzurunu kaçırdı...
“Ben artık gideyim” demeye hazırlanırken, delikanlı birden
garsonu çağırdı.
“Bana biraz tuz getirir misiniz” dedi. “Kahveme
koymak için.”
Yan masalardan bile şaşkın yüzler delikanlıya baktı. Kahveye tuz!
Delikanlı kıpkırmızı oldu utançtan ama tuzu kahvesine döktü ve içmeye
başladı.
Kız, merakla “Garip bir ağız tadınız var.” dedi..
Delikanlı anlattı: “Çocukken
deniz kenarında yaşardık. Hep deniz kenarında ve denizde oynardım.
Denizin tuzlu suyunun tadı ağzımdan hiç eksilmedi. Bu tatla büyüdüm ben.
Bu tadı çok sevdim. Kahveme tuz koymam bundan. Ne zaman o tuzlu tadı
dilimde hissetsem, çocukluğumu, deniz kenarındaki evimizi ve mutlu ailemi
hatırlıyorum... Annemle babam hala o deniz kenarında oturuyorlar. Onları
ve evimi öyle özlüyorum ki...”
Bunları söylerken gözleri nemlenmişti delikanlının... Kız
dinlediklerinden çok duygulanmıştı. İçini bu kadar samimi döken, evini,
ailesini bu kadar özleyen bir adam, evi, aileyi seven biri olmalıydı.
Evini düşünen, evini arayan, evini sakınan biri... Ev duyusu olan biri...
Kız da konuşmaya başladı. Onun da evi uzaklardaydı. Çocukluğu gibi...
O da ailesini anlattı. Çok şirin bir sohbet olmuştu... Tatlı ve sıcak.
Ve de bu sohbet öykümüzün harikulade güzel başlangıcı olmuştu tabii...
Buluşmaya devam ettiler ve her güzel öyküde olduğu gibi, prenses, prensle
evlendi. Ve de sonuna kadar çok mutlu yaşadılar. Prenses
ne zaman kahve yapsa prensine içine bir kaşık tuz koydu, hayat boyu...
Onun böyle sevdiğini biliyordu çünkü...
40 yıl sonra, adam dünyaya veda etti. “Ölümümden sonra aç”
diye
>bir mektup bırakmıştı sevgili karısına. Şöyle diyordu, satırlarında:
“Sevgilim,
bir tanem. Lütfen beni affet. Bütün hayatımızı bir yalan üzerine
kurduğum için beni affet. Sana hayatımda bir tek kere yalan söyledim..
Tuzlu kahvede.
İlk buluştuğumuz günü hatırlıyor musun? Öyle heyecanlı ve gergindim
ki, şeker diyecekken ‘Tuz’ çıktı ağzımdan. Sen ve herkes bana
bakarken, değiştirmeye o kadar utandım ki, yalanla devam ettim. Bu yalanın
bizim ilişkimizin temeli olacağı hiç aklıma gelmemişti. Sana gerçeği
anlatmayı defalarca düşündüm. Ama her defasında korkudan vazgeçtim.
Şimdi ölüyorum ve artık korkmam için hiçbir sebep yok...
İşte gerçek: Ben tuzlu kahve sevmem! O garip ve rezil bir tat.
Ama seni tanıdığım andan itibaren bu rezil kahveyi içtim.
Hem de zerre pişmanlık duymadan. Seninle olmak hayatımın
en büyük mutluluğu idi ve ben bu mutluluğu tuzlu kahveye borçluydum.
Dünyaya bir daha gelsem, herşeyi yeniden yaşamak, seni yeniden
tanımak ve bütün hayatımı yeniden seninle geçirmek isterim,
ikinci bir hayat boyu daha tuzlu kahve içmek zorunda kalsam da...”
Yaşlı kadının gözyaşları mektubu sırılsıklam ıslattı. Lafı açıldığında
birgün biri, kadına “Tuzlu kahve nasıl bir şey?” diye soracak
oldu..
Gözleri nemlendi kadının...
Çok tatlı!.. dedi.
|
|
|
29 Haziran 2005 Çarşamba
22:24:36
|
|
|
ÜÇ HEYKEL
İki komşu ülkenin hükümdarları birbirleriyle savaşmazlar, ama her fırsatta birbirlerini rahatsız ederlerdi. Doğum günleri, bayramlar da ilginç
armağanlar göndererek karşıdakine zekâ gösterisi yapma fırsatlarıydı.
Hükümdarlardan biri, günün birinde ülkesinin en önemli heykeltıraşını huzuruna çağırdı. İstediği, birer karış yüksekliğinde, altından, birbirinin tıpatıp aynısı üç insan heykeli yapmasıydı. Aralarında bir fark olacak ama bu farkı sadece ikisi bilecekti.
Heykeller hazırlandı ve doğum gününde komşu ülke hükümdarına gönderildi.
Heykellerin yanına bir de mektup konmuştu.
Şöyle diyordu heykelleri yaptıran hükümdar: "Doğum gününü bu üç altın heykelle kutluyorum. Bu üç heykel birbirinin tıpatıp aynısı gibi görünebilir. Ama içlerinden biri diğer ikisinden çok daha değerlidir. O heykeli bulunca bana haber ver."
Hediyeyi alan hükümdar önce heykelleri tarttırdı. Üç altın heykel gramına kadar eşitti. Ülkesinde sanattan anlayan ne kadar insan varsa çağırttı.
Hepsi de heykelleri büyük bir dikkatle incelediler ama aralarında bir fark göremediler.
Günler geçti. Bütün ülke hükümdarın sıkıntısını duymuştu ve kimse çözüm bulamıyordu. Sonunda, hükümdarın fazla isyankâr olduğu için zindana attırdığı bir genç haber gönderdi. İyi okumuş, akıllı ve zeki olan bu genç, hükümdarın bazı isteklerine karşı çıktığı için zindana atılmıştı.
Başka çaresi olmayan hükümdar bu genci çağırttı. Genç önce heykelleri sıkı sıkıya inceledi, sonra çok ince bir tel getirilmesini istedi.
Teli birinci heykelciğin kulağından soktu, tel heykelin ağzından çıktı.
İkinci heykele de aynı işlemi yaptı. Tel bu kez diğer kulaktan çıktı.
Üçüncü heykelde tel kulaktan girdi ama bir yerden dışarı çıkmadı. Ancak telin sığabileceği bir kanal kalp hizasına kadar iniyor, oradan öteye gitmiyordu.
Hükümdar heykelleri gönderen komşu hükümdara cevabı yazdı:
"Kulağından gireni ağzından çıkartan insan makbul değildir.
Bir kulağından giren diğer kulağından çıkıyorsa, o insan da makbul değildir.
En değerli insan, kulağından gireni yüreğine gömen insandır.
Bu değerli hediyen için çok teşekkür ederim.
|
|
|
29 Haziran 2005 Çarşamba
22:42:01
|
|
|
SEVGİ
Bir kadin evinden çikti , evinin önünde beyaz, uzun sakallari olan 3 yasli adam gördü. Onlara: "Sizi tanimiyorum ama aç olmalisiniz. Lütfen evime buyurun ve birseyler yiyin." dedi. "Kocaniz evde mi?", diye sordular. "Hayir", dedi,kadin. "Disarda." "O zaman giremeyiz", dediler. Aksamleyin kocasi eve geldiginde kadin olanlari ona anlatti. Kocasi:"Onlara eve geldigimi söyle ve onlari eve davet et", dedi. Kadin disari çikti ve yasli adamlari davet etti. "Biz bir eve hep beraber girmeyiz", dediler.
Kadin: "Neden?" dedi. Yasli adamlardan biri cevap verdi:"Onun adi 'Zenginliktir", dedi, arkadaslarindan birini göstererek. Ve bir digerini göstererek "Onun da adi 'Basari'dir, ve ben de 'Sevgiyim." Ve ekledi:"simdi esinle konus ve hangimizi evinize davet edeceginize karar verin", dedi. Kadin eve girdi ve olanlari kocasana anlatti. Kocasi çok sevindi. "Ne kadar harika", dedi. "Zenginligi davet edelim, gelsin ve evimize zenginlikle doldursun", dedi. Kadin:" Neden basariyi davet etmiyoruz? dedi. O sirada onlari dinlemekte olan kizlari:"Sevgiyi davet etsek daha iyi olmaz mi?", diye sordu.
"O zaman evimiz sevgiyle dolar." Adam:"Bence kizimizin tavsiyesine uyalim", dedi. "Disari çik ve Sevgiyi davet et, Sevgi bizim misafirimiz olsun", dedi. Kadin disari çikti ve Sevgiyi seçtiklerini söyledi ve Sevgiyi evlerine davet etti. Sevgi kalkti ve eve dogru yürümeye basladi. Diger iki arkadasi da kalkti ve onu takip ettiler. Kadin büyük bir saskinlikla:"Ben sadece Sevgiyi davet ettim, siz neden geliyorsunuz?" , diye sordu. Yasli adam cevap verdi:"Eger siz Zenginlik veya Basariyi davet etmis olsaydiniz, diger ikimiz kalacaktik, ama siz beni (Sevgiyi) davet ettiginiz için, Ben nereye gidersem, Basari ve Zenginlik de benimle gelir." Her nerede sevgi varsa, basari ve zenginlik de vardir. Bu hikayeyi sevdiginiz herkesle paylasarak, siz de Sevgiyi davet edin.
|
|
|
29 Haziran 2005 Çarşamba
22:44:34
|
|
|
SON CÜMLEYE DİKKAT)
Bir gün Napolyon düşman askerlerinden kaçarken, bir
bakkal dükkânına girmiş. Bakkala hemen kendisini
saklamasını emretmiş. Bakkal da Napolyon'u müsait
bir yere saklayıp, biraz sonra gelen düşmanları da
-'Az evvel biri koşarak şu tarafa kaçtı.' diye savuşturmuş.
Nihayet biraz sonra Napolyon'un muhafızları yetişmişler.
Bakkal ömründe bir daha karşılaşamayacağı Napolyon'a
sormuş:
-'Efendim, af buyurun ama merak ettim, ölümle bu denli
burun buruna gelmek nasıl bir duygu?'
Napolyon birden öfkelenmiş.
-'Sen kim oluyorsun da benimle böyle dalga geçercesine
konuşabiliyorsun?' diye bağırmış.
Hemen askerlerine, adamcağızı kurşuna dizmelerini
emretmiş Askerler bakkalın gözünü bağlayıp, karşısına
dizilmişler. Mermiler namlulara sürülmüş, artık 'ateş' emri
verilecek... Adamcağız içinden
-'Ah, ne yaptın sen? Şimdi ölüp gideceksin' diye düşünürken, arkadan bir çift el uzanmış, gözündeki bağı açmış. Karşısında Napolyon varmış. Tek cümleyle cevaplamış Napolyon:
-'İşte böyle bir duygu!'
Yaşayarak öğrenmek, bedeli en yüksek öğrenme biçimidir
|
|
Mesaja cevap yazmak için gruba üye olmanız gerekmektedir.
|
|